[responsivevoice_button voice=”Turkish Male” buttontext=”Yazıyı dinle “]
Suriye savaşı sonrası yaşanan gelişmeler ve bu gelişmelere bağlı olarak Kürtlerin Rojava’da elde ettiği kazanımlar daha ilk andan itibaren Türk devleti için alarm zillerinin çalması anlamına geliyordu. TC’nin savaştaki pozisyonu Kürtlerin kazanımlarıyla birlikte yeni bir politik yönelim kazandı: Rojava’daki kazanımları boğmak, olası Kürt statüsüne izin vermeyerek bu durumun diğer parçalardaki etkisinin önüne geçmek. Bu politikanın sonucu olarak işgal saldırıları, çetelerle ittifaklar, içeride ve dışarıda yoğun bir Kürt düşmanlığına, şovenizme sarıldı. TC, mühimmatlarını daha fazla Kürt kanı dökmek üzere tahkim ederken emperyalistlerle uyumlu, bu güçlerin bölgedeki politikalarıyla eşgüdümlü bir pozisyon aldı.
Seçimlerde bir propaganda konusu olan Suriye’ye politikalarında öne çıkan argüman “normalleşmeydi!.” Normalleşme söylemleri yapılan resmi görüşmelerle somutlaşırken bu “normalleşmenin” nereye evrileceği, TC’nin Suriye ile nasıl, ne düzeyde bir ilişki geliştireceği soruları da peşi sıra konuşulur, tartışılır oldu. 20-21 Haziran’da, Astana’da yapılan, TC, Suriye, Rusya ve İran’ın masada olduğu üçlü ve dörtlü görüşmelerde TC’nin “normalleşmesi”nin niteliği ve hedefleri de açığa çıktı: Bir kez daha Kürtlerin kazanımlarını boğmaya dönük bir normalleşme, bu normalleşmenin de Astana’da ortak bir anlayışa kavuşturulması çabası…
KÜRT KANI DÖKMENİN “NORMALLEŞMESİ”
Faşist diktatörlük Astana’ya gitmeden önce nasıl bir “normalleşme” istediğini Irak, Suriye ve Türkiye’de Kürtlere saldırarak gösterdi. Türkiye’de ardı arkası kesilmeyen gözaltı ve tutuklamalar, gerilla alanlarına dönük operasyonlar, Irak ve Suriye’de SİHA suikastları halihazırda TC’nin zihin dünyasında saldırganlık dışında bir seçeneğin olmadığını bir kez daha gösterdi. Rojava özgülünde de Tel Rifat, Kobani, Menbiç ve Ayn İsa’ya dönük saldırıların yoğunlaşmasıyla saldırganlığın dozu artırıldı. TC’nin kritik tarihlerdeki katliamları ve bombardımanları Astana görüşmeleri esnasında da devam etti. TC aynı gün, Suriye’nin kuzeyinde Tirbespiyê yolunda, SİHA ile bir aracı vurdu. Saldırıda Kamışlı Kanton Meclisi Eş Başkanı Yusra Derviş, yardımcısı Leyman Şiveş (Rîhan Amûdê) ve şoförü Fırat Tuma katledildi. Diğer Kanton Eş Başkanı Gabi Şamun ise yaralandı. Astana öncesi saldırılarla verilen mesaj, Rojava’nın toptan çökertilmesi amacına işaret ediyor. TC bir kez daha salt askeri hedefleri değil, de fakto özerk yönetimin, silahsız halkın, altyapının hedefleri olduğunu gerçekleştirdiği saldırılarla gösterdi. Astana öncesi emperyalist efendilerine ve Suriye’ye Kürt kanı dökerek “Kürtlerin kazanımlarını boğacağım, statüye son vereceğim” mesajı verdi. Esad’ın “TC işgaline son verilmesi şartıyla normalleşme” tavrı da son saldırılarla reddedilmiş oldu.
TC’nin emperyalistlerin ve gerici bölge güçlerinin çelişkilerini, güncel konjonktürü kullanarak manevra alanı açma politikasının Astana’da devam ettiğini görüyoruz. Rusya’nın Ukrayna savaşı, İsveç’in NATO üyeliği gibi konular TC açısından manevra alanı olarak kullanılırken Astana süreçlerinde sıkça vurgulanan “Şam ortaklığıyla Rojava’daki statüye son verme” söylemi “Şam yapmazsa biz pekâlâ yaparız” olarak sahada pratikleştirildi. Suriye-TC normalleşmesinin oksimoronu Astana’da da devam etti. Suriye normalleşme şartı olarak TC’nin işgale son vermesi, desteklediği çeteleri de terörist olarak tanıması gerektiği üzerinde duruyor. TC, Suriye’nin bu hamlesine karşı projektörü Kürtlere karşı mücadeleye, Rojava’daki kazanımları sona erdirecek bir politikaya çevirmeye çalışırken son kertede her iki gerici devlet açısından da önceki pozisyonların ısrarla korunduğu bir tablo açığa çıkıyor.
