Ekonomik ve demokratik kriz ortamında, direniş ve hak mücadelelerinin yükseldiği bir atmosferde 2024 yılının sonuna yaklaşıyoruz. Türkiye halkı, AKP-MHP blokunun çözüm-barış söylemli gündemi ile seçilmişlerin görevden alınıp kayyımların sahneye çıktığı anti demokratik uygulamaları arasında günübirlik, değişken bir psikoloji yaşıyor. Ülkedeki kriz ekonomisi ile derinleşen yoksulluk ve hak gaspları ise emekçilerin yıl boyunca kesintisiz süren ana gündemi…
Hükümetin sermayeyi arkalayıp krizin faturasını toplumun emekçi kesimine kestiği ekonomide, sıkılaşma politikaları ile enflasyon yükselmekte, alım gücü düşmekte ücretli çalışanlar gün geçtikçe daha fazla yoksullaşmaktadır. Bu gerçeklik ile yıl boyunca ortaya çıkan, bazıları halen devam eden ekonomik temelli hak mücadelelerinin ivmesi ve oranı yıl sonuna doğru artış göstermektedir.
Çalışanların yıllardır yaşadığı güvencesizlik, sendikasızlaştırma, düşük ücret ve ağır vergi yüküne karşı artık sessiz kalamayan sendika konfederasyonları yılın ikinci yarısı itibarıyla ses çıkarmaya başladı. TÜRK-İŞ ağustos ayında Başkanlar Kurulunda aldığı “Zordayız Geçinemiyoruz” kararı ile sokağa çıktı. Yine DİSK ve HAK-İŞ de vergi yükü, ek protokol, işten çıkarmalar ve sendikal baskı gündemli eylemler ile güçleri oranında eylemler ile işçilerin taleplerini dillendirdi.
Konfederasyonların eylemlerinin etkisi ya da amaçları ayrı bir tartışma konusu. Sendikalar nezdinde gıda, tekstil, petro-kimya, lojistik ve metal iş kollarında sendikalaşma hakkının tanınmaması, sendikalı iş yerlerinde toplu sözleşmelerdeki uzlaşmaz patron tutumları, işten atmalar nedeniyle yürütülen eylem, direniş ve grevlere yıl sonuna doğru belediyelerde çalışan genel hizmetleri iş kolundaki işçiler de katıldı.
BELEDİYELERDE BİR GREV DALGASI OLUŞUR MU?
DİSK’e bağlı Genel-İş Sendikası’nda örgütlü İstanbul Kartal Belediyesi işçileri 2024’ün temmuz ayında başlayan toplu sözleşme görüşmelerinde anlaşma sağlanamaması üzerine greve çıktı. İşçilerin yoğun bir katılım gösterip kararlı durmalarına rağmen Genel-İş Genel Merkez yönetimi, grevdeki şubeyi ve işçi iradesini yok sayıp SODEMSEN ile toplu sözleşme imzalayarak grevin altını boşalttı. Kartal Belediyesi işçilerinin fiili olarak direnişi devam ettirme kararına, belediyenin “2025 yılı ocak ya da şubat ayında ek protokol yaparız.” sözü vermesiyle grev fiilen ve hukuken sona ermiş oldu.
Hemen ertesinde, grev kararı asılarak grev hazırlıklarının yapıldığı İstanbul Ataşehir Belediyesinde aynı yöntemle sözleşme Genel-İş Genel Merkezi tarafından imzalandı. Kartal’da süren sürecin başından itibaren birlikte hareket eden bir görüntü çizen Genel-İş İstanbul Anadolu Yakası 1, 2, 3 ve 4 No’lu Şubelerin, Genel Merkezin belediye patronları ile iş birliği içindeki tutumuna karşı süresiz iş bırakma duyuruları ve Genel-İş Anadolu Yakası 1 Nolu Şubenin, Kadıköy Belediyesi önünde devam eden “İşçinin İradesine Dokunma” şiarlı oturma eylemi, Genel-İş Genel Merkezi, CHP ve SODEMSEN arasında süren iş birliğini teşhir etmesi açısından önemli bir noktada duruyor. Ancak kökleşmiş sendikal bürokrasiyi kırabilecek mi, bunu süreç içerisinde göreceğiz. Bu noktada 2021 yılında, önce Kadıköy, ardından Maltepe belediyelerinde yaşanan grev süreçleri ve Genel-İş Genel Merkezinin İstanbul Anadolu Yakası Şubelerini olağanüstü genel kurullar ile yeniden yapılandırdığını, işçilerde biriken enerjiyi iç tartışmalarla sönümlendirme hamlelerini hatırlamak gerekiyor.
