Hükümet, Türk İş bürokrasisi ve patronlar ortaklığıyla özellikle bu sene bir şova dönüştürülen asgari ücret belirleme süreci, birçok potansiyel sorun ve krizi içinde barındırıyor. Döviz kurundaki artışa bağlı olarak TL’nin değer kaybetmesi yani işçilerin alım gücünün ciddi oranda düşmesi nedeniyle asgari ücretteki artışın bu sene fazla olacağı zaten bekleniyor ve propaganda ediliyordu. Ancak o durumda bile ilk beklenti 3.500-3.700 aralığında bir rakamdı. Diğer yandan tam da bu dönemde TL’deki değer kaybı görülmedik oranda artmıştı. Döviz kuruna paralel tüm ürünlerde üst üste fahiş fiyatlar baş göstermiş; sonuçta 3.500 civarı bir rakam da birkaç hafta içerisinde anlamını yitirmişti. Bu arada patronların ilk dayanak noktası TÜİK’in enflasyona dair rakamlarının sahte olduğu hızlıca deşifre olmuş ve bir şekilde herkesçe kabul edilmişti. En sonunda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ağzından yeni asgari ücret açıklanmış; net 4.253; brüt 5.004 TL olarak belirlenmişti. Asgari ücretin net artışı yüzde 50, brüt artışı ise yüzde 39,8 oranındaydı. Fakat döviz kuru ve alım gücü bakımından halen bir önceki asgari ücretin altında kalmıştı. Yine de oran ve rakam bakımından manipülatif değeri vardı, bu yüzden de onu açıklama “şerefi” manipülasyon ustası Tayyip Erdoğan’a verilmişti.
İŞÇİNİN ENFLASYONU ARTTI, ALIM GÜCÜ DÜŞTÜ
Asgari ücretteki aldatmacanın ilk ve en önemli noktası alım gücü ile ilgiliydi. Her ne kadar artış yüksek gözükse de bunun gerçek anlamı, başta temel ihtiyaç maddeleri olmak üzere her tür ürüne gelen zamlarda gizliydi. Örneğin önceki asgari ücretle (2.825 TL) 1.883 adet ekmek alınabilirken yeni asgari ücretle 1.214 ekmek alınabiliyordu. Yine önceki asgari ücretle 7.062 yumurta alınabilirken şimdi 4.250 yumurta alınabiliyor. O ünlü simit hesabıyla bile 1.412 adetten 1.214 adete düşüş var. Ki söz konusu bu değer kaybı daha asgari ücretin belirlendiği ilk günlerdeki bir kayıp. İlerleyen haftalarda ve bir yıl boyunca yaşanacak değer kaybını düşünürsek belirlenen asgari ücretin sefalet niteliği daha iyi anlaşılacaktır. Erdoğan’ın “kur korumalı TL vadeli mevduat” formülünü açıklaması ve piyasaya döviz sürülmesiyle birlikte özellikle dolarda belli bir düşüş yaşandı ancak ürün fiyatlarında kayda değer bir düşüş yaşanmadı. Döviz kurundaki düşüş bile aslında gerçek bir düşüş değildi. Çünkü döviz kuru son dönemde çıktığı en yüksek seviyeden bir nebze aşağı çekilmişti, gerçekte döviz kuru yüksek kalmaya devam ediyordu. Dahası döviz kurunun tekrar yükselişe geçmesi ve ürün fiyatlarındaki artışın sürmesi de beklenen bir eğilim olarak ortada duruyor. Kısacası enflasyon sorunu olduğu gibi duruyor; asgari ücretlileri yani işçileri derinden tehdit etmeye devam ediyordu.
