Dünya’nın her bir noktasında egemen sınıflar halklara karşı hak gaspına, talan ve sömürü merkezli saldırılara devam ediyor. Bu saldırılar karşısında halklar birçok yerde öfkesini sokağa taşıyor ve buralarda isyan harlanıyor. Bunun yeni örneklerini Arjantin, Kenya ve Nijerya gibi ülkelerde gördük.
Benzer bir durum, sebebi farklı yansısa da temelde ekonomik kriz olmak üzere Bangladeş’te görüldü. Öğrenci gençliğin örgütleyicisi olduğu protestolarda 200’den fazla kişi katledildi. Bu rakamın çok daha fazla olduğu genel olarak kabul gören bir iddia. Protestocu öğrenciler Avami Birliği Partisi ile bu partinin öğrenci kanadı Bangladeş Öğrenciler Birliği’nin yoğun saldırılarına maruz kaldı. İktidar partisinin kanadı olan bu öğrenci birliği sokaklarda öğrencilere silahlarla birçok saldırı düzenledi. Bunlardan biri bir yaralı protestocu öğrenciyi taşıyan ambulansa yönelik saldırıydı. Bu saldırıda ambulansın şoförü vuruldu. Bu tarz katliamlara özellikle yarı sömürge yarı feodal ülkelerde rastlamamız da bir rastlantı değildir. En ufak hak arama talepli eylemlerde bu ülke yönetimleri korkakça saldırgan davranmaktalar. Kuşkusuz bunun nedeni yarı feodal yarı sömürge ülkelerdeki egemen sınıfların güçsüzlüğüdür. Yönetme kapasitesi sınırlı olan bu güçlerin sıklıkla “sopa”ya başvurması bir olgudur. Bu “sopa”nın aşırı kullanılması bazen sopanın sopayı kullananın sırtına inmesiyle de son bulmaktadır. Bangladeş Başbakanı devam eden gösterilerin sonunda istifa ederek ülkeyi terk ettiği bilgileri bu bakımdan dikkat çekicidir…
Hatırlanacak olursa İran’daki Jîna Emînî eylemlerinde 500’den fazla kişi katledilmiş, onlarca kişi de idam edilmişti. Yine Kenya’da vergi düzenlemesine karşı başlayan eylemlerde 30’dan fazla kişi katledilmişti. Bu durumu egemen sınıfların isyan eden kitlelere yönelik ortak tepkisi olarak yorumlayabiliriz. Artan yoksulluk, işsizlik ve ekonomik kriz karşısında kitlelerde biriken öfkenin sokaklara akması egemenlerin tahtlarını sarsmakta, statükolarını zedelemektedir. Buna karşı zayıf olan iktidarlarını korumak için aldıkları “önlem” katletmektir.
KOTA SİSTEMİNİN GEÇMİŞİ
Bangladeş’te kısa sürede isyanın patlak vermesinin sebeplerine bakacak olursak ülkenin kısa geçmişini incelememiz gerekecek. 1971 yılındaki Bağımsızlık Savaşı’ndan sadece bir yıl sonra savaşa katılanların kamuda çalışmaları için yüzde 30 oranında yer ayrıldı. Daha sonra 1997 yılında savaşa katılanların çocukları da bu kotaya eklendi. 2010 yılında ise savaşa katılanların torunları da bu kota kapsamına alındı. 2018 yılının Ekim ayına gelindiğinde büyük çaplı protestolar karşısında Bangladeş hükümeti kota sisteminin kaldırıldığına dair genelge yayımladı. 2018 yılında kaldırılan kota sistemi bugüne geldiğimizde “İsyana ne sebep oldu?” diye soracak olursak şöyle özetleyebiliriz: 2021’de Bağımsızlık Savaşı’na katılanların aileleri kota sisteminin geri getirilmesi için Yüksek Mahkeme’ye dilekçe verdi. Günümüze gelindiğinde Yüksek Mahkeme, hükümetin kota iptali genelgesini iptal etti ve kota sistemi yeniden yürürlüğe girdi. Özetle, öfkenin patlamasına sebep olan olgu kota sisteminin tekrardan aktif hale gelmesi oldu. Hükümetin protestoya katılan öğrencileri kota sistemine karşı çıktıkları için “Razakar” olarak adlandırması da büyük öfkeye yol açtı. “Razakar” savaşta Pakistan’a yardımda bulunanlar için “hain” anlamında kullanılıyor. Sormak gerekiyor: 2018 yılında kotayı kaldıran hükümet bu durumda “hain” olmuyor mu?
Kota sistemine duyulan öfkeyi anlamak için öncelikle bu sisteme dair kısa bir inceleme yapmamız gerekiyor. Toplamda yüzde 56’lık kesim için bu kota oluşturulmuş durumda. Yüzde 30’luk büyük bir oran ise savaşa katılanların ailelerine ait. Kotanın yüzde 10’u kadın, yüzde 10’u “geri kalmış” bölgelere, yüzde 5’i azınlıklara, yüzde 1’i engellilere ait. Yani kamuda istihdam için toplamda yüzde 56’lık kontenjan bu gruplar için sağlanmış durumda. Bangladeş üniversitelerinin her yıl 400 bin mezun verdiğini hesaba katarsak kota sistemine neden öfke duyulduğunu daha iyi anlayabiliriz. Yaklaşık 18 milyon gencin iş aradığını da eklersek bazı şeyler daha da netleşecektir. İşsizlik oranının resmi rakamlara göre yüzde 4, diğer araştırmalara göre yüzde 12 olduğu bir ülkede kamu işleri diğer işlere göre daha prestijli işler olarak yorumlanıyor. Dolayısıyla öğrenciler arasında rekabet artıyor.
