Asgari Ücrete Müdahalesizliğin Bahanesi: “Asgari Ücret Artışı Enflasyonu Tetikler”

Milyonlarca sabit gelirli işçi ve emekçi, yani asgari ücretli, temmuz ayında asgari ücrete ara zam gelip gelmeyeceğini merak ediyor. Bir yandan merak ediyor bir yandan da ciddi bir ihtiyaç olarak haklı bir bekleyiş var. Ekonomideki basiretsizlikleri, bir türlü düze çıkamayan, çıkması da mümkün olmayan komprador kapitalist ekonominin doğası gereği kriz sarmalından kurtulamaz. Ülke ekonomisinin karakterinde içkin olan şey bağımlılık ilişkisidir. Ülke ve dünya emekçi halklarına yüzyıllardır refahı getirmek gibi bir derdi olmayan bunalım ekonomisinin birçok iktisadi konuda olduğu gibi asgari ücrette de doğru bir rota tutturması beklenemez. Lakin bazı tartışma başlıkları kendi kriz ekonomilerinin esas işleyişine göre kapitalist yasaları da teorik ama ampirik olamayan kimi çıkarsamalarla, olasılıklarla emekçilerin asgari ücretlilerin kafalarını karıştırıp asgari ücrete zam yapmamanın altyapısını oluşturuyor. Zaten sermaye temsilcisi iş birlikçi iktidarın son dönem Orta Vadeli Ekonomi planlamaları, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in yeni dönemde uçan kuştan vergi alma(!) planı yapması krizin ve malum durumun çıkmazını gösteriyor.

Ekonomide halka sunulan bulamacın tek amacı var, burjuva-feodal medyada bile çokça konuşulan ve haziran ayı içerisinde başta asgari ücretliler ve birçok emek kesiminin konuştuğu, asgari ücrete zam beklentisini sönümlendirmek. Lakin pek başarılı olmuş gibi durmuyor. Cumhurbaşkanı dahil hükümet sözcülerinin birçok kez -özellikle mayıs ayı içerisinde -asgari ücrete temmuz zammı yok açıklamasına rağmen beklenti halen yüksek. Başta siyasal iktidar yanlısı ekonomistlerin “asgari ücrete zam yapılmasın” düşüncesinin altını zoraki doldurmaya çalıştıkları ve sıkı sıkı sarıldıkları bir iktisat teorisi var “asgari ücrete ‘ara zam’ enflasyonu artırır” bu iktisat teorisini savunanların aslında ampirik (deneysel-deneyimlenmiş izlenmiş ölçülmüş) olarak bir karşılığı yok aslında.

Geçmiş yıllarda yaşanan enflasyon-asgari ücret zammı ilişkilerine bakıldığında aralarında net belirgin bir doğru orantı olduğu görülmüyor. Zaman zaman asgari ücrete denk gelen bazı temel ihtiyaç ürünlerine gelen talebe karşı arzın yetişmemesi sonucu kısmi zamlar yaşanmışsa da bunu esasta sürekli bir iktisadi ilişkiye dönüşmemiştir. Örneğin Türk-İş’in raporuna göre, asgari ücret mayıs ayında açlık ve yoksulluk sınırının altında kaldı. Halkım günden güne alım gücü erimeye devam ederken mayısta açlık sınırı 19 bin TL, yoksulluk sınırı ise 62 bin lira olarak açıklandı. Bakın geçmiş yıllarda nasıl etkilemiş!

Türkiye’de son 20 yılda asgari ücret artışı ile enflasyon arasında ücretten kaynaklı bir nedensellik ilişkisi gözlenmiyor! Asgari ücretin enflasyonu tetiklediğine, ücret-fiyat sarmalına ilişkin deneysel veri yok! Merkez Bankası da dezenflasyon programı için asgari ücrete yılda iki kez zam yapılmasına karşı çıkıyor. Oysa asgari ücret artışı Türkiye’de son 20 yıldır enflasyona yol açmadı, enflasyonu tetiklemedi! Türkiye’de asgari ücret artışının enflasyona yol açtığı, enflasyonun nedeni olduğu iddiası bilimsel ve deneysel olarak doğru değildir!

ASGARİ ÜCRET ARTIŞLARI ENFLASYONU ARTIRMADI YANİ ARALARINDA NEDEN-SONUÇ İLİŞKİSİ YOK!

