3 Ağustos tarihinde Amerika Birleşik Devletleri Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi’nin Tayvan ziyaretinden sonra Asya Pasifik sularındaki gerginlik sürüyor. Ziyaret öncesinde Çin sosyal emperyalizminin “tehditkâr” söylemlerine ve ABD-Çin gerginliğine rağmen Pelosi ziyaretini tamamladı. Ancak ziyaretin somut hale getirdiği “savaş” retoriğine sarılı gerginlik bugün devam ediyor. Ekonomik krizin gölgesinde gerçekleşen Tayvan ziyareti, emperyalizmin yaşadığı krizi gölgelemekte başarısız kaldı. Öyle ki tartışmalarda en çok bahsedilen sorun ve krizlerden biri ticari kaygılar oldu.
Rusya’nın Ukrayna işgali ile emperyalist rekabetin giderek kızgınlaştığı ve emperyalist devletlerin “korkak” adımlarıyla bloklaşması yeni sömürü alanlarında hegemonya savaşını hızlandırmış durumda. Bu yeni hegemonya sahalarından biri de Asya Pasifik ülkeleri.
Ekonomik krizin can yakıcı bir hâl aldığı emperyalist ülkeler de dahil birçok ülkede krizi aşmak adına adımlar atılıyor. Ciddi bir resesyon dönemi yaşayan ABD emperyalizmi ülkesindeki enflasyonu 8,5 olarak açıklamıştı. Fakat açıklanan rakamların daha üstünde bir enflasyon yaşandığı tahmin ediliyor. Doların hacmi meta üretiminin çok ötesinde artmış olmakla ABD emperyalizminin mali yapısını çok riskli bir konuma getirmiştir. Rusya ve Çin’in bu riskli konuma karşı aldığı önlemler gerginliğin de esas kaynağıdır. Tayvan ziyareti bu koşullar içerisinde önemli bir yer taşımaktadır. ABD ile Çin arasındaki ticari bağın yarattığı kördüğüm ABD emperyalizmini çıkış yolları aramaya itiyor. Tayvan yalnızca ABD emperyalizmi için değil birçok emperyalist ülke için de önemlidir. Sanayi üretiminde ve özellikle teknolojik alanda Tayvan’ın kapladığı alan dünyadaki üretimin 3’te 2’sine denk düşüyor. Çin, Pelosi ziyaretine kadar anakarasına yalnızca 256 km uzaklıktaki Tayvan ile ekonomik ilişkilerini “sorunsuz” sürdürüyordu. Pelosi ziyaretinden sonra Çin kısmi ambargo uygulayarak tahıl ve balık ürünlerinin ticaretini yasakladı. Fakat Tayvan ile Çin arasındaki esas ticari bağ teknoloji ve çip pazarı üzerinden kuruludur.
ÇİN SANAYİİ KÜRESEL ÜRETİMİN DİNAMOSU MUDUR?
