(…) Yeni Demokrasi: Ölüm orucunu nasıl örgütlediniz? Diğer hareketler katılmadı derken, mesela bu Diyarbakır Zindan Direnişi’ni anlatırken sizin de vurgu yaptığınız gibi TKP/ML ve PKK örgütlerinin sadece örgüt olarak o süreci göğüslediğini söylediniz. Tek tek bireylerin dışında diğer örgütler direnişte yer almadılar dediniz, nedenini biliyor musunuz? Bu süreçte sadece TKP/ML ile PKK’yi sürece karşı birlikte direnişe geçiren faktörler neydi?
– Şimdi 12 Eylül 1980 ile 1981’in Mart ayına kadar devlet çok kapsamlı ve şiddetli bir işkence uyguladı. 1981’in Mart ayına gelindiğinde, biz PKK’liler bir karar aldık. Tabiki bu kararın TKP/ML ile tartışılıp alındığını bize söylediler. Bir ölüm orucu örgütleniyordu ve ölüm orucu eylemi düşmanın baskılarını püskürtecek, uygulamaları kaldıracak bir kararlılıkta tüm mahkumların yeniden birlikte devrimci yaşamın öreceği, politik bir komüne dönüştüreceği bir eylem olarak ele alınmıştı. Başlatılan ölüm orucu eylemi tam 45 gün sürüyor. Bu süreçte de PKK’nin ana davasının mahkemesi başlatılıyor.
Özellikle 5 Mart’ta PKK Ana Davası denilen Diyarbakır, Hilvan, Siverek, Urfa, Mardin, Batman ve Siirt grupları olmak üzere dört grup biçiminde 700 ile 750 arkadaşımızla mahkeme süreci başlatıldı. O mahkeme sürecinde hala ölüm orucu sürüyordu. Bizde ölüm orucuna önderlik eden de Hayri Durmuş yoldaşımızdı. Mahkemelerde yapılan tartışmalarda, cezaevi idaresinin katılımıyla da bu uygulamaların durdurulacağı, yeniden normal koşullara geçileceği, mahkemelerde hiçbir kısıtlama yapılmadan izin verileceği, daha çok PKK MK üyeleri Hayri, Kemal, Mazlum yoldaşların PKK’yi savunabileceği mahkeme tarafından kabul edildi. Talepler kabul edildikten sonrada ölüm orucu bitirildi.
Ölüm orucu eylemin talepleri kabul edilmesine rağmen gerek cezaevi idaresi gerek mahkemeler süreci bu kabul gördükleri taleplerin hiçbirine uymadılar. Tam tersine uygulamalar daha da katmerlenerek devam ettirildi. İşkenceler, ajanlık ve ihanet dayatmaları, yer yer işkencede ölümlerin çıkması tam bu süreçte başladı. Bu dediğim ölüm orucu eyleminde, eğer yanılmıyorsam 27. gününde PKK’nin önemli militanlarından Ali Erik mide kanaması geçirerek ilk şehadete ulaşan yoldaşımızdır. Bu da ölüm orucunda ilk şehidimiz olarak tarihe geçti. Ölüm orucu bitirildikten sonra mahkeme süreci devam ediyordu. Zindanlardaki direniş zindanların dışına çıktı bu vesileyle. Mahkeme salonları adeta devrimcilerle karşı devrimcilerin arenası durumuna dönüşmüştü. PKK kadroları mahkemelerde çıkıp davalarına sahip çıkarak siyasi savunmalar yapıyorlardı. “Bu mahkemeleri kabul etmediklerini, kendilerini yargılayamayacaklarını, mahkemelerin sömürgeci faşist mahkemeler olduklarını” açıkça ifade ediyorlardı.
