Batan Geminin Şovenizm Rüzgarıyla Yürütülmesi

Türk egemen sınıfların yaşadığı politik ve ekonomik krizi yönetme biçiminin kendisi de bir kriz haline geliyor. “Kriz içinde kriz” halinde bir savrulma ve yuvarlanma durumu söz konusu. Bu durum aynı zamanda dozu kaçmış bir pervasızlık da yaratmaktadır. “İhanet”, “terör”, “milli”, “yerli”, “kurtuluş savaşı” vs. söylemleri durmaksızın sürümde olan argümanlardır. Her türlü ekonomik, politik, kültürel sorunun ya da çelişkinin bağlandığı nokta bu kavramlar eşliğinde “şovenizm” olmaktadır. Bunun yanında toplumsal her gelişme, müdahale ve harekette egemen sınıf kliği tarafından gecikmeksizin aynı şekilde saldırıya uğramaktadır.

Egemen sınıf klikleri arasında ise bu yönetsel argümanlar, adeta büyük bir yarış varmışçasına sürekli zenginleştirilerek hem bir birlerine karşı hem de geniş halk yığınlarına karşı bir mitralyöz etkisi ile kullanılmaktadır. Son olarak bu “şovenizm” yarışı McKinsey adlı danışmanlık şirketi ile yapılan anlaşma sonucu devreye sokuldu. CHP, İP (İYİ Parti) ve bilimum muhalif faşist partiler “millilik ve yerlilik” yergisi ile AKP-Tayyip ve küçük ortak MHP’ye bu temelde yüklenirken, alçakça ve bayağı bir hal alan şovenizm dalgasının desteğini sonuna kadar kullanmaktan çekinmedi. AKP-Tayyip kliğinin çelişki ve paradoksunu işaret parmaklarıyla gösterirken, kaş-göz-vücut ve bir bütün ruhları ile şovenizm silahını parlatarak yüklenmeyi tercih ettiler. Emperyalizme göbekten bağımlı ekonomik ve siyasal sistemin gerçekliği, “McKinsey karşıtlığı”nın konforu ile örtbas edilirken, şovenizmin alçaklığı kendisini yeniden üretti.

Bu duruma karşı AKP-Tayyip bloğu da bu kurumla çalışılacağını açıklayan Maliye Bakanı Berat Albayrak ağzından “Biz gerekli bilgilendirmeyi yaptık. Ortadaki spekülatif söylemler cehaletten değilse ihanettendir” (3 Ekim NTV Röportaj) diyerek bir hamle yaptı. McKinsey üzerine yapılan yorumları kısaca ihanet kategorisine şipinişi alıverdi. Bunun yanında bu şirketten alınacak danışmanlık işinin kıymetine dair Devlet Bahçeli’den AKP kurmaylarına, yazılı ve görsel tek ses-tek görüntülü medyanın ekonomistlerinden köşe yazarlarına kadar hummalı bir güzelleme de geldi. Ancak bu tablo henüz olgunlaşmışken Tayyip Erdoğan, Berat Albayrak’a göre ihanet içine girerek  “Tüm  arkadaşlarımıza söyledim, bunlardan fikri danışmanlık bile almayacaksınız dedim. Gerek yok, biz bize yeteriz” (6 Ekim Kızılcıhamam Kampı) açıklamasını yaptı. Bu tablo için söylenecek tek bir şey çıkıyor: Bazen arsızlık öyle bir hal alır ki, arsızlık kendinden utanır. Türk egemen sınıfları yalan, pervasızlık, sahtekarlık, alçaklık, düşkünlük vs. ne kadar çürümüşlük varsa hepsini kendinden utandıracak şekilde kullanır hale geldi. McKinsey tartışmaları, alınan kararlar, meseleye dair verilen beyanlar, aynı saflarda ortak karar alanların düştüğü durum bu tabloyu karşımıza çıkarmaktadır. Hiç kuşkusuz bu bir süredir cari olan bir yönetme biçimidir.

