Dörtlerin Gecesi kitabının yazarlarından ve Diyarbakır Zindanı direnişçilerinden Mehmet Tanboğa ile dünü, bugünü ve geleceğe uzanan, ezilen halkların tarihine yazılan ve gelişen süreç üzerine konuştuk.
Mehmet Tanboğan, 1957’ de Diyarbakır merkeze bağlı Leylek köyünde doğdu. İlk, orta ve liseyi dışardan okuyarak bitirdi.
1978’in sonlarında Kürt ulusal kurtuluş mücadelesine katıldı. 1980’de gözaltına alındı ve tutuklandı. PKK ana davasından yargılandı. 1983’de mahkemenin verdiği karar sonucu 35 arkadaşıyla ile birlikte idama mahkûm edildi. Yasal ve siyasal gelişmeler nedeniyle idamlar gerçekleştirilemedi. 1996’da tahliye edildi. Tahliye sonrası ülke dışına çıktı ve halen yurt dışında yaşamaktadır.
Yeni Demokrasi: Devrimci mücadeleyle ne zaman tanıştınız?
– Devrimci mücadeleyle ilk olarak 1971-1972’de tanıştım. Diyarbakır’da bir un fabrikasında çalışıyordum. Antepli bir ustamız vardı, sosyalist kimliğe sahipti. Bizi toplayıp sendikalara götürüyordu. “Emek, işçi, proletarya, sosyalizm ve devrim” gibi kavramlar bize anlatılıyordu.
YD: Bahsettiğiniz dönemde ulusal hareket ve ulusal bilinç ne durumdaydı, günümüzdeki durumla kıyaslarsak neler söyleyebilirsiniz?
– Bu anlattığım dönemlerde daha çok sosyalizm kavramı ve bilinci hakimdi. Sınıf endeksli mücadele biçimi tartışmalara konu oluyordu. Ailemde ulusal bilinç ve Kürt kimliği ağırlıktaydı. Ailemizde bunun ağırlıkta olmasının nedeni hem Şeyh Sait döneminde hem de Ağrı İsyanı’nda dedelerimin de isyanın içinde yer almalarıydı.
YD: Ulusal harekete katılmadan önce, Mahir Çayan, Deniz Gezmiş ve İbrahim Kaypakkaya’nın kurduğu örgütlerden herhangi birinde yer aldınız mı?
– 1975’te Mahir Çayan sempatizanlarıyla bir temasım oldu. Ama bu örgütlü değil de duygusal bir ilişkiydi daha çok. 1976’da ulusal hareketler varlığını göstermeye başladı. Diyarbakır’da özelikle DDK, Özgürlük Yolu, KAWA, Rızgari gibi oluşumları yeni yeni tanımaya başlamıştım. Ama bu örgütlerle de direk bir bağım olmadı. 1977 sonlarında ulusal hareketle ilişki kurdum. Beni ulusal hareketle ilişkiye geçiren ve örgütleyen aktif bir PKK militanı ve faaliyetçisi yapan Delil Doğan yoldaştır. Bu süreçte henüz PKK yoktu, yani daha kurulmamıştı. Ulusal hareket olarak tanımlanıyorduk o dönemler. Ulusal hareket olarak yürütülen örgütsel faaliyet 1978’de PKK’nin kuruluşuyla partileşerek daha üst boyuta ulaşıldı.
YD: Kuruluş kongresi dediniz? Bu kongreye siz de katılmış mıydız?
– Hayır. Kuruluş kongresine katılamadım, ama kuruluş kongre hazırlık çalışmalarında yer aldım. Bize o zaman bir görev verilmişti ve bizde o düzeyde çalışıyorduk. Yani kongre çalışmasında faaliyetçiydik ama kongre olacağından haberimiz yoktu.
YD: O yıllarda dünyada sosyalist mücadele bilinci ve sosyalizm rüzgarı etkindi, SSCB, ÇKP ve sosyalist blokların olması sosyalist kimlikle ulusal kimliğin hangi noktalarda çakışmasını sağlıyordu?