Bu süreç böylece 1982’lere geldi. 1982 yılının başında artık bu uygulamaların durdurulması için devrimci iradeyle kapsamlı bir direniş, düşünce ve kararlılık netleşerek olgunlaşmıştı faşizme boyun eğmeyen devrimci tutsaklarda. Çünkü bu işkence ve ihanet furyası durdurulmazsa zindanlardaki gidişat hiç iç açıcı değildi. Direnişe geçme düşüncesi büyürken gerek PKK gerek TKP/ML kadrolarının kararlı olduklarını cezaevi tutsak kitlesi görebiliyordu. Şartlar çok ağır, ilişkiler kopuk, bir hücrenin bir diğer yan hücreyle ilişki kurma imkânı yok ve sen bu şartlarda bir direnişi örgütlemeye çalışıyorsun. Bu direniş daha çok mahkemelere gidip gelirken tutsakların birbiriyle fısıldaşmalarıyla, bakışlarla, işaretlerle örgütlenmeye çalışıldı. Hücrede kalan arkadaşlar her şeyi göze alarak, yani her tür işkenceleri ve ölümü göze alarak not biçimiyle birbiriyle haberleşerek de bu direnişi örgütlemeye çalışıyorlardı.
İşte tam bu süreçte Mazlum Doğan yoldaş bu çıkmazdan bir çıkışın olması gerektiğini, bir çıkışın kıvılcımı nın tutuşturulması gerektiğini düşünerek 21 Mart 1982’de Newroz gecesi kendi kaldığı hücresinde üç kibrit çöpünü yakmış, sonrasında kendini kravatıyla asarak yaşamına son vererek direnişin kıvılcımını başlatmış oldu. Mazlum bu eylemi yaparken bir bildiri bırakıyor hücresinde. “Gelinen aşamada ölümleri göze alarak ancak bu ihanet durdurulabilir. Devrimci ideal, devrimci düşünce, devrimci irade, devrimci yaşam kurtarılabilir” diyordu.
Mazlum’un şehadeti ve bıraktığı bu bildiri zindanda bulunan tutsaklara verdiği mesaj: Çıkışın ancak Mazlumlaşarak olabileceğini gösterdi. Başka yol yok, başka bir tarz, bir yöntem yok. Mazlum’un bu eylemi tüm cezaevinde muazzam bir etki yarattı.
Hayri arkadaş Mazlum yoldaşın şehadetini mahkemede siyasi savunma yaparak anlattı. “Aynı zamanda Mazlum yoldaşımız bu askeri cezaevindeki dayatılan teslimiyet, ihanet ve diğer kabul edilmeyecek uygulamalara karşı ölüm eylemiyle karşı koyarak cevap vermiştir” dedi. Ve bu mahkeme konuşmasından sonra tüm zindan Mazlum yoldaşın şehadete gittiğini öğrenmiş oldu. 140’a yakın tutsak kitlesi vardı 33. Koğuş’ta ve tereddütsüz eyleme geçildi Mazlum Doğan yoldaş için. Mazlum yoldaşın anması yapıldı. Bu anmadan sonra toplantılar yapıldı, toplantıda neler yapabiliriz gibi düşünceler üzerinde yoğunlaşıldı. Zindanda böyle kitlesel toplantı yapılması bir ilkti aynı zamanda. 33. Koğuşta bulunan başta Müslüm Elma ve Ferhat Kurtay arkadaşların olumlu etkisi, kişiliği ve devrimci yaklaşımları çok etkili oldu. Yine orda PKK kadrolarından başka arkadaşlar vardı, yine eyleme katılan Mahmut Zengin, Eşref Anyık ve Necmi Öner arkadaşların da eyleme geçme konusunda büyük katkıları vardı. Bu şuydu; artık bilinen klasik eylem biçimlerinin dışına çıkmaktı, toplantılarda da bu düşünce öne çıktı ve farklı arayışlar üzerinde yoğunlaşıldı. Mazlum Doğan nasıl takip edilebilir ve Mazlum’un bıraktığı mesajın ne anlama geldiğini anlamaya, kavramaya, bu eylemin üzerinde yoğunlaşmaya başlanıldı. Tabi bu giderek Dörtler’in eylemi ile bilinen aşamaya çıkıldı. Ama Dörtler’de genel kitleden ayrı kendi eylemini örgütleyerek bir arayışa gidildiği, Dörtler’in dışında hiç kimsenin haberi olmadığı bir eylemdi. Tamamen kendi irade kararları olarak tarihe geçildi “Dörtler’in Gecesi.” 17 Mayıs gecesinde bu eylem gerçekleştirildi.
