[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Seçim sürecindeki manipülasyonların bir yenisi ile egemenler gene halkı aldatmanın peşinde. Bu kez oyuna uzaya ilk Türk “astronot” şamatası katıldı. Axiom Mission 3 ekibine 55 milyon dolarlık ödemeyle katılan Alper Gezeravcı Gülen Cemaati kumpasıyla ordudan atılmış, açtığı dava ile yeniden orduya alınmış bir asker. F-16 pilotu olması nedeniyle astronot olmaya da ehliyetli olan Gezeravcı “uzay turizmi” misyonuyla geliştirilmiş bir uzay aracına binerek uzaya giden ilk “Türk astronot” oldu. Bu yolla AKP “uzaya da ilk adımı atan” iktidar olduğu imajını yarattı.
Seçimler sürecinin yoğun manipülasyonla yüklü olduğunu herkes bilir, kabul eder. Öyle ki bu hiç yadırganan bir olay değildir. Seçimler neredeyse “en iyi yalan söyleyenin, manipüle edenin” seçildiği bir süreç olarak yaşanıyor. Uzaya giden ilk Türk imajı da seçimi kazanmak için her oyunu oynamaya hazır olan taraflardan birinin şimdiki imajı. Bilimle, ilerlemeyle, halkın çıkarlarını gerçekleştirmekle ilişkisi olmayan AKP şimdi “deneyler yapmak” üzere “uzaya ilk Türk astronotu gönderen” olarak övülmeyi ve takdir görmeyi bekliyor. Uzaya gidecek ilk Türk olmanın hiçbir öneminin olmadığını, burada dikkate değer şeyin uzaya “turizm” amaçlı gidilebilmesi olduğunu ihmal ederek, konu etmeyerek başka bir açıdan bakılacak olduğunda utanılası bir durumla karşı karşıya olunduğu göz ardı edilerek “Türk’ün uzay misyonu”ndan söz ediyor bağımlı devlet yetkilileri. 55 milyon dolara mal olan bu yolculuğun uzaya turist götürme projesinin bir parçası olduğu gerçeği sözü edilen “bilimsel deneyleri” önemsiz kıldığı açık değil midir? Teknolojinin, tekniğin bu derecede gelişmiş olduğu koşullarda, uzaya turistik amaçlı turların gerçekleştirilebildiği bir zamanda bir Türkiye vatandaşının devletin organize ettiği bir “yolcu bileti” ile uzaya gitmesi her şeyden geri kalmışlığın bir göstergesidir. Söz konusu deneylerin büsbütün ya da kendi başına önemsiz olduğu elbette söylenemez. Deneyler uzay koşullarında canlı yaşamının sürdürülmesinin koşullarını ve aynı zamanda canlı yaşamındaki etkilerin işleyişini, kapsamını açığa çıkarmayı amaçladığı öne sürülüyor. Bunların bilimsel bilgiler bakımından detay bilgi olması bunların önemsiz olduğunu göstermez. Önemsizlik bu bilgilerin açığa çıkarılması çabasında değil, bu bilgileri elde etme çabasının propaganda edilişindedir. Esas amaç bu deneyler değil, iktidar partisinin seçim propagandasıdır!
“İstikbal göklerdedir” sözünden hareket edersek, burada göklerde aranan seçim zaferidir, seçim propagandası ile kör gözler göklere çevriltmeye çalışılmıştır. Geri kalmış ülke koşullarında istikbalin göklerde aranması boşa kürek çekmenin bir biçimidir. İstikbal öncelikle üretim gücünde olmalıdır, başarabildiklerinle başarabileceklerin arasına “göğü” koymak açıktır ki plansızlıktır.