GELİR VERGİSİYLE BİRLİKTE AGİ DE KALDIRILDI
Asgari ücretteki artış oranının ürün fiyatlarındaki artışla kıyaslanması yanında brüt ve net rakamlar arasındaki fark da önemli bir veri olarak duruyor. Zira daha önceki senelere nazaran brütteki artış daha düşük kalmış durumda. Bunun bir bütün ücret ve vergi sistemi üzerindeki dolaylı etkileri bir yana sanıldığı gibi patrondan alınıp işçiye verilen ek bir oran da söz konusu değil. Daha önce gelir ve damga vergisi olarak işçinin ücretinden kesilen ve işçiye hiç yansıtılmaksızın patron tarafından devlete ödenen meblağ, asgari ücret üzerindeki bu vergilerin (fakat sadece bu iki verginin) kaldırılmasıyla birlikte işçinin net ücretine eklenmiş oldu. Asgari ücrette brüte rağmen netteki oransal artışın temel kaynağını da bu oluşturmaktadır. Diğer yandan işçinin ücretinden kesilen ve patron tarafından devlete ödenmek yerine şimdi işçiye ödenen bu meblağın devlete ekonomik ‘külfetinin’, doğrudan ve dolaylı vergiler olarak yine işçilerin ve halkın sırtına yıkılacağını da belirtmeliyiz.
İlk açıklandığı haliyle asgari ücretin üzerinde ücret alan işçilerin ya da fazla mesai ile ücretini asgari ücretin üzerine çıkaranların gelir dilimi değiştiği için gelir vergisinden muaf olup olamayacakları tartışma yaratmıştı. Daha sonra mecliste kararlaştırılan torba kanunla birlikte işçi ücretlerinde asgari ücret tutarı kadar kısmın gelir vergisinden muaf tutulacağı belirtildi. Asgari ücretteki gelir ve damga vergisinin kaldırılmasının, geçen senenin rakamlarıyla birlikte ele alındığında asgari ücretliye 400-500 TL bir katkı sunduğu düşünülse de Asgari Geçim İndirimi’nin (AGİ) kaldırılmasıyla birlikte bu rakamın da bir anlamı kalmadı. Daha önce özellikle evli ve çocuklu işçiler, AGİ yoluyla gelir vergisinin getirdiği yükten büyük oranda muaf kalabiliyorken bu sene gelir vergisi tümden kaldırıldığı halde bunun işçiye sağladığı fayda sadece 38 TL’de kalıyor. Kısacası gelir vergisinin kaldırılması da bir aldatmaca niteliği taşıyor ve ortada işçiye ek olarak fayda sağlayan ciddi bir meblağ kalmıyor. İşçinin olan, işçiden kesilen ve işçiye ödenen rakamlar, bunların kuralları ve tanımları üzerinde değişikliklere gidilmişti ancak işçi için sonuç yine aynıydı.
TÜM ÜCRETLER AŞAĞI ÇEKİLDİ, SÖZLEŞMELER PATLADI
Belirlenen asgari ücretin en sarsıcı etkilerinden biri, normalde asgari ücretin üzerinde ücret alan işçilere oldu. Özellikle kamuda istihdam edilen kadrolu işçiler, kamu emekçileri (memurlar) ve özel sektörde asgari ücretin üzerinde ücret alan işçilerin ücretlerinde, asgari ücrete oranla ciddi bir düşüş yaşanmış, bu işçi ve emekçiler bir anda yüksek oranda yoksullaşmış oldu. İşçiler arasında kıdem, eğitim ve vasfa dayalı ücret farkları da silikleşerek yeni işe giren bir işçiyle eski işçilerin ücretleri büyük oranda aynılaşmış oldu. Örneğin asgari ücret 2.825 iken 4.000 civarı ücret alan bir işçi, asgari ücretin 4.253 TL olmasıyla birlikte kendisi de asgari ücretli olmuş oldu. Her ne kadar yeni sözleşmelerde bir ücret pazarlığı olsa da patronların bu işçilere asgari ücretteki artış oranına uygun bir zam yapmayacağı genel kabul görmektedir. Dahası asgari ücret belirlenmeden yakın zaman önce yapılan sözleşmeler de işçinin aleyhine bir biçimde otomatikman patlamış oldu. Bu durum sarı sendikaların da kara kara düşünmesine ve patronla “ek protokol” yoluyla durumu kurtarma çabasına dönüştü. Ki patronlar ek protokole yanaşmaz ya da sözleşme süreci gelen yerlerde asgari ücret zam oranına kıyasla dip zam oranları dayatırsa işçiler ve sendikalar nezdinde de bir kaynama kaçınılmaz görünüyor.