Dörtler’in eyleminden önce önemli bir gelişme oldu. Sanırım 15 Mayıs sabahıydı, bizi havalandırmaya çıkardılar. Esat Oktay elinde bir tomar kağıtla ve bir tugay komandoyla birlikte havalandırmaya girdi. Aramızdan, önümüzden gitti geldi, gitti geldi… Bu hareketini epey sürdürdü ve Ferhat Kurtay arkadaşımızın önünde durdu. Yüksek sesle bağırarak “Ferhat Kurtay sen nerdeyse elini kolunu sallaya sallaya çıkıp gidecektin. Ama senin kimliğin yeni deşifre oldu. Sen PKK’nin Merkez Komite üyesisin ve aynı zamanda eyalet sorumlususun. Sen kendini iyi gizledin ve çıkıp gidecektin değil mi?” dedi. Tabi Ferhat yoldaş cevap vermedi. Esat Oktay bunları söyledikten sonra çıkıp gitti. Biz de koğuşlara girdik. Ferhat arkadaş kimliği deşifre olana kadar siyasi savunma yapmamıştı. Partili arkadaşlar kendisine “savunma yapma, sen deşifre olmadın ve büyük ihtimale kısa bir sürede çıkarsın” demişlerdi. Ama Hasan Garip adında bir ihanetçi Ferhat Kurtay yoldaşımızın kimliğini deşifre ediyor. Koğuşta bize Ferhat kısa bir konuşma yaptı. “Bakın arkadaşlar, kimliğim deşifre olmadığından düşman benim kim olduğumu bilmiyordu. Bundan dolayı yoldaşlarım benim siyasi savunma yapmamı doğru görmediler. Yarın mahkemem var ve ben de artık mahkemede siyasi savunma yapacağım hepiniz tarafından bu bilinsin. Siyasi savunma yapacağımdan dolayı beni buraya getirmeyebilirler” diyerek bazı tavsiyelerde bulundu. Mahkemeye götürüldü, akşam tekrar yanımıza getirildi.
Yeni Demokrasi: 1980 askeri faşist darbenin gelmesiyle birlikte hapishanede devrimci örgütlerin ilk tavırları nasıldı?
– 1980 askeri darbeden önce genelde Türkiye’nin içerisinde bulunduğu gidişatta bir darbe olasılığı tartışılıyordu. Hareketler bu duruma karşı bir hazırlık içerisindeydi ve belli öngörüleri vardı. Bu öngörülerin olmasına rağmen bekle-gör politikaları vardı. İlk olarak belli hakların gasp edilmesine dair müdahalelerde bulunuldu. Bu hak gasplarının olmasına dair ilk olarak Aralık 1980 tarihinde 12 günlük bir açlık grevi eylemi yapıldı. Eylem aslında sonuç vermedi. Hiç bir kazanım olmadan eylem sonlandırıldı. Bu başarısız açlık greviyle birlikte hak gaspları başladı. Saç sakal tıraşı, hastanelere gidilip gelinirken askeri yürüyüşle gidilip gelinmeye başlandı. Avukat yasakları vb. hak gaspları yaşandı. 1981 Ocak ayına kadar tüm yasaklar yoğunlaştı. Cezaevinde 2 eğilim vardı. Biri her türlü uygulamayı kabul eden eğilim bir diğeri de direniş çizgisini benimseyenler ayrı ayrı yerlerde kalıyordu. Direnişi seçenler 600-700 kişiydi. Bunlar cezaevinde bulunan PKK, TKP/ML, KAWA, DEV-YOL ve Rîzgari örgütleriydi. Baştan beri direnişin yanlış olduğunu savunan Türk ve Kürt küçük burjuva hareketleri vardı. Bu küçük burjuva hareketler direnişi bir intihar eylemi olarak görerek katılmadılar. Aslında kendi teslimiyet tavırlarına kılıf arıyorlardı.