Bu geri kalmışlık da devletin, yönetenlerin başarısızlıklarının ya da aslında kim için ve ne için var olduklarının bir göstergesidir. Neden uzay teknolojisine sahip değil de bu ülke, vatandaşını bir turist yolculuğu ile, Space X adlı bir özel şirkete ait Dragon kapsülüyle uzaya göndermekle gurur duyuyor? Elbette Alper Gezeravcı için ve bir ölçüde onun da içinde olduğu ekibin yapacağı deneylerden yararlanacak olanlar için bu “turistik” yolculuğun ciddi bir anlamı vardır. Ayda adım atan ilk astronot Neil Armstrong’un dediğinin tersine bu yolculuk insanlık için pek önemsiz ama Alper Gezeravcı için büyük bir yolculuktur. Dönüşünün de şaaşalı olacağı ama yarın unutulacağı, ülke olarak üzerine bir daha pek de konuşulmayacağı belli olan bu yolculuğun aslında geri kalmış ülke gerçekliğinin bir yansıması olduğu apaçık ortadadır. Boy aynasında kendini dev gibi gösterme kaygısında olanların karşıdan, yani aynadan bakıldığında aslında bir hilkat garibesi oldukları ortadadır. Bunun için gerçeğe bakmak yeterli. Uzaya, organize ediliş amacı esas olarak turizm olduğu belli bir projenin parçası olan yolculukla gidebilen bu ülkenin gerçekliği nedir? Bu ülkede teknoloji ne düzeydedir, öğretim kurumlarında bilim ne derecede öğretilmektedir, bilimsel deneyler için her türden şart ne durumdadır diye sorular sorsak esas gerçeklik hemen açığa çıkar. Ne var ki bu sorularla aranacak gerçeklikten çok daha geri bir gerçeklik söz konusudur. Tarikatların, dini cemaatlerin arpalığına dönüştüğü bizzat bakan tarafından kabul edilmiş öğretim alanı ülkeyi tanımlamak bakımdan önemli bir veri sunmaktadır; ama bundan çok daha öte bir gerilik söz konusudur. Dün “laik” devlet vizyonu ile gizlenen ilişkiler bugün pek cesur bir biçimde açıklanabilmekte ve meydan okurcasına bu ilişkilerin aynen korunacağı ilan edilebilmekte…
Nasıl bir ülkede yaşadığımıza öğretim alanı dışında, başka açılardan bir bakalım. Tesadüfün böylesi! Ülkede seçimler var ve iktidar partisinin/ittifakının, uzun yıllara yayılmış yönetiminde akla gelen bir başarısı yok. Buna rağmen güçlü devlet imajına sıkıca sarılmış bir şoven jargon ve ikiyüzlülükte sınır tanımayan ABD, İngiltere hattına tam bağımlı bir dış politika var.
Şoven ve bağımlı iktidarın ekonomi alanındaki serüveni bir süredir hemen herkesin ironik bulduğu bir yol izliyor. Damat Albayrak’la başlayıp Bakan Nebati ile devam eden “milli ve yerli ekonomi” döneminde izlenen ekonomi politikalarının sonuç olarak enflasyon canavarını beslemesi, düşük faiz politikasının yüksek enflasyon üretmesi bir sorun olarak kabul edilip milli ve yerli olmayan ekonomi modeline geçildiği halde değişen bir şey olmadı. Amacın enflasyonu düşürmekten çok dış borç bulmak veya borçlanmak için kredi derecelendirme notunu yükseltmek olduğu anlaşıldı. Dış borç bulunamadı fakat kredi derecelendirme notu Moody’s tarafından yükseltildi: B3 olarak teyit edilen not “durağan”dan “pozitif”e yükseltildi. Böylece AKP iktidarlarının ilk döneminde sağlanan dış desteğin yeniden elde edilebileceğine dair beklenti de zayıflamış oldu. Kuşkusuz bu durumu dış yatırımcıya güven vermeyen TC siyaseti ile açıklamak çok eksik olur. Bunda dünya ekonomisinin de belirsizlik içermesi etkendir. ABD’de borç krizi ek bütçe kanunlarıyla geçiştirilmeye devam ediyor. 1 Mart tarihine kadar bir ek bütçe daha oylandı ve kabulle beraber devlet temerrüde düşmekten kurtarıldı. Henüz onaylanmış bir 2024 bütçesi yokken ABD’nin ek bütçeyle “idare” edilmesi risklerin büyümesine işaret ediyor. Dolayısıyla enflasyon hedefine ulaşılamayacağı bir gerçek. Yeni politikalarla birlikte enflasyon azalmadı, hatta arttı. Ücretlere yapılan enflasyon altı zamlara rağmen enflasyon azalmadı, faiz artırıldığı halde bu yükseliş ekonomideki batağın büyüdüğünü gösterir.