Kısacası asgari ücret artmış gibi görünse de hem alım gücü bakımından hem de tüm ücretleri aşağı çekerek genelleşmesi bakımından ‘sınıf olarak’ işçilerin ekonomik durumu kötüleşmiş, geriye gitmiş oldu. Tek tek ya da bir kısım işçiler nezdinde bir “artış”tan söz edilse bile -ki gerçekte yok- işçi sınıfının bütünü ciddi bir kayıp yaşamış oldu. Ve tekrar etmek gerekirse bu durum daha senenin başında böyledir; yarın çok daha kötüye gideceğini söylemek abartı değildir.
İŞTEN ÇIKARMA, KAYIT DIŞI ÇALIŞTIRMA VE ELDEN İADE YAYGINLAŞABİLİR
Küçük işletmeler nezdinde işyeri kapatmalarla da sonuçlanabileceği tartışılan yeni asgari ücret ile ilgili olarak genel kanı; işten çıkarmaları, kayıt dışı çalıştırmayı ve işçiye yatırılan asgari ücretin bir kısmının elden geri patrona ödenmesi gibi bir uygulamayı yaygınlaştıracağı yönündedir. Özellikle küçük-orta işletmelerde işçi azaltmalar yani işten çıkarmalar artabilecektir. Kayıt dışı çalıştırma ve asgari ücretin altında ücretle çalıştırma halihazırda yaygın bir uygulamadır. Sadece göçmen işçiler boyutuyla değil genel olarak da yaygındır. Özellikle belli başlı büyük şehirlerin dışına gidildikçe; T. Kürdistanı’nda, Karadeniz’de, Anadolu’nun sanayi havzalarında ve köle pazarlarında kayıt dışı ve düşük ücretle çalıştırmayla sıklıkla karşılaşılmaktadır. İşçinin ücretinin banka aracılığıyla yatırılması zorunlu yerlerde, patrona elden ücret iadesi de sıklıkla görülmektedir. Bu nedenle asgari ücretin olası ve çok yönlü etkilerine işçi sınıfının belli bir kesiminden, belli bölgelerden veya mesleklerden değil her bölge ve kesimden işçilerin geneli penceresinden bakılmalıdır. Böyle bakıldığında saldırının boyutu ve olası gelişmelerin sonuçları da daha iyi görülebilecektir.
Genel olarak işçiler içerisinde kadrolu-kadrosuz, sendikalı-sendikasız, kamu-özel sektör, ‘asıl işveren’-‘alt işveren’ (kamu/ana firma-şirket/taşeron) vb. farklılıklar her zaman geliştirilmiş, kışkırtılmış ve bunun ‘doğal’ bir sonucu olarak sınıf içi rekabet her zaman diri tutulabilmiştir. Örneğin en alt ve ağır işleri üstlenen ancak düşük ücret alan taşeron bir işçi, daha az iş yapan ve daha yüksek maaş alan, iş güvencesi de daha sağlam bir kadrolu işçiye genel eğilim olarak kuşkuyla bakmış; kadrolu işçi ise taşeron işçinin sorunlarına kayıtsız kaldığı gibi üretim anında çoğu kez onu ezme, kullanma eğiliminde olmuştur. Şimdi yeni asgari ücretle birlikte, daha önce de asgari ücretle çalışan işçilerin, dün ücret olarak kendisinden yüksek ücret alan diğer işçilerin yaşadığı ve yaşayacağı hak kaybına kayıtsız kalma eğiliminde olacağı söylenebilir. Ya da tersinden ‘kıdemli, eğitimli, vasıflı’ işçilerin, dünden bugüne asgari ücretli olan işçiler veya yeni işe giren işçilerle ilk süreçte ortaklaşma yoluna gitmeyeceği düşünülebilir. Çünkü bugün onların ‘doğal’ eğilimi de asgari ücretin üstünde ücret alabilmek yani dünkü pozisyonlarını koruyabilmektir.
