“Düşman, devrimci durumun gelişmesine yönelik bir yaklaşım ve tutum benimseyerek konumlanmaktadır. Özellikle bölgesel düzeyde gelişmelerin de tetikleyeceği yeni durum, politik ve ekonomik krizin sarsıcı boyutlara ulaşmasının tüm yapı taşlarının döşendiği koşulda savaş ve savaşa göre şekillenme devrimci bir hareket için zorunludur. Faşist diktatörlük buna göre konumlanmayı berhava etmek, tüm gerilla güçlerini, yer altı örgütlenmelerini, bu sürece hazırlanmaya çalışan politik özneleri güçten düşürmek, imha etmek ve felçli hale getirmek için odaklanmış durumdadır.” (1. Kongre Belgeleri, Partizan Özel Sayı, Kasım 2019)
Faşist diktatörlük Parti’nin 1. Kongresi’nde belirttiği bu yönelimine ara vermeksizin devam ediyor. Faşizmin; kuşatma, yok etme, teslim alma, tasfiyeciliğe sürüklemeye yönelik çok güçlü süren çabası, sınıf mücadelesinin hareketindeki derin gerilemeyle birleştiğinde karşı-devrim için büyük bir avantaja dönüşüyor. Böylesi dönemlerde karşı-devrim güçleri topyekün saldırıyı istikrarlı şekilde sürdürmenin tüm olanaklarına kavuşuyor. Durmaksızın ve nefes almaksızın örgütlü devlet gücünü adeta seferber ederek hareket ediyor. Tam ve mutlak “zafer” için tutkuyla, iştahla olabildiğince pervasız bir rota belirliyor. Faşist AKP-MHP bloğu 2016 yılından itibaren bu başarının elde edilmesi üzerine kodlanmış bir yönelim içindedir. zira buradan elde edilecek her başarı onlar için egemen sınıfların temsiliyet gücüne yeni güç katması, çıkarlarının daha güçlü gerçekleşmesi ve köhnemiş faşist diktatörlüğün ömrünün uzaması anlamına gelmektedir.
Gericiliğin saldırı dozunun, pervasızlığının artmasına paralel olarak sınıf mücadelesi ve hareketinin dinamizm içinde olmaması egemen sınıflar için olabilecek en büyük avantaj durumundadır. Bu çelişkilerin daha kolay yönetilmesini, gericiliğin politik gücünün pekişmesini, ideolojik kuşatmanın ve buna bağlı olarak yönlendirmenin daha etkin olmasını sağlamaktadır.
“ÇÖKERTME”YE KARŞI KUŞANMA ZORUNLULUĞU VE KAVRAYIŞI!
Bu kapsamlı saldırı, sınıf mücadelesinin en örgütlü ve dinamik kesimi olan Kürt ulusuna karşı “çökertme” operasyonlarıyla hayat bulup, Kürt Ulusal Hareketi’ni ve kitlesini “kontrol” edilebilir bir noktaya taşımak ve sistemi için zararsız bir “muhalif” güç konumunda sınırlamayı hedeflemektedir. Bu iki ayaklı yürümektedir; Birincisi, gerilla güçleri başta olmak üzere tüm silahlı ve illegal yapılanmayı başarısız kılmak, askeri yenilgiyle birlikte “silahlı mücadeleyle başarı elde edilemeyeceği” noktasına taşımaktır. Bu eksende şehirleri askeri, bürokratik, işbirlikçi ağıyla kuşatmakta, tüm legal olanaklar gasbedilmekte ve sıkı bir denetim ve baskı mekanizması kurulmakta, şehirlerin tümüyle imha edilmesine odaklı bir hazırlık içinde olunmaktadır. Kırlık alanda ise gerilla