31 Mart yerel yönetim seçimleri son 25 yıllık seçimler maratonunun heyecanı en düşük seçimleri olarak seyretmektedir. AKP-MHP faşist bloku da diğer faşist klikler de kitleleri heyecanlandırmayı, istedikleri gibi politize etmeyi henüz başaramadılar. Bir önceki seçimlerde kitlelere dayatılan derin yarılmalı bloklaşmanın, ağır manipülasyon ve psikolojik savaşla yürütülen ve kitleleri gerçeklikten koparan, yanılsamalı politik tablonun hayal kırıklığı ile sonuçlanmasının bundaki etkisi büyüktür. Açık bir meydan kavgası gibi seyreden, herkesin varını yoğunu ortaya koyduğu hissi uyandıran “çetin” mücadelenin sonunda tüm egemen sınıf klikleri normal siyasi hayatlarına döndüler. “Zafer bizimdir” naralarının yerini “rızası alınmış kitle” gerçekliği kaldı egemenler için… “Köprüye varmadan son çıkış” retoriğinin içi boşluğu öfkesi büyümüş kitlelerde boğazda düğüme neden oldu ve “umut” yaratma sihrine sahip “seçim oyunu” bugünlerde vasat bir orta oyunu gibi ilgi çekmez noktada.
Kitleleri, faşist devlet yönetimine bağlayarak klikler arasında parçalayanların ekonomik-siyasi durumun değişeceğine dair vaatlerinin büyük bir sahtekârlık olduğu geniş halk kitleleri nezdinde ortaya çıkmıştır. Devlete değil ama AKP-MHP blokuna muhalefet edenlerin “birliği”nin yeni hiçbir şey söyleyemediği, aksine halkı aldatmaya giriştikleri seçimlerin hemen sonrasında dışa vurdu. Bu, hiç bilinmeyen, beklenmeyen bir sonuç değildi elbette. Ne var ki fütursuzluk, ciddiyetsizlik ve “yaptım olduculuk” geniş halk kesimlerinde bir hayal kırıklığı yarattı.
Egemen klik kaçınılmaz olarak, eli mahkûm ama bundan da çok ona verilmiş bir görev olduğu için halka yönelik ağır ekonomik saldırıyı devam ettirdi. Altılı Masa’nın oynadığı “demokrasi için mücadele” oyununun Çehov’un “duvarda asılı tüfek oyunun devamında patlamalıdır” ünlü sözüne uygun olarak bir iç boğuşmayla sonuçlanması bu kliğin ne derecede çürük olduğunu gösterdi.
Bu tablo seçimlerin halk için yeni felaketlerin habercisi olmaktan başka bir şey olamayacağını, “değişim için seçim” iddiasının düzeni yeniden tercih etmeye ikna yalanı olduğu halkımızın bilgi hanesine yazıldı. Halkımız kendi tecrübesiyle bu doğru bilgiye biraz daha yaklaştı.
Seçimlere ilginin daha az olmasının, beklenen heyecanın yaratılamamasının bir diğer nedeni de ekonomik buhranın halkın yaşamında derin bir yoksullaşma olarak gerçekleşmesidir. Gün gün yoksullaşan, her günü bir önceki günü aratan kitleler için yaşamı idame ettirme mücadelesi egemenlerin davet ettiği şükürden sonra bugün daha fazla dirayet ve sabır çağrısı yaptırıyor! Bu, inancı dahi öldüren bir seviyededir.