Yeni Demokrasi: Diyarbakır’daki TKP/ML davası kadrolarının ve taraftarlarının tavırları nasıldı? PKK davasından tutsaklarla ilişkileri nasıldı?
– TKP/ML kadrolarını o zorlu koşullarda tanımış olduğum için memnunum. Ama TKP/ML davasında yatan arkadaşları kendime yakın olarak görüyorum. Bu davadan Müslüm Elma, Hasan Hayri Aslan, Mustafa Kaya, Cafer Cangöz yoldaşlar kendime yakın gördüğüm en yakın arkadaşlardı. Örneğin Diyarbakır zindanında en çok kaldığım Müslüm Elma tanıdığım bildiğim tüm hareketlerin saygısını ve bütün hareketlerinin taraftarlarının sevdiği bir duruşa sahipti. Hasan Hayri Aslan arkadaş politik düzeyi yetkin olan mütevazi bir arkadaştı. PKK kadroları olarak Hasan Hayri Aslan ve diğer TKP/ML davasındaki arkadaşları her zaman yakın birer yoldaş olarak görmüşüzdür. Cafer Cangöz’le yaklaşık 6 ay kaldım. Cafer’in sıcaklığı, mütevaziliği, cesareti ve bilinci örnek düzeydi. Mustafa Kaya arkadaş ise ideolojik ve siyasal olarak çok iyi olmasa da aslında bu arkadaşların toplamıydı. Mustafa Kaya arkadaş bütün örgütlerin sahiplendiği ve değer verdiği bir kişiliğe sahipti.
Yeni Demokrasi: Diyarbakır zindanında ihanetin en üst boyutuna ulaştığı anda Mazlum Doğan’ın teslimiyete karşı gerçekleştirdiği eylem nasıl bir etki yarattı? Siz de o süreçte yer alan biri olarak nasıl görüyorsunuz?
– 1982 Newrozu’na gelindiğinde Diyarbakır zindanında teslimiyet ihanete vardırılmak üzereydi. Mazlum Doğan bu süreci çok iyi görerek Newroz gecesi eylemi gerçekleştirerek sürece müdahale etti. Teslimiyet ve ihanet kırılmak isteniyorsa en üst düzeyde bir eylemin konulması gerektiğini hepimize gösterdi. Teslimiyet ihanete direniş zafere götürür şiarı doğrultusunda en değerli varlığı olan yaşamıyla bunu gösterdi. Umudun umutsuzluğa, direniş çaresizliğe, teslimiyetin ihanete dört nala gittiği bir süreçte bir önder bir devrimci buna müdahale ederek canını ortaya koydu. Bu o zifiri karanlık ortamda her şeyin tükenmeye doğru gittiği bir anda tünelin ucundaki ışık oldu. Yol gösterdi. Umut verdi. İnsan yaşamındaki direnmenin kutsallığını gösterdi.
Yeni Demokrasi: Kamuoyu sizi Dörtler’in Gecesi kitabıyla tanıyor. Sizi bu kitabı yazmaya iten etken ve nedenler neydi? Bu kitabı nerede yazdınız?