güçlerine yönelik teknolojik üstünlük ile savaşta inisiyatifi ele geçirmeye çalışmakta, bölgesel ölçekte yürüyen savaşın avantajı ile gerilla güçlerinin askeri hamlelerini görünmez kılmakta ve geniş kitlelere karşı bunu psikolojik-savaşla başarıya dönüştürme hesabındadır. Bu duruma Rojava işgali, Irak Kürdistanı’nda durmaksızın askeri seferberlikle hareket etmeyi eklemektedir. Bu durum Kürdistan’ın her bir parçasındaki mücadelenin sadece askeri kuşatma ile değil, emperyalistlerin ezen ulus lehine aldıkları konumlanışı kullanarak politik kuşatmayla sürdürülmektedir. İkincisi ise, ulusal hak talepli legal siyaset yapma hakkının “terör” kapsamına sokularak ağır baskı altına alınması durumudur. Bu saldırı faşizmin yönetim biçimiyle uyumludur. Ancak burada asıl amaç “legal” siyaset olanaklarını tümüyle yok etmek değil, Kürt ulusal hak mücadelesinde parçalanmayı sağmaktır. Burada HDP üzerinden geniş bir kitleye meşruiyet sorunu yaşatmak, kozasından çıkmayı bekleyen liberal burjuvaların da böylesi dönemlerde yelkenleri indirmeye hazır olan politik tutumlarını da arkalayarak şovenizmle zehirlenmiş kitlelerin hassasiyetini gözeten bir siyaset hattına sokmak asıl amaçtır. Bu bağlamda saldırılar sadece örgütsel bir parçalanmayı değil siyasal hatta bir parçalanmayı, dağınıklığı ve yönsüzlüğü sağlamayı içermektedir. Ki HDP içinde yuvalanmış liberal burjuvaların “yeni arayış, yeni çizgi” söylemini daha cüretli dile getiren tutumları, parlamentarizmi saldırılar karşısında bir “direnme” biçimi olarak dayatan yaklaşımları faşizm için oldukça kolaylaştırıcı faktörler olmaktadır.
TASFİYE VE “LEGALİTE” KULVARINA KARŞI İKTİDAR BİLİNCİYLE DONANMA!
Saldırının diğer ayağı ise devrimci, demokrat, ilerici tüm güçlere yöneliktir. Ekonomik haklar için ya da siyasal haklar için yürüyen her mücadele, örgütlü ya da örgütsüz olmasına bakmaksızın faşizmin hedefi durumundadır. Ekonomik ya da çalışma yaşamı için direnişe geçen sendika ya da işçiler, demokratik bir üniversite için talepte bulunan öğrenciler, söz-eylem özgürlüğü talebinde bulunan demokrat ve devrimciler, çalışma özgürlüğü isteyen atanamayan üniversite mezunları ya da işsizler ordusunun parçası olan kesimler devletin doğrudan saldırısına maruz kalmaktadır. Eylem hakkı boğulmakla kalmamakta, söz söyleme hakkı yasaklanmakta, dile gelen talepler “yasalar” gösterilerek yasadışı ilan edilmekte, dayanışma ruhu “dış güçler”, “vatan hainliği”, “provokasyon” olarak hedef gösterilmektedir. “Terör” kapsamlı polis operasyonları artık her demokratik-ilerici direniş mevzisinin başına gelecek rutin tutum olarak toplumsal kesimlere benimsetilmeye çalışılmaktadır. Muhalif sendikalar, meslek örgütleri ağır baskı altında kalmakta, bu örgütlerin üyeleri her an işsiz kalma tehlikesiyle sindirilmektedir.