Suriye normalleşme amaçlı görüşmeler için temel şartlarının altını bir kez daha: “Bu yolda elde edilecek sonuçlar, Türkiye’nin net bir takvim çerçevesinde güçlerini Suriye topraklarından çekmeyi kabul etmesine ve bu çekilmeyi fiilen başlatmasına dayanmalı. Bu, mültecilerin geri dönüşü, terörün her türüyle mücadele ve iki ülke arasındaki ilişkilerle ilgili diğer konuların görüşülmesi için bir temel oluşturmaktadır” sözleriyle çizerken TC, Suriye’den çekilmeyi temel şart olmaktan çıkaran bir formül bulmaya çalışıyor. Rusya’nın Astana’daki rolü ise tam da bu noktalardan kendisi için avantajları koruyan, nihayetinde gerici zeminde bir uzlaşı çıkarmak. Bu anlamda Astana’da tıkanıklığı giderecek bir yol haritasının belirlendiği söylense de bunun somut olarak nasıl olacağına dair bir bilgi paylaşılmadı.
ROJAVA’DAKİ KAZANIMLARA DÖNÜK TEHDİTLER
Astana’daki Rusya-Türkiye-İran görüşmelerinde Rojava’ya dönük tehdidin daha keskin bir biçim aldığını söylemek mümkün. Önceki toplantılarda tüm tarafların pozisyonunu dengeli ve daha yuvarlak ifadelerle belirtme hali yerini Kürtler aleyhine daha sivri ifadelerin geçtiği bir bildiriye bıraktı. Fırat’ın doğusundaki ABD varlığı, petrol gelirleri ve bilindik “Suriye’nin toprak bütünlüğü” vurgusu yinelenirken Kürtlerin özerkliği “gayrimeşru teşebbüs” parantezinde alınmaya devam etti. Sonuç bildirgesinde, “Taraflar, terörle mücadele bahanesi altında gayrimeşru özerklik girişimlerini reddetmişlerdir… Petrol gelirlerinin yasadışı yollarla ele geçirilmesine ve transfer edilmesine karşı olduklarını yinelemişlerdir… Gayrimeşru özyönetim girişimleri de dâhil terörist oluşumları destekleyen ülkelerin eylemlerini kınamıştır” ifadeleriyle ortak görüş bir kez daha resmileştirdi.
TC, başından itibaren Astana’yı Rusya’nın izni dahilinde Suriye ile ortak Rojava işgalinin bir geçişi olarak ele alırken hem Rusya’nın hem de ABD’nin işgale “olur” vermeyişi karşısında debelenmeyi sürdüren, tekrarı aşmayan bir politikaya mahkûm kalıyor. Astana’da anlayış düzeyinde ortak bir mutabakat havası verilse de “ortaklaşılan yönler nelerdi?” sorusu büyüyü bozuyor. Suriye’nin egemenliği, bağımsızlığı ve toprak bütünlüğünün vurgulandığı ifadelere baktığımızda ortak anlayışın oluşmadığını görmek mümkün. Suriye’nin toprak bütünlüğünü vurgulayan taraflardan TC, halihazırda Suriye’de işgalci pozisyonda ve işgali derinleştirmek adına çetelerle iş birliğini sürdürüyor. “Terörist gruplarla mücadele” vurgusu da benzer bir çelişkiyi barındırıyor. TC ve Rusya’nın altına imza attığı bildirinin mürekkebi kurumadan Rusya İdlib’de TC’nin desteklediği gruplara hava saldırısı düzenliyor. TC ise İdlib’de cihatçılar için kalıcı konutların inşasını tam gaz sürdürüyor. Bu bağlamda açığa çıkan sonuç metninde her ne kadar ortaklaşmadan bahsedilse de hatta bu özel olarak vurgulanıyor da olsa pozisyonlarda bir ortaklaşmanın olmadığını görüyoruz. Ortak hareketin öne çıktığı tek konu ise Kürt kanının dökülmesi ve buna karşı ortak anlayış. TC bunu fiiliyatta yaparken, Rusya saldırılara alan açan bir konum alıyor. Suriye ise ABD’nin nihayetinde çekileceği umuduyla Kürtlerin kazanımlarını tanımaktan uzak, Rusya ve İran’ın bu konudaki yaklaşımına paralel bir pozisyonda.
Astana’da tüm devletlerin ortaklaştığı noktanın Kürtlerin kazanımlarının “gayrimeşru özerklik teşebbüsü” olarak ele alınması ve buna yapılan vurgunun keskinleştirilmesi kuşkusuz bu güçlerin Kürtler için gelecekte de tehdit olduğunu gösteriyor. Rojava yönetimi bu tablo içerisinde hareket anlamında ciddi bir sıkışma, aldığı kayıplar itibariyle de oldukça krizli bir sürecin içerisine giriyor. Ardı arkası gelmeyen suikastlarla kadrolar düzeyinde darbe indirilen Kürt ulusal mücadelesinin tarihsel birikimi ve savaş tecrübesi kuşkusuz saldırıları boşa çıkarmaya muktedirdir. Geçici ABD desteğinin, Rusya ve Suriye’nin temaslarının bu saldırılara son vermeyeceği gerçekliği karşımızda durmaktadır. Rojava’daki kazanımlar ve de fakto yönetim ortaya çıktığında Kürtler yalnızca öz güçlerine güvendiler. 12 yıldır özerk yönetimin yarattığı bir deneyim ve yarattığı toplumsallık söz konusu. Bu bağlamda emperyalistlerin ve bölge gerici devletlerinin çıkar çatışmalarına değil kendi gücüne, halkın gücüne dayanmak bu krizden çıkışın tek yoludur.