– Özelikle PKK hareketiyle tanışmadan öncesi, sınıfsal ve sosyalist bilinç hakimdi bende. Sınıfsal mücadeleyle birlikte sosyalizm, sosyalizmin hayat bulması için daha çok sosyalizme yakın olan, sosyalizmi savunan harekete yakın olma söz konusuydu. Bununla birlikte bende Vietnam merağı sardı. Vietnam’la birlikte dünyada ulusal mücadelelerle kurtuluşunu sağlayan ülkelerin tarihlerini, pratiklerini öğrenmeye ve bu eksendeki tartışmalarını ilgiyle dinlemeye başladım aynı zamanda.
YD: Peki bu süreç sizi PKK saflarında profesyonel devrimciliğe ve arkasında Diyarbakır zindanlarına nasıl getirdi, bu sürece kısaca değinir misiniz?
– Ben dedelerimden, büyüklerimden PKK öncesi olan Kürt isyanları dinledim. Şeyh Sait, Dersim, Ağrı ve gibi Kürt tarihine damgasını vuran mücadeleleri masal gibi dinledim. Bu isyanlar ciddi düzeyde etkilemişti beni. Ama PKK ile tanışmamla birlikte, PKK’nin ulusal yaklaşımlarını da öğrendikçe Kürtlerin ancak PKK ile kurtulabileceği inancı güçlendi ve netleşti.
YD: Tutsak düşmeniz hangi koşullarda ve nerede oldu?
– Özelikle 1977’de Antep’te Hakkı yoldaşımızın katledilmesi, peşinden Hilvan mücadelesi, yine Halil Çavuk yoldaşımızın katledilmesi, yine 1979 da Elazığ ve Dersim’de gerçekleşen operasyonlarla birlikte PKK’nin o bölgelerde yer alan önemli kadroları yakalanması… Şahin Dönmez’in yakalanmasıyla birlikte PKK’nin Kürdistan’daki illegal çalışması, örgütleri, komiteleri deşifre edildi. Nisan 1980’de Diyarbakır’da kızıl hafta diye bir hafta ilan ettik. Bu kızıl haftayı ilan ettikten sonra devlet Diyarbakır’a özelde çok ciddi yöneldi. Bu operasyonun devamı olarak Mayıs ayında ben Diyarbakır’da yakalandım. Yani Mayıs 1980’de tutsak düştüm. Bu tarihten itibaren Diyarbakır Zindanı sürecine katılmış oldum.
YD: Diyarbakır Zindanı’nı ve 5 No’lu koğuşu birçok kişi anlattı. Belgeseller, filmler yapıldı, kitaplar yazıldı. Bu yapılanlar oradaki süreci yeterince anlatabildi mi sizce?
-Sorduğunuz bu soruya geçmeden; 1981’in başında Diyarbakır Zindanı’na atanan işkenceci Yüzbaşı Esat Oktay Yıldıran şöyle demişti: “Ben size burada öyle işkence yöntemleri uygulayacağım ki siz dışarı çıktığınızda bunları anlatsanız, yazsanız bile kimse size inanmayacaktır. Şimdi dönüp baktığımda Diyarbakır Zindan Direnişi ile ilgili bir sürü araştırma, inceleme, anı, roman, film, belgesel yapıldı. Ulaşabildiğim bu süreçle ilgili hemen her şeyi okudum ve izledim. Halen ben de dahil hiçbirimizin Diyarbakır Zindanı’nı yeterince anlattığımıza, yazdığımıza inanmıyorum. Neden anlatılamıyor? Nedenini ben söyleyeyim o süreçte öyle şeyler yaşandı ki bu yaşananları betimlemek, yazıya dökmek, şiirleştirmek, romanlaştırmak zor geliyor. Birincisi bu olabilir. İkincisi, kişilerin yaşadıklarıyla sınırlı anlatımlardır. Üçüncüsü, kişi bu süreci anlatırken aynı şeyleri tekrardan yaşamak ve o yaşananları dile getirmek zorlaşıyor. O süreçte yaşananları anlatacak bir dil yok. Yaşanan o zorluğu o vahşeti anlatalabilecek kelimelerin yetersizliğinin çaresizliğini insan yaşıyor.
YD: İhanet ve teslimiyet nasıl gerçekleşti, bunu devlet nasıl örgütlüyordu?