Çin’in 222,5 milyar dolar ile dünyada en fazla ihracat yapan ülkeler arasında ilk sırada yer alıyor. Bilindiği üzere Çin pazarının öne çıkan en önemli özellikleri ucuz iş gücü ve üretimdeki hızıdır. İş gücünün ucuzluğu üretim maliyetlerini düşük seviyelere çekerek ihracat payını yükseltiyor. Fakat Kovid-19 salgını ve ABD merkezli bazı ticari hamleler (konteynır fiyatlarının olağandışı biçimde artırılması örneğin) tedarik zincirinde büyük kırılmalara yol açtı. Ülkedeki gereksinimlerin artması ve emperyalistler arasındaki gerginlikte üstünlük görüntüsüne duyulan gereksinimle Çin sermayesinin ihracatını kısıtlaması diğer ülkeleri sıkıntılara soktu; tedarik zincirindeki kırılmalar dünya ticaretinde Çin aldığı rolü gözler önüne serdi. Üretimin kısmi durdurulması özellikle emperyalist ülkelerin “fason” üretim ağına önemli darbeler indirdi. Emperyalizmin uluslararası sömürü ağının en önemli biçimi olan borçlandırma usulünü de zorlayan Kovid-19, zaten var olan, 2008’den bu yana bir biçimde ötelenen krizin nedeni gibi algılatılmaya çalışıldı. Oysa salgın krizin yönetilebilir olmasında bir işlev gördü demek daha gerçekçidir. Bugün dünya ölçeğinde apaçık görülen kriz ve yoksulluk emperyalizmin yaşadığı devrevi krizlerden biri; ama bugüne kadarkilerin en yoğun ve derini olmaya adaydır. Çünkü reel üretimden kopmuş mali sermayenin hacmi ilk defa bu kadar boşlukta yüzmektedir. Bütün bunların geniş halk yığınları için bir tekerrürden ibaret olduğunu söyleyebiliriz. Bununla birlikte tecrübe ile sabittir ki tekerrür her defasında büyük acılarla yaşanır…
Önceki sayılarımızda değindiğimiz rezerv para problemi aşırı üretimin neden olduğu tıkanmaların sonucunda büyümüştür. Doların “sınırsız” genişletilmesiyle özellikle yarı sömürgelerdeki borç yükünün artması, uluslararası pazarlardaki hareketin artık bir kısır döngüye düşmesi ve yeniden üretim döngüsünün sağlanamaması emperyalistler arasındaki güç dengelerini sarsmış vaziyette. Bir süredir egemen olan emperyalistler arasındaki “barış içinde bir arada yaşama” siyasetini sömürü hırsı baltalamış durumda. Rus emperyalizminin Ukrayna işgali ile somutlaşan bloklaşma görüntüsü bugün Asya Pasifik sularında devam ediyor. Sömürü ağının krizli yapısı içerisinde uzun zamandır yeri tartışılan Çin ise emperyalistler arası dengelerde önemli bir konuma sahip. ABD emperyalizminin canhıraş krizi aşma çabaları, ilişkileri karşılıklı derin olan Çin sosyal emperyalizmiyle bağını azaltma gayretini de içermektedir. Çin’in önemli üretim alanlarından olan teknoloji sahası ABD’nin bağımlılığını içinden çıkılmaz seviyeye getirmiş durumdadır. Buna rağmen ABD emperyalizmi Çin’e bağımlılığı giderecek hamlelerden geri durmamaktadır.
ABD Başkanı Joe Biden Maden Güvenlik Ortaklığı (MSP) ve Çipler ve Bilim Yasası’nı (CHIPS and Science Act) geçtiğimiz günlerde imzaladı. Çipler ve Bilim Yasası özellikle yarı iletken üretimi yapan Çin’e karşı yapılmış bir hamle. Yasanın imzalanmasının ardından teknolojik üretim yapan şirketlere 50 milyar dolara yakın yatırım yapılacağı açıklandı. Biden, “Amerika’ya yatırım yapacağız. Amerika’da başaracağız. Amerika’da 21. yüzyılın ekonomik rekabetini kazanacağız” sözleri ise ABD emperyalizminin teknoloji alanında Çin bağımlılığını azaltma hamleleri olduğun söyleyebiliriz. Yine Maden Güvenlik Ortaklığı (MSP) yarı iletken çip üretiminde hammadde elde etmek için kurulan bir ittifaktır. Bunun içerisinde Avustralya, Kanada, Finlandiya, Fransa, Almanya, Japonya, Kore Cumhuriyeti, İsveç, Birleşik Krallık ve Avrupa Birliği bulunuyor. Bu ülkelerden her birinde sanayinin bu çip teknolojisine büyük gereksinimi vardır. Öyle ki bunların bazılarında otomotiv ya da bilişim sanayinin durabileceği belirtilmektedir.
Yarı iletken çiplerin en sık kullandığı alanlar silah teknolojisi (SİHA, füzeler), otomotiv sanayi ve akıllı telefondur. Günümüzde en çok yatırım yapılan bu üç alanda ise Çin ve Tayvan büyük bir yer kaplıyor. Emperyalistlerin bu bağımlılığı kırabilmek adına uzun yıllardır girişimleri olsa da pek “ilerleme” kat edilmemiştir.