– Öncelikle şunu söyleyeyim; ben zindana girdiğimde bir PKK’li ve bir devrimci olarak girdim. Dışardayken yazı yazmayla, edebiyatla çok haşır neşir olan biri değildim. Dörtler bir vasiyet sonucu yazıldı. Ferhat Kurtay arkadaş eylem gecesi bizi toplarken, bana dönmüştü, burada olup biten her şey mutlaka yazılmalı, partiye ve halka doğru iletilmelidir. Bu bir vasiyettir demişti. O süreçte yani 1982’de ve daha sonraki yıllarda hep bu vasiyetin yerine getirilmesi için uğraştık. 1988 yılında Diyarbakır Cezaevi’nde benim de içinde bulunduğum bir bölüm arkadaşın Urfa ve Antep’e sürgün edilmesiyle bu vasiyetin daha fazla geciktirilmeden yerine getirilmesi gerektiğine inandık. Urfa’da 1988 Ağustos ayında düşmanın yeniden zindanlara yönelmesi TTE vb. uygulamaları dayatmasıyla tüm devrimci tutsaklar buna karşı tavır alarak eyleme başladılar. Biz devrimci tutsak olarak 20 kişi Urfa Cezaevi’ndeydik. Bu uygulamalara tavır alınca bizi tek tek hücrelere attılar. Hücreye girdiğimizde fırsat bu fırsattır diyerek bu vasiyetin yerine getirilmesi için gardiyandan iki tane harita metot defteri ve birkaç tane de kalem istedim. Aynı süreçleri birlikte yaşadığımız Fevzi Yetkin arkadaşın aynı yerde olması ve birlikte aynı süreci eksiksiz anlatabileceğimizi düşündük ve başladık. Ben birinci kat, dokuzuncu hücredeydim. Fevzi ise ikinci kat, yedinci hücredeydi. Kararlaştırdığımız gibi gündüz ben yazıyordum. Gündüz yazdıklarımı Fevzi’ye yolluyordum Fevzi kontrol edip bana geri yolluyordu. Bu çalışma 45 gün sürdü. Çalışmamızın sonucunu yanımızda bulunan Mustafa Karasu arkadaşa verip okumasını istedik. Karasu arkadaş okuduktan sonra o şartlarda bizde bulunmayan bir daktilo istedik, çalışmayı daktiloya geçirdik ve daktiloya geçirdikten sonra bir nüshasını partiye gönderdik. Bizde kalan bir nüshayı avukatım İnsan Hakları Derneği Başkanı olan Hüsnü Öndül’e verdik. Hüsnü Öndül bir hafta sonra Yurt Yayınları’nın sahibi Ünsal Öztürk ile yanımıza gelerek çalışmayı basmak istediklerini söyledi. Biz de hiçbir şey istemeden basılmasını söyledik. İkinci baskısıyla birlikte toplatma kararı verildi ve hakkımızda dava açıldı. Ben, Fevzi Yetkin ve Ünsal Öztürk‘e dava açıldı. Biz de bu davaya karşı Dörtler’in Gecesi savunmasını yazdık. Dörtler’in Gecesi kitabına da dava açıldı ve savunma yaptık. Dörtler’in Gecesi davası beraat etti. Daha sonra yaptığımız savunmaya da dava açıldı. Bu savunma davasında 2 yıl hapis 50 milyon para cezası kesildi. 50 milyonu ödemediğim için de 5 yıl ceza verildi. Bu cezanın 1 yılını yattım. Avrupa Birliği’ne almak için bunlara düşünce suçlularını bırakın şartı konuldu. Bunun üzerine ben de serbest bırakıldım.
Yeni Demokrasi: Hem bu direnişi yazarak gelecek kuşaklara aktardığınız için hem de zaman ayırarak sorularımızı cevapladığınız için teşekkür ediyoruz.
-İbrahim Kaypakkaya’nın politik ideolojik siyasal devamcısı olan Yeni Demokrasi gazetesine bu fırsatı bizlere tanıdığı için ben teşekkür ediyorum. Çalışmalarınızda başarılar diliyorum.