– Aslında tüm devrimci ve ulusal hareketlerde bu gibi zorlu süreçlerde ortaya çıkmış, eğilimler var. Diyarbakır Zindan Direnişi tarihine bakıldığında üç eğilim kendini gösterir. Birincisi devrimci direniş tavrı ve eğilimidir. İkincisi teslimiyet eğilimi, üçüncüsü ihanettir. Direniş eğilimi çok net bir biçimiyle ortaya konulurken buna denk bir direniş sürdürüldü. Teslimiyet ise daha çok günü kurtarmaya dayalıydı. Oportünistçe bir tavır sergilenerek ne direnişten ne de teslimiyetten vazgeçildi. Teslimiyet aslında kişinin günlük olarak kendisini korumaya almasıydı. Ama Diyarbakır Zindan Direnişi’nde ihanet ve direnme çok keskin olduğu için teslimiyet eğilimi bir basamak daha çıkarsa ihanetle bütünleşeceği biliniyordu. Mazlum Doğan arkadaşın eylemi, peşinden Dörtler ve son olarak büyük ölüm orucu eylemleri gerçekleşince teslimiyet kırılarak direnme ön plana çıkarıldı. İhanet apayrı bir olgudur. Kişinin kendi sınıfsal, ideolojik ve örgütsel yapısına ters düşmesi, tersine hareket etmesi ve bu değerleri inkar ederek bu değerlerin üzerinde geliştiği sosyal, siyasal yapıyı inkar etmesidir.
YD: Sistem bu kişilikleri nasıl açığa çıkarıyordu ve hangi argümanları kullanıyordu?
– Birincisi, 1980 sonu ile 1981 başında ayyuka çıkan işkence yöntemleriyle kişinin işkence karşısındaki direnme kabiliyeti ve tavrına bakardı. Zayıf olan,, sinen işkenceye dayanamayan kişilikler düşman için bir veri olarak ele alınırdı.
İkincisi, sorgudaki tavrına ve duruşuna, üçüncüsü, yaşamdaki duruşuna bakılırdı. Arkadaşlarıyla ilişkilerine bakarak onu düşürmeye çalışırlardı. Burada daha anlaşılır olması için yaşadığım bir anımı aktarmak istiyorum. 1981’in başında bizi, 36’ıncı koğuşta direnenleri toplamışlardı. Hücremizde PKK’nin MK üyesi olan daha sonra ihanetçi ve itirafçı olan Yıldırım Merkit bulunuyordu. Bu Yıldırım Merkit düşman her gelip dayak attığında bu kişi tir tir titriyordu. Buna dayak atılmasın diye yer yer bu kişiyi tuvalet bölümünde saklıyorduk. Çok kısa sürede düşman Yıldırım Merkit’i teslim alarak mahkemelerde itirafçı olarak kullanmaya başladı.
Düzenin sosyologları, psikologları ile birlikte tüm uzmanların denetiminde bunlar yapılıyordu. Aynı zamanda da Diyarbakır Zindanları’ndaki devrimciler üzerinden deneyler de yapılıyordu. Evet bu vahşete karşı biz devrimciler ne yapacaktık? Yukarıda da belirttim, ya ölümü ya teslimiyeti seçmek zorundasın. Biz devrimciler ölümü seçtik. Nasıl direnecektik, çıplak bedenimizden başka hiçbir silahımız yoktu. Bu direniş bir ay değil, altı ay değil tam üç yıl sürdü. Bu üç yıl düşmana hiç boyun eğmeden, taviz vermeden muazzam bir direnişi tarihe mal ettiler. İnsan iradesi, insan bilinci ve bu direnişte yer alan birey olarak da düşünürken kendime bazen soruyorum bu direnişi gerçekten biz mi yaptık diye hayretlere bile düşebiliyorum! Tabi bu direniş sürecinde düşenler de oldu, ihanet edenler de çıktı. Yani direnişle ihanet yan yana yürüdü ama kazanan devrimciler oldu, kazanan haklı direniş oldu. Ama bu ihanete karşı ve düşmanın tüm saldırı ve işkence uygulamalarına karşı direnen devrimciler kazandığı gibi tüm ihanete karşı bir de kahramanlar vardı bu da bir gerçeklikti Diyarbakır zindanlarında.