TEKNOLOJİDE SÖMÜRÜNÜN ADRESİ: TAYVAN
Tayvan’ın yarı iletken çip üretiminde dünyada kapladığı alanın 3’te 2 olduğundan bahsetmiştik. Tayvan’ın başlıca ihracat ürünleri olarak yüzde 38,5’lik payıyla elektronik parçaları, yüzde 34,8 ile mikroçip, yüzde 13 ile iletişim cihazları ve yüzde 8 ile metaldir. Tayvan’ın ihracatının yüzde 42’sini ise Çin oluşturuyor. Çip gibi ürünlerin satışında ise Asya Pasifik ülkelerinden sonra ABD, Almanya, Fransa gelmektedir. Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock, Pelosi’nin Tayvan ziyaretinde Çin’i, “fazla saldırgan” bulduğunu söyleyerek eleştirmişti. Daha sonra ise geri adım atarak “Almanya, ‘Tek Çin’ politikasını desteklemektedir” diye açıklama yaptı. Almanya’nın bu geri adımı tesadüfi değildir. Özellikle otomotiv sanayiinde pazarın büyük kısmına hâkim olması ve araçlarda çip kullanımının yaygın olması nedeniyle Almanya için Çin’in önemi eşsiz. Almanya’nın bu koşullar içerisinde duygusallığı aşıp gerçekçi davranması ve Çin-Tayvan, Çin-ABD gerginliğinde açıktan taraf olmaktan cayması anlaşılırdır. Rusya’nın Ukrayna işgalinden sonra da Rusya ile ilişkilerine devam eden Almanya, Çin-ABD ikileminde de şu ana kadar “pasif” bir politika izliyor.
1 Ekim 1948 yılında Çin’de Demokratik Halk Devriminin gerçekleşmesinden sonra Çan Kay Şek’in önderliğindeki Kuamintang’ın merkez üssü Tayvan oldu. 1960’lı yıllardan sonra özellikle sanayi alanında fabrika sahalarının kuruluşu Tayvan’ı üretim merkezi haline getirdi. Bunun sonucu fason üretimde bir ada ülkesi oldu! Çin sosyal emperyalizme evrilmesinin ileri bir aşamasında, Devlet Başkanı Xi Jinping döneminde son yıllardaki en yoğun söylemlerden biri olan “tek ülke, iki sistem” politikasıyla Tayvan ile ekonomik ilişkileri geliştirdi. Bugün hâlâ Tayvan’ın ekonomik faaliyetlerinin büyük çoğunluğunu Çin oluşturuyor. Tayvan’ın Asya Pasifik’te birçok ülke ile ekonomik faaliyetleri bulunuyor. Bu ülkelerin birçoğu ise yarı sömürge ülkelerdir. Asya Pasifik’teki “teknolojik üretim” hammadde kaynağı nedeniyle ve ucuz maliyet olanağıyla cezbedicidir. Buradaki zayıf burjuvazi emperyalizmin sömürüsüne her türlü olanağı sağlamaktadır. Dolayısıyla, teknoloji üretiminde geniş olanaklara sahip bu havzada emperyalist dalaş son yıllarda özellikle artmış durumdadır. Büyük kâr odağı olan bu ülkeler emperyalizmin sömürü radarından elbette ki kaçamamaktadır.
Çin sosyal emperyalizminin “kırmızı çizgisi” olan Tayvan neden bu kadar tartışılıyor? Ekonomik alanda önemli bir yere sahip olan Tayvan, “bağımsız devlet” olarak kabul edilmiyor. “De facto” statüsünde olan Tayvan’ın kendi anayasası ve devlet yapılanması bulunmasına rağmen Çin ‘baş temsilci’ olarak kabul ediliyor. Fakat Tayvan’ı diğer “de facto” devletlerinden ayıran bir özelliği bulunuyor. Tayvan’ın ekonomik olanakları ona mecburi bir görünürlük sağlıyor. Uluslararası tanınırlık siyaseti güden Tayvan bunu bir avantaja çevirmek istemekte, yer yer diğer emperyalist güçleri bu yönde harekete geçmeye çağırmaktadır. Tayvan’ın uluslararası alanda Çin sosyal emperyalizminin güdümünde de olsa kısmen tanındığını biliyoruz. Asya Pasifik Ekonomik İş birliği Zirvesi (APEC), Asya Kalkınma Bankası (ADB), Dünya Ticaret Örgütü (WTO), Uluslararası Olimpiyat Komitesi (IOC) gibi uluslararası kurum ve kuruluşlarda “Çin Taipeisi” adıyla yer alıyor.