Devrimci, demokrat güçler bu saldırılarla iki yönlü bir yenilgi kıskacına sokulmak istenmektedir. Birincisi, yoğunlaşan ve keskinleşen toplumsal çelişkilere rağmen sınıf mücadelesinin hareketlenmemesi ve derin bir gerileme halinin devam ediyor olmasına dayanarak “direnç” noktalarının baskı aracıda kullanılarak kırılması. Bu bağlamda “baş edemeyen” bir ideolojik kırılma yaratarak, ilerici ve halkçı siyasi çizginin gerici burjuva-feodal sistem partilerine ve temsilcilerine yüzünü dönmesine ve güçlü şekilde yedeklenmesine neden olmaktadır. Bu özellikle reformist hareketlerde kararlı bir çizgiye doğru evrilmektedir. CHP ve oluşturduğu Millet İttifakı’na yedeklenmeye, hatta muhatap alınmadan kimliksizleştirilerek kayıtsız şartsız destek olmaya kadar varmış durumdadır. Halkın ve devrimin yalpalayan dostları olan reformistler böylesi kapsamlı saldırılar karşısında izledikleri çizgi ile siyasi bir kirlilik yaratıp ezilenlerin kafasını karıştırması, dağınık ve örgütsüz kitleleri manipüle etme aracına dönüşmesi durumu söz konusudur. İkincisi ise, devrimci cephede yaşanan kırılmadır. Bu cephede faşist saldırılara karşı daha dirençli bir tablo söz konusuyken, devrimci taktik ve çizgiyi savunma ve bunda ısrar etme noktasında ciddi bir “ricat” söz konusudur. Legaliteyi varlık koşulu sayan ittifak politikaları, iddiadan soyutlanmış politik hat, halk yığınlarının kesinlikle geçici olan dağınıklığı ve umutsuzluğu yüzünden sınırlanmış faaliyetlerin meşrulaştırılması, devrim programı olarak iyileştirmelerin ve anayasalcı çözümlerin halka sunulması, silahlı mücadele fikrinden ve zemininden “koşullar teorisiyle” kopuş, kitlelerin hareketsizliğini “dayanışmacılıkla” kitle dalkavukluğuna çeviren tutum ve bunların toplamında yaşanan ideolojik tasfiyecilik ve reformist karakterli eğilimler söz konusudur. Bu devrim programı, taktik ve stratejisiyle hareket eden öznelerde eksilmelere, ideolojik tükenmişliğe neden olan bir tablo yaratmaktadır. Burada sorun kesinlikle faşizmin saldırılarıyla yaşanan örgütsel yenilgiler, darbeler değildir; sorun ideolojik olarak yenilgi ruh halinin benimsenmesi, bundan çıkış ararken her ağır gerileme döneminde boy veren tasfiyeciliğin kendisidir.
Bugün saldırıların ağırlığı, sınıf savaşımı ve hareketindeki gerileme, Rus sosyal emperyalizminin “sosyalizm” maskesini atmasıyla birlikte gelişen ve sürekli büyüyen ideolojik kuşatmanın yıpratıcı etkileri ve dağınık-örgütsüz kitlelerin keskinleşen ve büyüyen çelişkilerine rağmen bunu gidermeye yönelik “isteksizliği” devrimci harekette reformizmin tipik göstergesi olan “eski (sistemin), egemen sınıfın ana temellerini ortadan kaldırmayı gerektirmeyen değişiklikler” ile sınırlayan bir siyasi çizgiye doğru ricat etmesini getirmiştir. Sistemin temellerini sarsmaya bağlanmayan, hatta temelden sarsma görevini halk yığınlarını ürküttüğü için artık onlara giderken dillendirmeye gerek olmadığını söyleyen, bir yaklaşımla “iktidarsız iktidar” teorileri referans alınmaktadır. Seçimle iktidar, anayasal düzenlemeyle iktidar gibi yaklaşımlar söz ve eylemin, konumlanış ve çizginin ana öğeleri durumuna gelmiştir. Bu cephede faşizme karşı direnme hattı bu eksendeki bir tasfiyeciliği içerecek şekilde boy vermekte, serpilmekte, saldırılar büyüdükçe bu hatta da bir direnç kemikleşmektedir.
ÇİZGİDE ISRAR, KAVGADA AMANSIZ, TUTUNURKEN HAMLECİ!