Genel eğilimlere dair bu akıl yürütmeleri yapsak da patronların ve devletin tutumuna göre de bu farklılık ve çelişkiler her bir alanda değişik özellikler gösterebilecektir. Fakat açık olan şudur ki bütünde işçi sınıfı saldırı altındadır ve bu saldırının işçileri birbirine eşitleyen yanları patronlar, devlet ve sistem için avantaj ve dezavantajları içinde barındırmaktadır. Avantajlıdır çünkü tam da kriz döneminde toplamda ücretler aşağı çekilmekte, bu durum etkili bir manipülasyonla yönetilebilmekte, işçi sınıfının haklarını ve örgütlülüğünü geriletecek yeni saldırıların zemini oluşturulmaktadır. Dezavantajlıdır çünkü sınıfın ücret bakımından eşitlenmesi, ilerde ve doğru bir sınıf siyasetiyle, işçi sınıfının ortak mücadelesinin koşullarını geliştirip sistem için daha tehlikeli bir durum ortaya çıkarabilir.
ASGARİ ÜCRET TARTIŞMALARI EKONOMİK KRİZİN BİR YANSIMASI
Unutulmamalıdır ki sistemin ve hâkim sınıfların kapsamlı ve ciddi her tasfiye saldırısı önce lokal ve geçici iyileştirmelerle, satın alma politikaları ve göstermelik düzenlemelerle başlar. Sistem önce parçada kazandırır ya da bu algıyı oluşturur. Sonra ise bütünde kaybettirir. Bunu yaparken işçi ve emekçilerin ortak davranışının önüne geçer, kafaları ciddi oranda karıştırır ve önemli bir kesimde “rıza” oluşturur. Tüm bunlar sayesinde de yeni bir işleyiş sistemi, yeni sömürü ve baskı mekanizmaları, yeni kurallar bütünü tesis edilmiş olur. Eski ‘işleyiş sistemi’ dağıtılmıştır; yeni süreç geri dönülemezdir. Bu anlamda bugünkü sürecin de üretime, ücretlere, vergi sistemine, sigorta ve emeklilik sistemine, diğer tüm fiyat ve ücretlere, patronlara, işçilere, işsizlere ve sendikalara farklı farklı etkileri olacaktır. Bu süreç “asgari ücret”, “yeni mevduat sistemi”, “nas ekonomi” gibi kavram ve tartışmalar üzerinden yürütülüyor olsa da gerçekte hepsinin arka planında olan şey başkadır. Bu ise dünyada ve özelde ülkemizde yaşanan ekonomik krizdir. Doğal olarak meseleye sadece asgari ücretin sarsıcı etkileri bağlamında değil onu da kapsayan ve belirleyen bir biçimde ekonomik krizin derin ve çoklu etkisi olarak bakmak yerinde olacaktır.