Kota sistemine bu kadar öfkelenilmesinin bir başka sebebi de iktidar partisinin kendi siyasi çıkarları doğrultusunda böyle bir adım atmasıydı. Kamu işlerinde -ordu, polis, savunma, medya vs.- iktidara yakın kişiler istihdam ediliyor. Ayrıca istihdamın oldukça kısıtlı olduğu ülkede kamu işlerinin kotası iktidara yakın, “sadık” kişiler ve onların akrabalarıyla dolduruluyor. Öğrencilerin asıl tepki verdiği nokta ülkedeki işsizlik ve sağlanmayan adalet. Yani temelde sistem sorunu!
Sonuç olarak; protestolar itibarıyla Bangladeş Yüksek Mahkemesi, 21 Temmuz’da, savaşa katılanların ailelerine ayrılacak kontenjanı yüzde 30’dan yüzde 5’e düşürdü. Yine de protestolar büyüyerek devam ediyor. Çünkü öğrenciler hükümete güven duymuyor, hükümetin kendi çıkarlarını gerçekleştirmek için bu tarz yasalara ihtiyaç duyacağını düşünüyor.
SORUNLAR ORTAK, MÜCADELE ŞART
Bangladeş’te görülen durum yaşadığımız coğrafyaya baktığımızda oldukça tanıdık geliyor. Örneğin Bangladeş’te protestolar sürerken Türkiye’de benzer bir olay gündeme geldi. BBP Genel Başkanı Mustafa Destici’nin kızı Özgül Hilal Destici’nin TBMM kadrosunda işe girdiği ortaya çıktı. Destici, gelen tepkilere karşı arsızca “Herkes yapıyor” savunmasını yaptı. Söylediği şey doğruydu aslında. AKP’li ve MHP’li vekillerinin çocuklarının TBMM’de çalıştıkları da ispatlandı. Önce farklı kadrolarda işe başlayan bu kişiler daha sonra hiçbir sınava girmeden sadece birilerinin akrabaları oldukları için atanıyor. Sadece akraba olmaları da gerekmiyor. Bu tarz kadrolar iktidar blokuna yakın isimlerle dolduruluyor. Güncel bir örnek verecek olursak Konya’da imam hatip lisesinde din öğretmenliği yaptığı sırada Kültür ve Turizm Müdürlüğü’ne atanan Abdüssettar Yarar, geçtiğimiz haftalarda TBMM’de işe başladı. Aynı şekilde gazilere, “şehit” yakınlarına ek yardımlar sağlandığını görebiliriz. Savaşa katılıp devletin çıkarlarını savundukları için bu kişiler bir bakıma “ödüllendiriliyor”, halk nezdinde “kahraman” ilan ediliyor.
Savaş kahramanlarına, gazilere sağlanan bu tür yardımlar devletlerin geleneksel bir tavrıdır. Bununla birlikte bu geleneğin istismarının yoğun ülkeler esas olarak geri iktisadi şartlara sahip, toplumsal gelişimi emperyalizm destekli feodalizm tarafından önlenen ülkelerdir. Bu tip ülkelerin bu geleneği istismar edebilmelerinin nedeni devletlerin bürokratik burjuvaziyi üreten yapılarıdır. Zayıf ve kendi kendine yeterli bir sermayeye sahip olmaktan çok uzak burjuvazinin devlet olanaklarına yaslanarak güç sahibi olması bu ülkelerdeki temel özelliklerden biridir. Asalaklık, devletin bir arpalık olarak yaygın kullanımına söz konusu kontenjan olanakları örnek olarak değerlendirilebilir.
Kısaca yukarıda bahsettiklerimiz “geri kalmış” denilen ülkelerin ortak sorunlarındandır. Ekonomik kriz, işsizlik, rüşvet, hak gaspları ve sayabileceğimiz nice ortak sorun kitlelerin yaşamlarını tehdit ediyor. Örneğin Bangladeş’te milyonlarca insan temiz suya ve elektriğe erişim sağlayamazken tek şansları yaşanabilecek düzeyde para kazanabilecekleri bir işte çalışmak olan öğrencilerin önüne ket vuruluyor. Hayatta kalmalarına bile izin verilmeyen kitlelerin önünde isyan etmekten başka seçenek kalmıyor. Hayat pahalılığına karşı yaygınlaşan eylemleri görüyoruz. Eylemlerin ortaya çıkış sebepleri farklı gözükse de temel sebebin ekonomik kriz olduğu açıktır. Nijerya, Kenya, Arjantin, Bangladeş örneklerinde de görüldüğü gibi kitlelerin temel talebi daha iyi koşullarda yaşayabilme arzusudur.
Çürümüş sistemin kitlelere sunduğu seçenekler yoksulluktan başka bir şeyi içermiyor. Her geçen gün yaşam mücadelesini sürdürebilmenin koşulları ağırlaşıyor. Çelişkiler keskinleşirken mücadele etme zorunluluğu karşımıza çıkıyor. Ortak sorunlardan bahsederken bu ortak sorunlara karşı benzer tepkilerin de geliştiğini görüyoruz. İsyan koşulları uygundur. Yeter ki kitleleri harekete geçirme görevini üstlenelim.