Türkiye’de 2003-2023 arası dönemde asgari ücrete bazı yıllar reel olarak yüksek oranlı zamlar yapıldı (2004, 2016, 2019 ve 2023 gibi).

Örneğin 2004 yılında bir önceki yılın (2003) enflasyonu yüzde 18,4 iken net asgari ücrete yüzde 37,5 oranında zam yapıldı. Peki asgari ücrete reel olarak yüzde 19 oranda zam yapılan 2004 yılının enflasyonu ne oldu? Yüzde 9,3’e düştü. 2004’teki yüksek oranlı asgari ücret artışı enflasyonu tetiklemedi. Tersine enflasyon ciddi biçimde düştü ve izleyen yıllarda enflasyon genellikle tek haneli seyretti.

2004-2015 arasında yüksek oranlı olmasa da asgari ücret artışları genellikle resmi enflasyondan yüksek seyretti. Ancak bu durum da enflasyonu tetiklemedi.

2012’de asgari ücrete yüzde net 11,8 oranında zam yapıldı. Bir önceki yılın (2011) enflasyonu yüzde 10,5’ti. 2012’de enflasyon yüzde 6,2’ye geriledi (Bakınız grafik).

2016’da asgari ücrete en yüksek reel artışlardan biri yapıldı. 2015 enflasyonu yüzde 8,8 iken 2016 yılı asgari ücreti net yüzde 33 oranında arttı. Reel artış 24 puandı. Ancak bu yüksek reel artışa rağmen 2016 yılı enflasyonu yüzde 8,5’e geriledi.

Grafik: 2003-2023 Döneminde Yıllık Asgari ücret Artış Oranları ve TÜFE*
Grafik: 2003-2023 Döneminde Yıllık Asgari ücret Artış Oranları ve TÜFE, Aziz ÇELİK

2019 yılında 2018 enflasyonu 20,3 iken asgari ücrete 26,1 oranında zam yapıldı. Enflasyon yüzde 11,8’e düştü (Bakınız grafik). 2021 yılında ise asgari ücret reel olarak düşürüldü. Buna rağmen enflasyon arttı. 2022 ve 2023 yıllarında da reel asgari ücret artışlarına rağmen asgari ücretle enflasyon arasında asgari ücretten kaymaklı bir ilişki veya nedensellik gözlenmedi.

BAHANE ŞAHANE AMA GERÇEĞE KARŞI YENİK

Sosyal bilimlerde iki değişken arasında bir ilişki ve paralellik görülmesi için bunun belirli bir süre tekrar etmesi gerekir. Nedensellik olması için ise sadece paralellik yetmez aradaki ilişkinin sebep-sonuç ilişkisinin açık ve net olarak kanıtlanması gerekir.

Türkiye’de asgari ücret artışının enflasyonu tetiklediği, temel sebebi olduğu yönünde bir eğilimden, daha doğrusu ücretlerin enflasyonu artırdığı şeklinde bir eğilimden söz etmek pek mümkün olmadığı gibi bir nedensellikten söz etmek adeta imkansızdır. Bir ücret-fiyat sarmalı söz konusu değil.

22 yıllık AKP döneminde zaman zaman görece yüksek reel asgari ücret artışları söz konusu olmasına rağmen bunların enflasyonu tırmandırdığını söylemek mümkün değildir. Dahası yüksek düzeydeki asgari ücret artışlarının olduğu bazı yıllarda enflasyonda düşüş gibi iddianın tam tersi durumlar da söz konusudur.

Elbette buradan hareketle asgari ücret artışının enflasyonu düşürdüğü iddia edilemez ama tersini iddia edenler Türkiye’de asgari ücret artışının enflasyonu tetiklediğini deneysel olarak kanıtlamak, neden-sonuç ilişkisini geçmiş yaşanan birkaç olaya değil, olgulaşmış verilerle göstermek zorunda(dır)lar.

ENFLASYONUN ASIL SEBEBİ DEVLETİN EKONOMİ POLİTİKASIDIR!