Belediye İşçilerinin Yanında Kim Var?
Genel işler iş kolunda çalışmakta olan belediye işçilerinin ana gündemi Kartal grevi ile birlikte yeni bir tartışma sürecine girdi. Belediye işçilerinin iş yerlerinde tartıştıkları temel konu şudur: “Sendikal hak arama sürecinde karşımızda patronlar, patronların üyesi olduğu patron sendikaları var, peki üyesi olduğumuz sendika kimden yana?”
Belediye işçilerinin güncel sorun ve mücadelelerini değerlendirmeye çalıştığımız yazıyı tarihsel süreci anlatarak başka bir noktaya taşımak değil amacımız, ancak bugün belediyelerde işçilerin yaşadığı sorunların nedenlerini doğru kavramak için ‘90’lı yılları hatırlatmak gerektiğini düşünüyoruz. Hatırlanacağı gibi genel hizmetler iş kolu ve belediye işçileri 1980 sonrası en önemli işçi hareketi olan “‘89 Bahar Eylemleri” sürecinin en dinamik iş koluydu. Belediye işçileri hayatın temizlik, ulaşım, altyapı ve üst yapı gibi temel hizmetlerini yürütmesi, şehirleri her gece yeni güne hazırlaması gibi kritik ve son derecede önemli bir noktada yer alır. Çöp toplanmazsa, toplu taşıma durursa, su akmazsa şehirlerde hayat durur. Bu sebeple belediyeler üzerinde adı fark etmeksizin tüm siyasî partiler, devlet ve sermaye arasında gizli bir anlaşma bulunmaktadır. Bu anlayışa göre 1989 seçimlerinde tüm Türkiye’de en çok belediyeyi kazanmış SHP’yi çöp işçileri devirmiştir. ‘80’li yılların sonu ve ‘90’lı yıllar boyunca yükselen işçi sınıfı mücadelesi içerisinde kent emekçilerinde ortaya çıkan bu bilinç onları ve onların kurduğu sendikaları sermaye, devlet, yerel ve genel iktidarlar ile tüm siyasî partilerin ortak hedefi haline getirmiştir. Özal’ın 28 Şubat Kararları olarak bilinen neoliberal politikalarının yansıması olan özelleştirme ve taşeronlaştırma belediyelerden başlamış, ilk özelleştirme hamlesini yeni grevden çıkan o zamanki SHP’nin yönettiği Kartal Belediyesi yapmıştır. SHP’nin yerel ve genel siyasetten silinmesi, Refah Partisi’nin İstanbul, Ankara gibi büyükşehirler başta olmak üzere ilerleyen süreçte tüm belediyeleri yönetmeye başladığı süreçle birlikte, belediye işçilerini kontrol altında tutma ve işçi sendikalarını dizayn etme politikaları hız kazanmıştır. 1983’te belediyelerin yeniden kurulduğu, işçilerin sendikalı çalıştıkları ‘90’lı yılların ilk yarısına kadar olan süreçte, “Sendikal süreçte karşımızda patronlar, patronların üyesi olduğu patron sendikaları var, peki yanımızda kim var?” sorusuna belediye işçilerinin çoğunluğu, “Yanımızda sendikamız var” diye cevap verirdi. 