[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Üretim ilişkilerinin değişmesine paralel olarak toplumsal sınıfların geliri bölüşümü de farklılaşmaktadır. Daha doğru bir ifadeyle toplumsal sınıfların gelirden aldığı payı belirleyen en önemli konu üretim ilişkilerinin yapısıdır. Bu nedenle ana akım iktisat öğretilerinde üretim faktörlerinin gelirleri olarak sunulan ücret, faiz, kâr ve rantın toplam geliri nasıl paylaştığı, o ekonominin yapısını anlamamız açısından önemli veriler sunmaktadır.
Bu üretim faktörü gelirlerinden rant ve faiz bilindiği gibi doğrudan üretim süreciyle ilişkili değildir. Emek ve girişimci olarak tanımlanan üretim faktörlerinin gelirleri olan ücret ve kâr ise üretim sürecinin doğrudan karşılığı olarak belirir. Ana akım iktisat öğretisi girişimciyi ve sermayeyi birbirinden ayırıp iki ayrı üretim faktörü olarak karşımıza çıkartsa da biz burada girişimci diyerek aslında toplumda bilinen anlamıyla sermayeyi kastetmekteyiz. Ana akım iktisattan ayrılarak daha doğru bir analiz yaptığımızda ise üretilen değerin yapısını da daha iyi gözlemleriz. Yaratılan her değerin bir biçimde emeğin ürünü olduğunu anladığımızda ise tüm bu yapının temelde emeğin sömürüsü üzerine kurulduğu açığa çıkar. Henüz Marx’tan önce klasik iktisat kuramcıları tarafından da ortaya atılan emek değer yaklaşımının bu analizi, emeğin ve emek sömürüsünün boyutunu anlamamız açısından başat bir yerde durmaktadır. Toplam değerin bölüşümünde emeğin payı olan ücretin durumu, bu nedenle aslında emek sömürüsünün boyutunu göstermektedir.
Sermayenin (bir önceki paragraftan farklı olarak bu sefer bir sınıf olarak) ana güdüsü olan üretimde ortaya çıkan artığın daha fazlasına el koyma saiki, kapitalizmin ilk ortaya çıktığı dönemde çalışma saatlerini artırma (mutlak artık değer sömürüsü) üzerinden yaşam bulmuştur. Çalışma saatlerinin günlük 16 saate kadar çıktığı, ücretlerin ise işçinin ertesi gün işe sağlıklı gelebilmesini temin edecek ve bir sınıf olarak sadece işçi sınıfının devamlılığını sağlayabilecek derecede düşük tutulduğu bu dönem, aslında asgari ücret kavramının nasıl ortaya çıktığını da göstermektedir. Birey olarak kapitalistin tek saiki, sömürüyü olabildiğince artırmak olduğu için işçinin sağlığı ya da karnının doyup doymaması, onun çok önemsediği bir konu da değildir. Ancak kapitalistlerin sınıf olarak sömürünün devamlılığını sağlaması, işçinin varlığının ve sağlıklı bir biçimde üretim sürecinde yer almasının sürekliliği ile de ilgili olduğu için, ücretlerde bir “asgari” tutarın ortaya çıkması kaçınılmaz olmaktadır. İşçi sınıfının asgari koşullarda devamlılığının sağlanması ve yanı sıra sınıf mücadelesinin sonucu olarak bir taban ücretin varlığı, bu nedenle neredeyse kapitalizmin tarihi ile eşgüdümlüdür.
Artık değer sömürüsünün mutlak ya da nispi niteliğinden bağımsız olarak varlığını her daim sürdüren asgari ücret kavramı, bu nedenle çok yönlü bir kavramdır. Bireysel kapitalistin yasal olarak bu tutarın altını ödemesinin kısıtlanması, aslında emeği koruyucu bir güdüden değil, sermayenin devamlılığını sağlayacak toplu bir sınıf tavrından kaynaklanmaktadır. İşçiye verilecek en düşük ücretin belirlenmesinde benzer yaklaşımın, kapitalizmin ortaya çıktığı ilk dönemlerden bugüne dek önemli bir değişiklik göstermemesi, modern kapitalizmin “insani” yüzünün aslında bir maskeden ibaret olduğunun kanıtı niteliğindedir. Marx, “Ücret, Fiyat ve Kâr” adlı eserinde işgücünün üretim maliyeti olarak adlandırdığı bu sınırı, iş eğitiminin hiç gerekmediği, kendi tabiriyle “kabaca işçinin maddi varlığının yeterli olduğu” sanayi dallarında, kendisini yaşatmak ve çalışabilir durumda tutmak, aynı zamanda da işçinin soyunu devam ettirmek için gerekli olan zorunlu metalar şeklinde belirtmiştir. Bugün yaygın olarak adlandırılan “vasıfsız” iş için işgücünün maliyeti, geçim araçlarının zorunlu kısmı ile sınırlandırılmıştır diyebiliriz. Günümüzün asgari ücret sınırı belirlenirken de benzer bir yaklaşımın uygulandığı söylenebilir. Artık daha modern olarak ifade edilse de “asgari” sınırın aynı kaygıyla tanımlanması ibretliktir. Asgari Ücret Yönetmeliği’nin 7. maddesinde “Komisyon, ücretin belirlenmesinde; ülkenin içinde bulunduğu sosyal ve ekonomik durumu, ücretliler geçinme indekslerini, bu indeksler yoksa geçinme indekslerini, fiilen ödenmekte olan ücretlerin genel durumunu ve geçim şartlarını göz önünde bulundurur” denilmektedir.