Pelosi’nin ziyareti sonrası Çin’in Tayvan’ı “işgal” edeceği iddiası da emperyalistlerin ayak oyunlarından biridir. 2020 yılında ABD’nin Tayvan’a 1,8 milyar dolarlık silah satışını onaylamasının ardından Çin’le ABD arasındaki gerilim artmış ve Çin’in Tayvan’ı işgal edeceği söylemleri yeniden gündeme gelmişti. ABD emperyalizminin “Tayvan’ı tanımıyoruz” söylemine rağmen ada ülkesini silahlandırması emperyalist sahada Çin’e tehdit mesajı olarak kabul edilmiştir. Rusya’nın Ukrayna işgali ile “3. Dünya Savaşı çıkacak” söylemlerinin ardından Pelosi’nin Tayvan ziyareti bu kanıyı halk kitleleri içerisinde yeniden gündeme getirdi. Emperyalistler arası bir savaş için tarafların eğilimi güdük bir durumda. Kâr ve sömürü “fırsatları” zayıfladığında ya da başkasına kaptırıldığında hiç kuşkusuz “savaş eğilimi güdük” bu emperyalistler savaş tamtamlarını çalmaktan kaçınmayacaklardır!
EMPERYALİST DALAŞ ALTINDA EZİLEN DÜNYA HALKLARI
Bugün emperyalizmin krizi dünden çok daha somuttur. Aynı krizin uzantısını yaşayan yarı sömürgelerde halkların isyanı yükselmektedir. İsyanlar sömürü çarkını kırmakta hatta hedef almakta eksik kalsa da yoksulluğa karşı hesap sordukları, sorumlu aradıkları bir gerçekliktir. Tayvan sorununda emperyalistler bir kez daha cepheler yaratma yolundalar. Rusya’nın Ukrayna işgalinden sonra Çin Rusya’ya karşı net bir tavır belirlemezken sorunu “iç sorun” olarak tanımlayıp aslında Rus emperyalizminden yana bir politika izledi. Yine Tayvan tartışmasında Rusya açık bir şekilde Çin sosyal emperyalizminin yanında olduğunu açıkladı. Çin sosyal emperyalizminin seçeceği “taraf” elbette ki önem arz ediyor. Fakat bahsettiğimiz Çin-ABD bağımlılık ilişkisi bunu etkilemektedir.
Şu açıktır ki emperyalizmin kendini yenileme politikaları tekrardan ibaret bir hâl almıştır. Dünya üzerinde artan ekonomik sorunlara ve enflasyona karşı daha sert “önlemler” alınmaktadır. Bu önlemlerin bir ayağı isyanların önünü kesmektir. Sömürü sisteminin altında ezilenlerin isyanı henüz kendiliğinden, dolayısıyla zayıftır. Dünya halklarının kurtuluşu için ideolojik, politik hat dünya çapında henüz zayıf bir konumdadır. Biliyoruz ki gerçek kurtuluş emperyalizme karşı halkın örgütlü gücüyle gelecektir. Enflasyon ve yoksulluğun gölgesinde “yaşamaya çalışan” halkın çelişkileri keskinleşiyor. Çelişkileri örgütleyecek ve ezilen halkların kurtuluşunu sağlayacak olan muktedir güç enternasyonal harekettir. Bunun dışında örgütlenen tüm isyan ve ayaklanmalar geçici olmakla mahkûmdur. Dünya halklarının emperyalizmden kurtuluşu için komünist partisini güçlendirmek ve devrimi gerçekleştirmek bugünün tarihi sorumluluğudur.