1980 Askeri Faşist Cuntası sendikaları kapatmış, faaliyet yürüten tek konfederasyon TÜRK-İŞ ve belediyelerdeki tek sendika da Belediye-İş’ti. İşçilerin sendikal tercihlerini kısıtlayan ve anti demokratik bir tutum olan bu durumun yarattığı zorunluluktan dolayı belediye işçileri “hangi sendika?” değil, “nasıl bir sendika?” sorusunu tartışıyordu. Bu bağlamda yürütülen doğru tartışmada nitelikli bir sendikal süreci beraberinde getiriyordu. İlk hamle TÜRK-İŞ dışında DİSK ve HAK-İş’in faaliyetlerinin serbest bırakılması ile geldi. Diğer sendikalara izin verilmesini patronlar istemiyordu. Ama Özal, sendikal rekabetten zarar gelmez diyerek patronları ikna etmişti. Dediği gibi de oldu, belediye işçilerinin ücretlerini düzenli alamadığı, toplu sözleşmelerin sürdüğü, özelleştirmenin dayatıldığı ve bunlara karşı yoğun bir mücadele yürütülmesi gereken iş yerlerinde işçiler “hangi sendikaya geçelim?” sorusuna cevap aramaya başladı. Tartışmalar sürerken 1994 seçimlerinde belediyeleri kazanan Refah Partili belediye başkanları, ajandalarının ilk maddelerine “işçilerle sendikaları ayırmak”, “özelleştirme ve taşeronlaştırmayı hızlandırmak” ve “sendikal süreçleri belediyeler adına yürütecek işveren sendikası kurmak” amaçlarını yazmışlardı. Hızlıca patron sendikası MİKSEN kuruldu, temizlikten başlamak üzere belediye hizmetlerinin tümü hızlıca taşeronlaştırıldı. İşçilerin “Belediye-İş mi Genel-İş mi?” tartışmalarının arasında genel hizmetler iş kolunun en fazla üyeye sahip sendikası Hizmet-İş oldu. Refahlı, Faziletli ve AKP’li belediye başkanları SHP dönemindeki “işçilerle sürekli tartışma yaşayan belediyeler” imajını bu formülle yok etti.
Peki bu formül bugün de iş yapar mı? Yapacağına kani bir anlayış var.
CHP’nin, genel hizmetler iş kolunda DİSK’e bağlı Genel-İş ile TÜRK-İŞ’e bağlı Belediye-İş Sendikası genel merkezleri ile yıllardır dengeli ve iyi ilişkileri bulunuyor. Parti içindeki bir klik Genel-İş’i, diğer klik Belediye-İş’i kontrol eder durumda. Bu kontrol ile belediyelerdeki işçi hareketleri dengede tutulmaktadır. Bu nedenle yaklaşık 30 yıl sonra, 2019 seçimleri ile İstanbul ve Ankara gibi iki büyükşehir başta olmak üzere pek çok belediyeyi kazanan CHP’li başkanların sendikal mücadele karşısında işleri kolaydı. Elbette bu MİKSEN ile olmazdı, hızlıca kendi patron sendikası, SODEMSEN kuruldu. CHP’nin bu hamlesine genel işler iş kolunda faaliyet yürüten sendikalar ses çıkarmadığı gibi, TÜRK-İŞ’e bağlı Belediye-İş Sendikası, patron sendikasının yapılanmasına açık destek vererek yıllarca masanın işçi tarafında sendikacılık yapan merkez yöneticisini patron sendikasının genel sekreteri olarak konumlandırdı. Türkiye genelinde SODEMSEN’e üye CHP’li belediyelerde yaşanan yasal grev uygulamalarının tümü TİS masalarındaki kurnazlıkları başta olmak üzere patron sendikasının toplu sözleşme ile belirlenen işçi ücretlerini standardize etme politikasına karşı işçilerin karşı duruşudur.