Ücretin en alt sınırı olarak asgari ücret kavramının Türkiye’deki önemi ise asgari ücretli oranının yüksekliğinden kaynaklanmaktadır. Ücretli çalışanların yaklaşık yarısının resmi istatistiklere göre asgari ücret almasının yanı sıra oldukça geniş bir kesimin ücretlerinin de bu seviyeye oldukça yakın olduğu bilinmektedir. Bu nedenle asgari ücretin belirlendiği dönemler neredeyse halkın tamamı tarafından dikkatle takip edilmektedir.
Asgari ücret üzerinden yürütülen tartışmalar ise her açıdan derinlemesine irdelenmek zorundadır. Bu ekonomik temelli talebin, yani asgari ücretin yükseltilmesinin, Türkiye’de neredeyse ücretli çalışanların yarısının yeni haklar kazanması anlamına gelmediği, maalesef bir önceki dönemde kaybedilen alım gücünün belirli oranda tekrar kazanılmasından ibaret olduğu açıktır. Yazının önceki paragraflarında belirttiğimiz asgari ücretin geçimlik düzeydeki varlığına rağmen sıklıkla şu argümanla karşılaşılır: “Asgari ücretin artması anlamsız, asgari ücret artınca zaten her şeyin fiyatı artacak”. Oysa zaten artan fiyatlar nedeniyle oransal olarak eriyen ücretin tekrar aynı seviyeye yaklaştırılması anlamına gelen asgari ücret zammı, Türkiye’de ve daha birçok ülkede enflasyonun nedeni değil, enflasyon sonucu maliyeti yükselen geçim araçlarının tekrar karşılanması odağına yoğunlaşmaktadır. Örneğin içinde bulunduğumuz yıl itibariyle 2022 yılının ilk ayı için yüzde 49 olarak hesaplanan resmi tüketici enflasyonu, ocak ayında, 2021 yılına göre tüketim mallarının alım gücündeki azalmayı gösterirken, ocak ayında yapılan yaklaşık yüzde 50’lik asgari ücret zammı -ki gerçekte yüzde 39’dur- sadece bu azalmayı karşılamıştır. Ancak görüldüğü üzere asgari ücrete yapılan zam, bir önceki seneyi baz alırken içinde bulunulan sene enflasyon artmaya devam etmiştir. Keza ilk zamlı maaşını şubat ayı başında alan asgari ücretli bir önceki ayın fiyat artışını karşıladığını düşünürken şubat ayında aylık bazda tüketici fiyatları yüzde 5,5 daha zamlanmıştır. Mart ayında asgari ücretli aynı düzeyde gelire sahipken fiyatlar bir önceki aya göre yüzde 7,25 daha artmıştır. Bu şekilde aylık bazda oluşan fiyat artışı devam ederken, kimi kesimler tarafından enflasyonun nedeni olduğu öne sürülen asgari ücret hatırlanacağı gibi sabit kalmaya devam etmiştir. Yüksek enflasyon sonucu asgari ücretlinin aydan aya alım gücünün azalması, temmuz ayında ikinci asgari ücret zammı ile bir kere daha göreli olarak telafi edilmeye çalışılmıştır. Görüldüğü üzere asgari ücrette diğer yıllarda olduğu gibi 2022 yılında da yeni bir alım gücü ve yeni haklar kazanılması bir yana, var olan seviyenin korunması odaklı bir durumla karşı karşıyayız. Ancak son dönemki enflasyon gerçeği, alım gücü bakımından asgari ücret seviyesini de aşağılara çekmiş durumdadır. Bu da sermayenin dönem politikası, bir kriz politikası olarak devreye sokulmuş ve yük işçinin, emekçilerin sırtına yıkılmıştır.
Genelde ücret, özelde ise asgari ücret artışı, tam da bu nedenle ekonomi bazlı mücadelede önemli bir yerde durmaktadır. Marx, Ücret, Fiyat ve Kâr’ın son satırlarında şöyle demektedir: “İşçilerin ücret düzeyini korumak için giriştikleri mücadelenin tüm ücretlilik sistemine ayrılmazcasına bağlı olduğunu, her 100 durumdan 99’unda ücretleri yükseltme yolundaki çabalarının, belirli emek değerini koruma yolundaki çabalardan ibaret olduğunu… gösterdiğimi sanırım. Eğer işçi sınıfı, sermaye ile olan günlük çatışmasında gerileyecek olsaydı, daha büyük çapta şu ya da bu harekete girişme olanağından kendi kendini yoksun bırakmış olurdu elbette.”
Enflasyonun etkisindeki ekonomide ücretlerde “parlak” artışlar yapılması, sadece belirli bir zaman emek kesiminin yanılmasını beraberinde getirir. Öte yandan yüksek enflasyon ile ciddi biçimde düşen alım gücü, ücretli çalışanların, bu “parlak” görünümlü artışların yanılgısını da hızla anlamalarını beraberinde getirmektedir. 2022 yılının temmuz ayında asgari ücreti heyecanla bekleyen geniş bir kesimin bugün ocakta yapılacak zammı aynı hevesle beklemiyor olduğu açıktır.