Sabah serinliğinin düştüğü çiğlerle kaplı otlara basarak ilerlerken, ardımızda çizgi gibi izler bırakıyorduk. Gün doğumunu selamlayan kuşlar, havayı cıvıltılarıyla dolduruyordu. Devriye bölgesine vardığımızda kuş sesleri arasından farklı sesleri yakalamaya, alacakaranlıkta gözlerimizle etrafı taramaya çalışıyorduk. Gözümüz kulağımız dört bir yanı kollasa da randevudaki yoldaşların geleceği istikamete çevriliyordu en çok. Yeni gelecek yoldaşları ilk biz karşılayacaktık, sabırsızlığımız bundandı. Ama gelen olmadı. Devriye görevini devralmaya gelen birimdeki yoldaşlardan aldık müjdeyi; beklenen yoldaşlar gelmişti. Başka bir istikameti kullanmışlar. Ne de olsa gerilla için her yol, adım basılabilecek her yer patikadır… Güvenliği zayıflatmamak için ve tabi yeni gelen yoldaşları bir an önce görmenin, onlarla tanışmanın sabırsızlığıyla hızlıca görevi devrediyor, koşar adım konaklama yerine ilerliyoruz.
Yeni gelen yoldaşlar yeni haberler demektir. Umudun daha da büyümesinin müjdesidir onlar.
Coşku ve mutluluk anlamına gelen armağandır her biri. Kalabalık bir grupla karşılaşıyoruz konaklama yerinde. Tüm yoldaşlar yeni gelen yoldaşların etrafını sarmış, sohbet çoktan koyulaşmış. Kucaklaşıyoruz, tanışıyoruz. Her zamanki gibi dikkatimizi ilk olarak “yaşlı” ve de çok genç olan yoldaşlar çekiyor. Ama bir tanesi var ki adeta çocuk; Aşkın yoldaş.
Yeni gerillalara hemen yeni isimler konulur. Onlar için yeni olan bu alanda eski bir gelenektir bu; toprağa düşenlerimizin mücadelelerini, silahlarını, kararlılıklarını devralmanın bir simgesidir onların ismini almak. Aşkın’ımıza da Doğan Altun yoldaşın ismi veriliyor. Doğan yoldaş, sadece küçüklüğü ile değil yüzü ile de dikkatimizi çekiyor kimimizin. Bu yüzü daha önce görmüş gibi hissediyoruz. Gizlilik gereği herhangi bir şey de soramıyoruz. Sonradan anlıyoruz; yüzü, amcası olan hain Selahattin Günel’e benziyor. Doğan yoldaş, zamanında sevdiği amcasının bir hain olduğunu öğrenince şaşırmış, etkilenmiş. Fakat bilinci ve mantığı ile hareket ederek o haini değil, yine akrabası olan Bahattin Günel ve Sinan Günel yoldaşların yolunu izliyor, hep ileri akıyor: Devrim için ileri.
Doğan yoldaş ilkokulu yarıda bırakmıştı. Gencecik yaşında bir matbaada işçi olarak çalışmaya başlamıştı. Bu çalışma deneyimi, yaşadığı ekonomik zorluklar onda emek bilincini ve disiplinli olmayı geliştirmeye de yaratmıştı. Gerillaya yeni katılan, özellikle öğrenci kökenli yoldaşlar, daha sert olan askeri disiplin konusunda en başlarda zorlansalar da o bu konuda zorluk yaşamamıştı… Emek bilinci ile maddi değerlerimizi korumaya özen gösterir, yoldaşları bu konularda yönlendirirdi. Ama emek bilinci, sadece maddi değerlerle sınırlı değildi. En büyük emek, insana verilen emektir. O da yoldaşlara, kitle faaliyetinde halka karşı bu sorumluluğunu en iyi şekilde yerine getirmeye çalışıyor, aynı zamanda yoldaşların kendisine verdiği emekleri boşa çıkarmıyordu.
Girdiği sayısız çatışma ve eylemlerdeki coşkusu ve militanlığı ile hep öndeydi… Ateş üstünlüğümüz karşısında düşmanın silahlarının susması, ilk kez deneyeceğimiz bir bombayı kullandığında düşmanın şaşkına dönüp ateşi kesmesi, bir şortlandı devirip düşman askerlerine kayıp verdirerek şehitlerimizin hesabını sormamız ve benzeri nicelerini yaşarken de anlatırken de o taşkın coşkusu üzerindeydi hep. Düşman bilinci sürekli diriydi. Operasyonların çok yoğun olduğu, her gün sık sık düşmanla karşılaşma ve çatışmaların yaşandığı günlerden birinde, düşmanın operasyonlarda koku takibinde kullandığı köpeği oracıkta sessizce öldürmüşlerdi, onun fikriydi bu.
Doğan’ımız, sevgili ufaklığımız kuru toprağın yağmur damlalarını hızla emmesi gibi doğruları içine çekip sindiriyordu. Ve Muharrem Yiğitsoy yoldaşın şehit düştüğü pusuda, o yine aynı tereddütsüzlük ve bağlılıkla yoldaşları ve dostları korumak için ateş hattında kalmış; o esnada yaralanmıştı. Günlerce süren çatışmalar sonuncunda kendisi gibi yaralı olan Cafer Kara yoldaşla birlikte, grubu engelleyip riske sokmamak için kendilerini bırakmalarını istemişler; sloganları ve mermileri ile direnerek, çatışarak şehit düşmüşlerdi.
Çatışma sonrası bir köye giden gerillalar evde günlerdir ağzına bir lokma bile koymamış ve sürekli ağlayan bir kadınla karşılaşırlar. Yoldaşlar halkı öyle etkilemiş, öyle kaynaşmışlardır ki, halk kendini unutmuş şehitlerin yasını tutmaktadır. “Geliyorsunuz, kendinizi sevdiriyorsunuz sonra da şehit düşüyorsunuz” diye sitem eder gerillalara kadın… Şimdi o dağlarda onların adımladıkları patikaları yeni savaşçılar adımlıyor; onların isimlerini, silahlarını, kararlılıklarını kuşanan yeni savaşçılar.
Bir gün yeryüzü cennet olacak. Mavi göğün altında çiçeklerle kaplı yeryüzünün üstünde yeni bir dünya kurulacak, sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya. Ancak onların emekleri ile büyüyüp, kanları ile sulanmış topraklarla var olacak o güzel dünya. Bir gün. Ama mutlaka!
Bir Tutsak Partizan