Süregiden kriz ve faiz-kur sarmalıyla birlikte düşünülürse esasta dış sermayeye ve her biri dövizle satın alınan hammadde, makina, üretim teknolojisi, ara mal ya da yarı mamul maddeye bağımlı ülke üretimindeki ekonomik krizin artarak devam edeceği görülmektedir. Ancak bilinir ki her kriz; küçük işletmeleri, kimi rakip firmaları yok eder veya zayıflatırken kimi büyük sermayedarları ise daha da büyütür ve geliştirir. Bu arada devlet yönetimini, üretimi ve ticari hayatı düzenleyen yasa ve kurallar, kısacası bir bütün sistemin işleyişi, hâkim gücün (kliğin, sermayenin) gelişip güçleneceği şekilde yeniden düzenlenir. Bu düzenlemelerle paralel biçimde üretimin tüm alanlarında da yeni organizasyonlara gidilir. Fakat en önemlisi, tüm bunlar, toplamda işçi sınıfının aleyhine, hâkim sınıfların ise lehine sonuçlar doğuracak şekilde planlanır. Nasıl ki dünyada örneğin ABD ve Çin arasında, yaşanan ekonomik krizin yıkıcı sonuçlarını birbirinin üzerine yıkmaya dönük bir sermaye savaşı varsa bunun bir benzeri de her bir ülkede hâkim sınıfların farklı kesimleri arasında yaşanmaktadır. Ülkemizde hâkim sınıf klikleri ve onlara bağlı sermaye grupları olarak ayrışma gösteren bu gerçekliğin, son dönemdeki faiz-kur ve asgari ücret tartışmalarında da öne çıkması eşyanın tabiatı gereğidir. İktidardaki kliğin, MÜSİAD ve TOBB’un desteğiyle TÜSİAD’a tehditler savurmasını ve yine CHP’yi hedefe koymasını, seçimler ve hükümet değişimi tartışmalarıyla birleşen ülkemizdeki kriz denkleminin bir yansıması olarak değerlendirmek gerekir.
SINIF BİLİNÇLİ İŞÇİLER; İLERİ!..
Görüleceği gibi asgari ücret tartışmalarının bir bütün sistemi ve kriz sürecini etkileyen yönleri bulunmaktadır. Bugün başta metal işçileri olmak üzere sınıfın birçok bölüğünde yaşanan homurdanma ve grev hazırlığı, sadece işçi sınıfı ve patronlar arasında bir mücadelenin değil hâkim klikler ve sermaye grupları arasında yoğunlaşacak bir mücadelenin de işaretlerini vermektedir. Eğer işçi sınıfının örgütlü ve ortak tutumu geliştirilemezse siyasi iktidar, düzen partileri, yerel yönetimler ve sarı sendikalar aracılığıyla sınıfın eyleminin dahi belli bir kliği güçlendirmeye veya zayıflatmaya yönlendirileceğini öngörmek zor değildir. Bu nedenle AKP-CHP veya MÜSİAD-TÜSİAD arasında cereyan eden tartışmalara işçi sınıfı ve sendikalar penceresinden de ilgi göstermek yerinde olacaktır. Unutmayalım ki 2015’teki büyük metal grevinde, grevin ana hedefindeki TÜSİAD patronlarıyla pazarlığa oturan AKP, daha sonra çevik kuvveti fabrikalara sokarak grevleri zorla bastırma yoluna gitmişti. Benzer durumların; işçi sınıfı ve sendikaları doğrudan etkileyen gelişmelerin bundan sonra da yaşanması muhtemeldir.
Tüm bu süreçte milyonlarca işçiyi parçalı, örgütsüz ve etkisiz bir yığın olmaktan çıkararak sınıf haline getirecek; onu hâkim sınıfların iç kavgalarının bir uzantısı değil onlara karşı sınıf kavgasının öznesi yapacak nesnel şartlar mevcuttur ve gelişme göstermektedir. Öteden beri işçi sınıfının “en büyük toplu sözleşmesi” olarak adlandırdığımız asgari ücret süreci, çok yönlü etkileriyle birlikte işçi sınıfını daha zorlu koşullara sürükleyecek, kriz ve sömürü büyüyecektir. Gelecek; “İşçi sınıfı ya devrimcidir ya da hiçbir şey.” diyen Karl Marks’ı haklı çıkaracaktır ve süreç komünistlere, sınıf bilinçli işçilere bu kesinlikte görevler yüklemektedir.