Ekonominin bu durumu içine girilen seçim sürecini de belirleyecek niteliktedir. Geniş bir kesimde ekonominin düzeleceğine dair bir beklenti yok. Aksine daha kötüsüne hazırlanmak gerektiği fikri daha baskın durumda. AKP uzun bir süredir ancak MHP desteği ile iktidarını koruyabilmekteydi. Son seçimde görüldü ki bundan daha fazlasına gereksinim var. Yeniden Refah Partisi ve Hüda-Par ile kurulan ilişki bu gereksinimin ölçeğini anlamak bakımdan dikkat çekiciydi. Bugün, yerel seçimlerde Yeniden Refah Partisi’nin gücünden daha fazlasını isteme cüretinde bulunması AKP’nin müşkül durumunun bir başka göstergesidir. Benzer bir cüretin bir süre önce MHP tarafından da sergilendiğini ve “hak ettiğini” aldığını biliyoruz. AKP bir taraftan ilişkisini bozmamak çabasında ama diğer taraftan muhtaçlık seviyesini düşürmek arayışında olsa da seçenekleri sınırlı. Herkese “hak ettiğini” vermek zorunda kalacağı anlaşılıyor. Bu “hak ediş” oyununu kısmen İyi Parti unsuru bozabilir. Ne var ki onun da kısa zamanda bu oyunda yol alabilmesi pek olası değil. İyi Parti’nin sergilediği “muhalefeti parçalama” siyasetinin bununla ilgisi açıktır. Bu oyunda ancak seçim sonrasında elini güçlendireceğini, MHP’nin “hak edişinden” nemalanabileceğini öngörebiliriz. Bir süredir Bahçeli’nin zamanının dolduğu, onun yerini İyi partinin güçlenmesine paralel yeni bir liderin alabileceği konuşulmakta… Kılıçdaroğlu’nun izlediği “solu sağla ile buluşturma” siyasetinin sözde terk edilmesi, CHP’nin öz evlatlarıyla sol tandanslı bir seçim atmosferine girmesi de aynı sürecin bir başka parçası. Egemen sınıflar aslında bilindik bir oyunu yinelemekteler.
Meral Akşener’in “mertçe siyasi cinayetlerin yerini namertlik aldı, artık cinayetler torbacılara ihale ediliyor” çıkışı İyi Parti’nin niyetini ve gerçek karakterini gizlemediğini gösteren bir hamle oldu. Açıktır ki bu çıkış MHP’nin siyasette kapladığı alana talip olma çıkışıdır.
AKP tek adamla yönetilmenin “avantajları”na sarılmaya devam ediyor. Bu yönetim biçiminde istikrar ve güç güvencede kabul edilmekte. Bütün adayları cumhurbaşkanı açıklamakta. Böylece AKP adaylarına devletin tam desteği ilan edilmekte.
CHP’nin AKP’yi devirmek pahasına “düzenin sağıyla” iş birliğine girme tutumu, bu tutumun AKP’den kopanlarca ve özellikle İyi Parti tarafından onaylanması “büyük bir umut” doğurmuştu, fakat beklenen başarı elde edilemeyince bu tutumda bir gerileme başladı ve yeni yönetimiyle CHP yüzünü bugün “düzenin soluna” çevirmiş görünmekte. Yerel seçimler bakımından zayıflayacağı düşünülen bu iş birliğinin gelinen aşamada büsbütün terk edildiği söylenebilir. CHP’nin AKP’ye seçim kaybettirme amacı elbette varlığını koruyor, fakat bunun stratejisinde yenileme söz konusu. Bu yenileme hiç kuşkusuz devlet merkezli siyaset tarzından, egemen sınıfların çıkarlarını koruma kaygısından, Kürt ulusal haklarına düşmanlıktan kopan bir yenileme değil. Aksine bunlar üzerinden “düzenin solu” imajı üzerine kurulu bir yenileme söz konusu…
Yerel seçim sürecinde düzen partilerinin tartışmaları ve izledikleri çizgi dünden hiç farklı değil ve olmayacak da.
Tüm bu gerici ve yozlaşmış düzen siyasetini yerel seçimler bağlamında da reddetmek; halkın örgütlenmesine, kendi çıkarları etrafında birleşmesine karşı yürütülen karşı devrimci seçim oyununa halkın çıkarlarını gerçekleştirmek bakımından eleştirel bir tutum almak devrimci mücadele için zorunludur. Devrim mücadelesine bağlı kalarak karşı devrimin seçim oyununa karşı halkı kendi çıkarları etrafında örgütlemek, halkı uyarma ve bilinçlendirme yolunda ilerlemek doğrultusunda tüm gücümüzle çalışalım. Düzen partileriyle tam karşıtlık içinde olmak bunun en önemli parçasıdır.