Komünistler cephesinde ise en başta ve kesin olarak böylesi ağır saldırı döneminin ruhuna uygun olarak ideolojik temele dayalı, proletaryanın bağımsız kimliğini korumanın yolu olan “hem de bilinçli bir şekilde Ortodoks Marksizm zemini üzerinde duran” (Lenin) bir konumlanış, örgütlenme ve tutunma savaşımı söz konusudur. Proletaryanın tarihsel sorumluluğu ve “proleter devrimcilik” vurgusuyla ideolojik temelini alan 1. Kongre, tasfiyecilik, reformizm ve sınıf uzlaşmacılığıyla arasına keskin çizgiler çekerek yürüme iradesini beyan etmiştir. Böylesi ağır saldırıların, keskin dönemeçlerin, büyük sapmaların, gerileme ve umutsuzluk dönemlerinin en başta ideolojik temelde ve güçlü bir siyasi çizgiyle karşılanması gerekmektedir. Parti tarih sahnesine çıktığı koşulların ruhunu kuşanarak süreci karşılama iradesini beyan etmiştir. “RSDİP’in, devrimci dönemde oluştuğu gibi sağlamlaştırılması; onun gerek otokrasiye ve gerici sınıflara, gerekse de burjuva liberalizme karşı uzlaşmaz mücadele geleneklerinin korunması; devrimci Marksizmden uzaklaşmaya, RSDİP’in şiarlarının budanmasına ve çöküşün etkisine yenik düşmüş Parti içindeki bazı unsurlar arasında ortaya çıkan, onun illegal örgütlerini tasfiye etme çabalarına karşı mücadele” (Lenin, Seçme Eserler, Cilt 4) yaklaşımını kararlı şekilde benimsemiştir. Bu eksende parti içinde boy veren sağ tasfiyecilikle mücadele ile çizgisini sahiplenmiş, MLM hattan uzaklaşmaya karşı tutumunu açık şekilde beyan etmiştir.
Bu ideolojik tutum faşizme karşı amansız bir savaşıma ve iktidar perspektifli yönelimle mücadelesini sürdürmeye dönüşmüştür. Halk Savaşı’nın zaferine olan bağlılık, gerilla mücadelesinde ısrar ve kararlılık olarak vücut bulmuştur. Faşist diktatörlüğün topyekûn saldırısının, devrimci mücadelenin gelişimine el verecek çelişkilerin mayalanması ve bileylenen öfkenin karşılanmasına ket vurmayı da içeren özünü ortaya koyarak pratik hattını ve konumlanışını almıştır. Devrimci-komünist çizginin böylesi ağır saldırı dönemlerinde, gerici güçlerin geleceği de karartacak şekilde organize olduğu koşulda, inisiyatifi ve kontrolü kaybetmeden, zafer ve yenilgi ilişkisini güçlü şekilde kavrayarak anın devrimci sorumluluğunu ve geleceği karşılama perspektifini mutlaka pratik hatta inşa etmesi gerekir. İşte tam da ideolojik-politik-askeri kuşatma ve tasfiye etme saldırısı altında aynı gerekçelerle süreci “tutunma savaşı” olarak tanımlayarak ideolojik-siyasi ve örgütsel konumlanışı, esas ve yedek güçlerini, dost ve düşman güçleri ve nasıl ilişkileneceğini, taktik-politik hattını belirlemiştir. İdeolojik mücadelede de, dostlarıyla ilişkilenme ve politik mücadelede de düşmana yönelimde de devrim stratejisinin esas halkasını konumlandırmada da, gelişmelere karşı proletaryanın çıkarlarını gözetme ve tutum almada da içinden geçilen sürecin tüm özgünlüğünü içerecek şekilde kesin ve kararlı bir tutunma savaşımı vermektedir. Gerici akıntının gücü, ideolojik-politik-örgütsel çizgide tasfiyeci savrulmalara ve çöküşlere sahne olurken, yürüyen ve kendini üretme iradesi ve tutunurken hamleyi örgütlemeye olumlanan çizgisiyle parti süreci karşılamaktadır.
Kuşkusuz bu süreç kolay olmamaktadır ve olmayacaktır. İdeolojik-siyasi-örgütsel çizgi verilen kayıplarla “uzağa bakan” tarihsel bir iradeyle örgütlenmektedir. Süreç, Nubar’la önderlik iradesi, Deniz ve Özgür’le komutanlık iradesi, Asmin, Rosa, Muharrem ve Şerzan’la militanlık iradesi ve son 5 yılda verdiğimiz onlarca kayıpla bir bütün Halk Savaşı’nın zaferine olan kararlılık iradesi, halkın keskinleşen çelişkilerini iktidar perspektifiyle örgütlemeye aday parti iradesiyle ve tutunurken yetkinleşme iradesiyle karşılanmaktadır.