Küresel ekonomik dengelerde Türkiye’nin montaj, lojistik ve pazar rolünü üstlenmesi yeni değil. Uluslararası sermayenin Türkiye’ye biçtiği rol budur. Türkiye ekonomisinin yapısal karakteri krize kronik bir karakter kazandırmaktadır. Menderes’ten Özal’a ve Erdoğan’a Türkiye’nin ucuz iş gücü ve hammadde ile Batı sermayesinin gözbebeği konumuna gelmek için canhıraş biçimde ekonomik regülasyonlara (düzenleme ve ayarlama) gittiğini biliyoruz. Bu regülasyonlar gereği sermayenin eli kolu olan iktidarların emeği ucuzlatmak, emeğin GSYİH’den ve milli malvarlığından aldığı payı azaltmak için mali ve para politikalarını enstrüman olarak kullandıklarına şahit olduk, oluyoruz. Bu noktada enflasyonu fırlatarak ihracatın, ara tüketimin ve yabancı yatırımın artırılması hedefi temel ihtiyaçlara ulaşımı güç hale getirdi. Artan ihracat, ara tüketim ve yabancı yatırım “talep şişiyor” diye anılmıyor, temel tüketim ürünlerinin fiyatlarını sermayedarlar belirliyorken suçlanan halkın temel ihtiyaçlarını gidermesi oldu.

Enflasyonun düşürülmesi için ücretlerin baskılanmasını, tüketimin kısıtlanmasını salık vermek sermayenin çıkarlarını esas almaktan başka bir anlam ifade etmez. Bu denli açık bir çelişkinin gizlenmesi görevi de doğal olarak burjuva iktisatçılara ve bürokratlara düştü. Tüm yaşamın ve üretimin can suyu olan emeğin ulusal servetten aldığı paya saldırılar en amansız şekilde gerçekleşirken saldırının başını çekenler en başta Erdoğan, dün için Nebati ve Kavcıoğlu, bugün ise Yılmaz ve Şimşek gibi isimlerdir.

SALDIRININ DİĞER BİR PARÇASI, ACIMASIZ VERGİ POLİTİKASI

Siyasal iktidar mali muhasebesinde zenginden vergi almamak için kırk takla atarak matrahlarla ve teşviklerle emek düşmanlığındaki rüştünü ispatlıyor. Öyle ki, milli servetten sermayedarlara faiz olarak ödeme sözleri verip potansiyel emeğin karşılığına bile ipotek koyduruyor. Dolaylı vergilerle doğrudan vergilerin oranını zenginden yana düzenliyor. Ülkenin sözde “kara gün akçesi” olan rezervlerini döviz kurunu tutmak için harcıyor ki onda da günü kurtarmaktan öteye gitmiyor. Fırlayan kuru umursamayan iktidar ihracat ithalat bozulunca düğmeye basıyor. Rezervlerde Şimşek Programı’yla artış oldu diye övünüyor, halbuki o rezervlerin artışı ara zam alamayan milyonların boğazından çalınıyor. Faizleri düşürüyor ki MÜSİAD klikleri ucuzdan kredi toplasın ve emeği daha fazla sömürmek için sermayesini perçinlesin. Faizleri artırıyor ki holdinglerin borçlarını emekçiler ödesin, emekçilere bir ev ve bir araba çok görülsün. İşte bu gerçeği çarpıtan burjuva iktisat kalemleri, emeğin ve sınıfın çıkarları için bilim üretimi yapmamayı tercih ederek emekçileri yoksulluğa ve çaresizliğe ikna etmek pahasına kalemlerini halkın karşısında bir silah olarak kullanıyorlar.

Bu çarpıklık karşısında geçtiğimiz bahar ve kış döneminde asgari ücret artışı ve zamların geri çekilmesi için işçilerin verdiği mücadele yerel olsa da yaygın ve etkili bir fırtına gibi esti geçti. Şireci ’den, Corning’e, Özak’tan İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne, Özel Sektör Öğretmenlerine mücadele Türkiye’nin dört bir yanında yankılandı. Bir sınıf savaşı vererek emeğin payını büyüten emekçilerin bu defa temmuz raundunu görmek için Türkiye işçi sınıfını ve temsiliyeti olan sendikaları yakından izlemeli ve biz de gelişen her türlü emek hareketi içinde konumlanmayı görev bilmeliyiz. Sınıfsal iddialarımız için süresiz olarak tek çıkışımız budur.