McKinsey ile yapılan anlaşma, Tayyip-AKP kliğini oldukça sıkıştırmış olacak ki “Biz bize yeteriz” gibi bir açıklamanın şekillenmesine neden olmuştur.  Açıklamanın yaşanan ekonomik krizin nedenine dair bu güruhun izahlarına yönelik uyumlu olma çabasıdır. McKinsey ile anlaşma iptal edilir mi edilmez mi ayrı bir tartışmadır. Ancak ekonominin yönetilme biçimine dair bir değişiklik sorunun esasını karartmayacaktır. McKinsey’le ya da onsuz, açıklanan üç yıllık Yeni Ekonomik Program (YEP) emperyalist sisteme bağlılığa dair yemin metnidir. Bu yemin metninin, var olan yönetme biçimine ve buna uygun şekillenen argümanlara en iyi nasıl uydurulacağına dair bir gerilim hattı şuan söz konusudur. Kuşkusuz bu da bir kriz durumudur. Burada, eğer faşist diktatörlük “şovenizm”in politik kriz ihtiyacına karşılık gelmesi için emperyalistlerin “biçimde” ve “çalışma tarzında” talep ettiği ihtiyaçları karşılamamaya yönelik bir tercih yapıyorsa, bu durum emperyalistler ve egemen sınıflar arasında bir uzlaşma ve anlaşmanın sonucu değilse var olan krizin sert dalgalar üretmesi kaçınılmazdır. Kaypakkaya yoldaş “Irkçılık politikasının kaynağı, sosyal temeli içerdedir. Emperyalizm, menfaatlerine el verdiği yerde bu sınıfların ırkçılık politikasını destekler, menfaatlerinin el vermediği yerde karşısına çıkar. Türkiye’de ABD emperyalizmi, menfaatine el verdiği için, Türk ırkçılığını kışkırtmakta ve desteklemektedir” diyerek şovenizm ve ırkçılığın bağımlı ülkelerle emperyalizm arasındaki ilişkisini doğru bir temelde kurmuştur. YEP’in emperyalizme bağlılık içeren bir yemin metni olması esastır. Bunun uygulanmasına ket vuracak bir şovenizm emperyalistlerin cezalandırmasına maruz kalmaktan kurtulamayacaktır.

KÜRT DÜŞMANLIĞI VE SAVAŞ POLİTİKASININ, ÖRTEMEDEĞİ UŞAKLIK

Ancak burada şunu belirtmekte fayda var McKinsey’le anlaşılması Tayyip-AKP kliğinin emperyalizm uşaklığının yeni bir ispatı olamayacağı gibi, böyle bir anlaşmanın bozulması da yine onun emperyalizme bağlı bir uşak olduğu gerçeğini karartmayacak bir ayrıntıdır. Nihayetinde bağlılık ve bağımlılık ilişkisinin baki olduğu, var olan ekonomik kriz içinde tarafları memnun edecek bir biçim ve çalışma tarzı arayışının söz konusu olduğu görülmelidir. Bunun ötesindeki tartışmalar boşa söylenmiş sözler, ormanı görmeyip ağaçla meşgul olan anlayışlardır. Tayyip-AKP kliğinin yönetme biçimlerinden biridir de bu tarz. Ancak bunu yaparken, açık çelişkiler, bir birini boşa düşürmeler, ırkçı ve şovenist argümanların traji-komik hal alan adres sormayan bir kurşun hale gelmesi gibi durumlar söz konusudur.

Türk egemen sınıflarının, savruk, savrulma ve yön bulma kabiliyetini kaybetme hali onu daha da saldırganlaştırmaktadır. Tayyip Erdoğan, her gün boy gösterdiği TV kanallarında Kürt kanı içmeye yeminli bir barbar ve vampir gibi davranmaktadır. Bir gün Rojava’yı kast ederek Fırat’ın doğusuna doğru akın, diğer gün Kandil ve Şengal’e doğru akınlar düzenleyeceklerini, bunların zamanının geleceğini deklere etmektedir. Yerel seçimler yaklaşırken, Kürt Ulusal Hareketi’nin kendilerinin istediği gibi bir yerel yönetim anlayışı içinde olmadığı durumda kazanacakları belediyelere kayyumların hazır olduğunu beyan etmektedir. Bu açıklamaların hemen sonrasında ise artık sadece içi boş bir fıçı haline gelen meclisin yeni yasama yılı açılışında “halkın sandık iradesi”nin önemi üzerine güzellemeler dizen bir şizofrenik hal sergilemektedir. Nihayetinde rutin olan politika ise Kürt düşmanlığını körüklemek, kitleleri şovenist histeriyle şekillendirmek olmaktadır.

Bu şekilde enflasyonun %25’lere kadar tırmanması, şirket iflaslarıyla yüzünü gösteren ekonomik sorunun örtülmesi, yoksulluğun ve sefaletin, işsizliğin ve iğneden ipliğe yapılan zamların yarattığı karamsar tabloyu bu şekilde bir yönetme biçimiyle kontrol altında tutmaya çalışmaktadır. Keskinleşen toplumsal çelişkilerin üstünü örtmek için dört başı mamur bir şovenizm kampanyasına koyulaşan baskı, şiddet ve katliam politikası eklenmektedir. Her türlü toplumsal muhalefeti rüşeym haldeyken sindirmek, gelişmesini engellemek ereği ile “enerjik” bir şekilde saldırmaktadır. Bu bir abluka halidir. Bu abluka işçi sınıfının, emekçilerin, Kürt ulusunun ve ezilen tüm toplumsal kesimlerin aynı enerjik karşı duruşuyla dağıtılacaktır. Faşizm kaybetmeye yazgılıdır. Bu tarihsel gerçeklik devrimci taktik politikalarla çabuklaştırılacaktır.