İlerici, demokrat, yurtsever, devrimci güçlerin çalışmalarının merkezine seçimi koymalarında ise yukarıdaki tabloya rağmen bir değişim yaşanmamaktadır. Parlamentarizme demirlemiş, Anayasalcı hayallerle yatıp kalkan bu kesimlerin seçime yoğunlaştıkları görülmektedir. Yerel seçimlerden örgütlenmek için yararlanma anlayışının yerini büyük politik imkânlar için seçimlerde “büyük oynama” anlayışı almış durumda. Özellikle çetin ve uzun süreli ulusal baskıya son verme mücadelesinin kazanımlarının ürünü olan legal imkânlar bugün amaçlaşmış durumdadır. Tasfiyeciliğin yayıldığı, sürekli yenilginin tattırıldığı bu legalizm minderinde, güreşe doymayan cılız pehlivan misali nara atılmaya devam edilmektedir. İlkelere dayanmayan, sonuca odaklanan “uzlaşma” arayışları halkın çıkarlarına hizmet etmeyen ittifak politikalarını doğurmaktadır. Devlet aracılığıyla kitleler üzerinde egemenlik tesis etmiş şovenizmin etkisiyle bir güç olmaya yeltenen sosyal şovenizm devrimci saflar için açık bir politik hedef olmalıyken seçimde demokrasi saflarına bu kesimlerin de kabul edildiği bir uzlaşmacılık gelişmiştir. Bu uzlaşmacılıktan beklenti halk kitlelerinde oluşacak sempatidir. Oysa halkın böyle bir eğilimi yoktur. Onlar bu politikanın gerçek sahiplerini tanıyorlar ve gerçek olan halk için her zaman daha ilgi çekicidir. Bu yolla söz konusu kesimleri burjuva-feodal sınırlara çeken bir yönelim inşa edilmektedir.
Dar kafalılıkla malul bu liberal çizgi, dar kafalılığı kitlelere, tarihin bugünkü seyrine, “ilginç günlerden geçiyoruz”a yıkan reformist teorilerle endam ediyor. Hiç kuşkusuz sorun demokrat ve devrimci güçlerin seçimlere katılması değildir. Sorun legal çalışmaların nasıl yürütüldüğüyle ilgilidir. Lenin yoldaş “Kavga -sonuçta “yalnızca!”-, verili legal çalışmanın liberal ruhla mı, yoksa tutarlı-demokratik ruhla mı yürütüleceği konusundadır” diyor. Seçim çalışmaları, liberal bir ruhla, legal olanakların amaçlaştırılmasıyla, devrimci mücadelenin sorunlarından koparılmasıyla karakterize olmaktadır. Bu yönüyle halkın kurtuluş perspektifiyle derin çelişki içindedir. Lenin yoldaş “Marksistler kısmi talepleri reddetmiyorlar. Bu saçmalıktır.” diye belirttikten sonra komünistlerin bu noktadaki yaklaşımını çok berrak şekilde ifade etmişti: “Biz, kısmi talepler gevezeliğiyle reformizmin halkı dolandırmasını reddediyoruz. Bugünün Rusya’sındaki liberal reformizmi reddediyoruz, çünkü ütopiktir, menfaatperest-yalancıdır, anayasa hayalleri üzerine inşa edilmiştir ve büyük toprak sahipleri önünde dalkavukluk ruhuyla doludur.” Aynı ruh söz konusu anlayışlarda hayat bulmaktadır.
Burjuvazinin kayıp ruhlarına beden arandığı ve ruhunu yitirenlerin bunlara vücut olmaya çalıştığı şartlarda başta işçi sınıfı olmak üzere emekçilerin büyük bir öfke ve tepkiyle, huzursuzluk içinde hareket ettiğini, protesto eğiliminin güç kazandığını görüyoruz. Egemenlerin krizi işçi sınıfının ve emekçilerinin yaşamındaki köleliği, açlığı, yoksunluğu yoğunlaştırmaktadır. İşsizlik korkusuyla aç ve yoksun işçiliğe boyun eğdiren denklem krizden kârlı çıkmanın fırsatı olarak yayılmaktadır. Emperyalist sermayenin ve uşaklarının doymak bilmez kâr hırsı korkunç çevre felaketlerine, işçi kıyımlarına yol açmaktadır. Erzincan İliç bunun son örneğidir. Madenciliğin önü tamamen açılmışken bunun son örnek olarak kalmayacağı kesindir.