Patron sendikası işçileri, sendikaları, siyasileri ve halkı iyi tanıyor, bir mücadelenin altı nasıl boşaltılır iyi biliyor. Bu noktada klasik iyi polis-kötü polis tiyatrosu oynanıyor. Toplu sözleşme görüşmelerinin başlaması ile işçilere bilgilendirme yapan sendikalar (Belediye-İş, Genel-İş ve Hizmet-İş) patronların iyi, patron sendikasının kötü olduğunu ifade eden açıklamalar ile işçinin önüne çıkıyor. Aynı durumu farklı cümlelerle ifade ediyorlar. Hatta belediye başkanlarını, açıktan karşısına almayan sendikalar yaptıkları eylem ve açıklamalarda SODEMSEN’i hedefe koyuyor. Genel-İş’in örgütlü olduğu ve grev sürecine hazırlanan İzmir Buca ve Bornova Belediyesi işçilerinin geçtiğimiz haftalardaki eylemlerinde sık sık “SODEMSEN Şaşırma Sabrımızı Taşırma” sloganları attırıldı. Toparlamak gerekirse 2019 seçimlerine yerelden genele iktidar olma hedefiyle giden CHP, geçmiş süreç tahlili ile önce etkisi olduğu sendikaları yeniden yapılandırdı. Bu yapılandırma genel merkezlerden şubelere kadar, kontrol altında bir sendikacılık getiriyordu. 2023 yerel seçiminden birinci parti olarak çıkan CHP’nin kazandığı belediyelerde sendikacılık bugün bu yapılandırmaya uygun şekilde yürümekte ve yürütülmektedir. Bu yapılandırma sürecinde genel işler iş kolunda faaliyet yürüten sendika genel merkezlerine “yeni dönem” olarak sunulan programın alt ayakları özellikle Genel-İş ve Belediye-İş’in 2021-2022 yıllarında yapılan şube kongreleri ile örüldü. Her iki sendikada da bir hafıza silme operasyonu gerçekleşti. ‘90’lı yıllardan gelen sınıf sendikacılığı çizgisi tasfiye edilerek yerine sosyal diyalogcu, iş birlikçi “yeni sendikacılar” ikame edildi.
HAREKET ETMEYEN ZİNCİRLERİNİ FARK EDEMEZ!
Genel-İş ve Belediye-İş’te mücadeleci gelenekleri ile tanınan şube ve sendikacıların tasfiye süreci “artık yeni yüzler olsun”, “mevcut anlayış değişmeli”, “ayrılık olmasın, dosta düşmana karşı birlik olalım” vb. popülist ve arabesk şablonlarla işçilere sunuldu. Sendika genel merkezlerinin başta para gibi çeşitli imkânları ile işçilerin mevcut tabloyu görmesinin önüne perde çekildi. Yeni şubeler, yeni sendikacılar deneyimsizlik ve kariyer hevesleri ile nasıl bir cendereye girdiklerini fark edemediler ta ki yeni dönem toplu sözleşme süreçleri süreçlerin greve evrilmesi ile iş yerlerinde ödenmeyen ücretler, işten çıkarmalar gibi süreçlerle karşılaşıp önlerine mücadele etmeyi koyana kadar. Rosa Luksemburg’un dediği gibi zincirlerini, hareket etmek istediklerinde fark ettiler. Dün nasıl yapılıyordu sorusunu sorduklarında ise geçmişte işçi ile taban örgütlenmesi üzerinden kurulan bağların kendi elleriyle kopartıldığını ve yeniden kurmanın zahmetli olduğunu gören sendika şubeleri hızla genel merkezleri ile benzeştiler. İstanbul Anadolu Yakası’nda dört belediyeyi dört şubeye bölen DİSK/Genel-İş Genel Merkezinin işçi iradesini tanımayan, şubeyi bile sürece katmayıp gece yarısı gelip sözleşmeyi imzalayarak ortadan kaybolmasının altında yatan aymaz tutumun önemli bir yanını anlattığımız bu gerçeklik oluşturmaktadır. Her ne kadar güncel olduğu için Genel-İş özelinden tartışsak da Belediye-İş ve Hizmet İş sendikalarında da durum aynı şekilde işlemektedir. 2019 seçimi sonrası Ekrem İmamoğlu ile yakın ilişkiler kurarak İBB’de yetki alan ve TİS masasına oturan Belediye-İş Sendikası, örgütlenme sürecinde işçilere verdiği vaatleri sözleşme masasına taşıyamayınca grevden çark etmiş ve bir gece yarısı Ankara’dan gelerek sözleşme işçilere ve iş yerinde örgütlü İstanbul 3 Nolu Şubeye danışılmadan imzalanmıştı. Dünden bugüne belediyelerde yaşanan güç kaybı ve sendikal çizginin deforme oluşunun bir başka nedeni de tam burada yatmaktadır.