YD: Diyarbakır Zindanları denilince İbrahim Kaypakkaya, Mazlum Doğan ve Dörtler akla geliyor. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
– Çok yerinde bir soru; Diyarbakır Zindan Direnişi tarihinin ciddi kahramanları var. Daha gençken, yani bu hareketle daha yeni yeni tanışmaya başladığımızda, özelikle İbrahim Kaypakkaya’nın sergilediği direniş, biz mücadeleyle tanışmadan önce tüm Diyarbakır’da konuşuluyordu ve bizim de benliğimizde muazzam bir yer edinmişti bu direniş ruhu. Mücadeleyle tanıştığımızda da çok ciddi bir etkisi vardı bizde. Mesela bizim PKK’deki eğitimlerimizde, toplantılarımızda düşmanın eline esir düşünce İbrahim Kaypakkaya yoldaşın sergilediği tavrın devrimci tavır olduğu ve bu tavrın benimsenmesi gerektiği, uygulanması gerektiği anlatılırdı. Diyarbakır Zindan Direnişi İbrahim’den Mazlum’lara uzandı, Mazlumlar’dan Dörtler’e ve daha nice devrimciler bu direniş bayrağını Türkiye ve Kürdistan’ın her köşesinde dalgalandırıldı.
YD: Sizin İbrahim Kaypakkaya’nın direndiği, katledildiği aynı hücredekalma durumunuz olmuş, kısaca anlatır mısınız?
Ben yakalandıktan ve soruşturmadan geçtikten sonra bu askeri cezaevine götürüldüm, koğuşlarda yer olmadığı için bir hücrede kalıyordum. Bir gün Mazlum Doğan yoldaşım geldi, bana dedi “sen nerede kaldığını biliyor musun?” Bende gayet normal bir hücredir dedim. Yok dedi, bu normal bir hücre değil senin kaldığın hücre. Dedi burası İbrahim Kaypakkaya’nın katledildiği hücredir. İbrahim Kaypakkaya’nın direndiği bu hücre, ser verip sır vermediği ve katledildiği hücredir. Sen böyle bir hücrede kalıyorsun ve bunu hiçbir zaman unutma dedi bana.
YD: O anlattığınız süreçte direniş kararının ortaya çıkması ve ölüm orucuna evrilmesi nasıl oldu?
– Şimdi tabiki Diyarbakır tarihinde direniş süreçleri var. 12 Eylül Cuntası’yla birlikte tutsakların da geliştirdiği direniş süreçleri var. İlk eylemlik 12 Eylül askeri faşist cuntasının gelişinden bir ay sonra oluyor. Yanılmıyorsam Kasım ayında 10 günlük bir açlık grevi başlatılmıştı. 10 günlük açlık grevinden sonra faşist uygulamalar durmadı. Özelikle bu açlık grevinden sonra koğuşlarda direnebilecek, direnişte eylemlere öncülük edebilecek tüm kadroların hücrelerde toplatılması gündeme gelmişti. 1980’nin sonlarına doğru bu uygulama tamamlandı. Bu hücre dediğim yer iki ayrı yer ve 40 hücre vardı. Her hücreye 10-15 kişiyi dolduruyorlardı. Direniş eylemlerine başvuracak, direniş gösterecek kişileri cezaevi kitlesinden koparılıyor, hücrelere dolduruluyordu. Burada şunu özelikle vurgulamak gerekir ki yani o dönemde Diyarbakır’da bulunan tüm siyasi hareketler bu direnişe katılmadı.
Direnişi başlatan ve direnişe katılan hareketler örgüt olarak TKP/ML-TİKKO ve PKK örgütleriydi sadece. Bunun yanında KAWA’nın iki kadrosu, Dev-Yol’dan bir kişi de bu direnişe katıldılar. TKP/ML-TİKKO ve PKK dışında başka örgüt bu direnişte yer almadılar. PKK’nin dışında Kürt solu da bu direnişte yer almadı bunu da özelikle vurgulamak isterim. Bu direnişe katılmayan yapılar Diyarbakır’da düşmanın dayatmalarını kabullendiler. Burada Rızgarî, DDK, Özgürlük Yolu ve mevcut o dönem varlığını sürdüren bütün hareketler Diyarbakır Zindanları’nda varlardı. Hatta bu hareketlerin yönetici kadroları da bu zindandaydılar.
(Devam edecek)