İşçi sınıfı sefalet ücretlerine, hak arayışlarına, örgütlenmeye dönük içeriden ve dışarıdan devam eden saldırılara, işten çıkarmalara karşı mayalanan ve yaygınlaşan tepkisi söz konusudur. Gözle görülür bir emekçi hareketi söz konusudur: Konya-Seydişehir Eti Alüminyum Fabrikasında, Mersin ve Düzce’de Erciyas Çelik Boru fabrikalarında, İstanbul Başakşehir Belediyesi ve Akar Grup’un yüklenici, Reis Elektrik’in taşeron olduğu Başakşehir Yuvam Konutları’nda, Yalova ve Tuzla tersaneler bölgesinde, Antep‘te Zafer Tekstil, Bulut Tekstil, Kimpack ABY Plastik (NAKSAN) ve Burteks fabrikalarında, Antep – İslahiye OSB’de bulunan Key Mensucat’ta, Antep Milat Halı Fabrikasında, Antep Selçuk İplik’te, Urfa Özak Tekstil’de, İzmir Agrobay Seracılık’ta, Sakarya Hendek 2. OSB’de bulunan Burda Bebek Fabrikasında, Çanakkale Çan’da bulunan Türkiye Kömür İşletmeleri (TKİ) Çan Kömür İşletmesi’nde, İstanbul Sputnik Haber Ajansında, İstanbul Şişli Belediyesi’nde, Urfa Tüvtürk-Polçak’ta, Ankara merkezli Mitaş Endüstri ve firmanın Ankara ve Kocaeli’nde bulunan fabrikalarında aynı firmaya bağlı İzmir Aliağa OSB’deki MİCHA isimli işletmesinde, Ankara Patiswiss Çikolata’nın OSTİM ve Temelli OSB’de bulunan fabrikalarında, Isparta DSİ’de, Afyon Milsapark şantiyesinde, İstanbul Tuzla’da bulunan HT Solar Enerji Fabrikasında, İstanbul Doğa Koleji’nde, Adana SASA’nın yeni yapılan fabrika inşaatında, Samsun Şehir Hastanesi projesini yapan Gürbağ İnşaat firmasının taşeronluğunu yapan ED Group’da, Gebze Portakal Plastik’te, İstanbul Galataport/Nusr-Et/Doğuş Holding Tüvtürk’de, İstanbul- Beylikdüzü’nde bulunan Beyda Gıda’da, Aliağa‘da bulunan rüzgar tribünleri üretimi yapan CS Wind’te, İstanbul Roniteks’te, Gebze’de bulunan Mersen’de, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi hastanelerinde Ankara Tıplılar Vakfı’nın iktisadi işletmesi olan ANTIP’da, Antep’te Ender Alüminyum’da, Gebze’de bulunan Olimpia Otocam Fabrikasında, Gebze Esitaş Elektrik işçileri İstanbul/Esenyurt’ta bulunan Perfetti gıda fabrikasında işçilerin dirençli ancak dağınık, henüz bir bütün haline gelmemiş mücadeleleri söz konusudur.
Ayrıca Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası’nın çağrısıyla çeşitli kentlerden Ankara’ya gelen öğretmenler 29 Ocak’ta Meclis önünde bir protesto gerçekleştirmiştir. Şubat ayında DERİTEKS yöneticilerine Akar Tekstil patronlarının silahlı saldırısı da yine dikkat çeken gelişmelerden biridir. Saldırı 13 Şubat’ta Tuzla Organize Deri Sanayi Bölgesinde, 14 Şubat’ta İzmir’de Akar Tekstil Fabrikası önünde kitlesel şekilde protesto edildi.
Yüzümüz bu harekete dönmelidir. Tüm verili legal çalışmalarını aynı zamanda devrimin propagandasına ve devrimin sorunlarını, ihtiyaçlarını anlatmaya yöneltmelidir. Gelişmelere devrimci bir ruhla müdahale etme yaklaşımında olunmalıdır.
Bugün devrimci hareketin güçsüzlüğü ve zayıflığı ne kadar gerçek ise kitlelerin öfkesi ve tepkisinin büyüklüğü de başka bir gerçektir. Böylesi dönemler için Lenin yoldaş “Huzursuzluk duyan, protestolarda bulunan, dağınık olan ve dağınık oldukları için de güçsüz olan kitleler ile devrimci örgütler arasındaki bağın kopma tehlikesi yok mudur? Oysa başarımızın biricik teminatı bu bağdır” demektedir. Kitlelerle zayıf olan bağımız bu bağın devrimci temelde güçlü bir şekilde kurulması görevini hatırlatmaktadır. Zira halkı savaştırmaya dayalı, faşizmi alt etmeye dayalı çizgimizin teminatı bu bağdır.