Yerel yönetimler, yasal statüleri ve karma bütçeleri gereği kabaca yarı özel ve yarı kamu olarak tanımladığımız iş yerleridir. Patronu, seçimle belirlenen bir siyasî olmakla birlikte bütçesi merkezden ve halktan gelen vergilerden oluşuyor. Kâr amacı olmadığı ve yasal zeminde yönetildiği için sendikalaşma ve toplu iş sözleşmeli çalışmanın oransal olarak en yüksek olduğu iş kolu. Merkezî yönetim kapsamındaki kurumlardan farklı olarak belediyeler işçi alma ve çıkarma noktasında özerktirler. Patron siyasî olduğu için işe alımlar aynı ya da ittifakta olunan siyasî partiler üzerinden, yoğunlukla referans işletilerek yapılıyor. Bu gerçeklikle çoğu belediye başkanı “işi ben veriyorsam işçinin üye olduğu sendikayı da ben seçerim” diyor. Bu durumun yansımasını belediyeyi yöneten siyasî partinin ya da başkanın değişmesiyle yetkili sendikanın da değişmesinde sık sık görüyoruz. Bu gerçeklikle hareket eden “yeni” sendikacılar, sorunları sorunun sahibi işçilerle değil, sorunu yaratan patronla tartışıyorlar. Ya da yeni bir iş yerinde örgütlenme süreçleri için ilk durak işçiler değil belediye başkanları, yöneticileri ya da yöneten siyasî partilerin ilçe yöneticileri oluyor.
Bugün belediye işçilerinin çoğunluğu bazı belediyelerde tamamı taşeron şirketlerde çalışırken olağanüstü hâl koşullarında çıkan 696 sayılı KHK ile belediye şirketi kadrosuna geçen işçilerden oluşuyor. Bu kapsamdaki işçiler, uzun yıllardır belediyedeki “kadrolu” işçilerle aynı işi yapmalarına rağmen daha düşük ücret ve sosyal haklarla sendikasız olarak çalıştırıldılar. Belediye şirketlerine geçiş ve sözde kadro uygulaması sonrası hızla sendikalaşan ve toplu sözleşme ile hak alma mücadelesine girişen işçilerin talepleri “insanca yaşama yetecek ücret” gibi en temel düzeyde. Bugün tasfiye edilen mücadeleci birkaç şube dışında yıllarca taşeron işçilere sırt dönen sendikalarla en meşru haklarını talep eden işçiler arasında zaman zaman yükselen çatışma aynı dili konuşmamaktan, aynı sorunun tarafı olmamaktan kaynaklanmaktadır.
Sınıf mücadelesi içinde grev ve direnişlerin en etkili kavga okulu olduğuna vurgu ile bugün İstanbul, İzmir, Ankara ve diğer kentlerde emek veren işçilerin mücadele içinde kendilerinden yana olanı seçmede ustalaşacağı umudunu korumak lazım. Yaşadığımız kenti temizleyen, parkını-bahçesini yapan, kanalizasyonunu temizleyip temiz suyu eve ulaştıran kent emekçileri siyasî ilişkiler ve iş birliği ile kirlenen sendikalarını da temizleyecektir. Siyaset baskısından kurtulmak isteyen belediye işçileri ve halen umudu taze tutan sendika şubeleri sınıf sendikacılığı ilkelerine sahip çıkmalıdır.