50 yılık tarihi olan Yusufeli ilçesi 1950 yılında kurulduğu son yerleşim yerinden yedinci kez taşınıyor. Taşınmanın “güzide” sebebi büyük devlet imajının “sembolü” sayılan Yusufeli Barajı ve HES projesidir. 1960 yılından itibaren baraj yapımıyla gündemden hiç düşmeyen projenin temeli 2013 yılında atılmış, dökülen 3 milyon metreküp beton vesilesiyle sona yaklaşıldığı ise bizzat Cumhurbaşkanı RTE’nin katıldığı video konferans etkinliğiyle duyurulmuştu.
Açılış ve temel atma törenlerinin unutulma korkusuyla tekrarlandığını hatırlayanlar için ilgi çekici olmasa da güçlü devlet imajının dökülen beton miktarında aranması, kurdelelerin yeniden kesilmesi, “başarıya” ne kadar ihtiyaç duyulduğunu anlatıyor. Ancak Akkuyu’ya inşa edilen NES’in (Nükleer Enerji Santrali) temelinde oluşan derin çatlakların ardından güçlü devlet imajı için betonun da artık kurtarıcı olmadığı biliniyor. Çatlayan betonlar, pul pul dökülen sıvalar hâkim sınıfların deniz kumundan inşa edilmiş binalar gibi çürük temeller üstünde devam edebilmesini her geçen gün zorlaştırıyor.
Ekonomik kriz içerisinde ortaya çıkan salgının yarattığı sarmal, güçlü devlet imajının pazarlanmasını zorlaştırsa da vazgeçilmiş değil. Ekonomik krizin “teğet geçtiği” günlere öykünen hâkim sınıflar rant projelerine, talan ve sömürüye hız katarak, yoğunlaştırarak krizin içinden çıkmaya çalışıyor. Krizin daha da derinleştiği, ekonominin gözdesi “betonun” en borçlular arasına yerleştiği, ödenmeyen krediler yüzünden bankaların “emlâkçı dükkanına” dönüştüğü, satılmayı bekleyen milyonlarca konut stokunun bulunduğu manzara betonla perdelenmeye, güçlü devlet imajı “çaresizce” ayakta tutulmaya çalışılıyor.
Siyasi ve ekonomik krizin dayandığı sınırlar daralmış, burjuva feodal siyasetin krizi daha da büyümüş, doğaya, yaşam alanlarına, halka yönelik saldırılar eli sopalı vaziyette devreye sokulmuştur. Bu nedenledir ki salgın günlerinde saldırganlığın bir yay gibi gerilmesi, fırsatçılıkla doğaya öldürücü darbeler indirilmek istenmesi boşuna değil. Hâkim sınıflar sermayenin çıkarlarını yatırımın, ekonomik büyüme ve istihdam rakamlarının, söylenen “yeşil yalanların” arkasına gizlemektedir. Yusufeli baraj projesinin bitmesine 1 milyon metreküp kaldığı müjdesi de yine kantarın topuzunu kaçıran övgülerle sıralanmaktadır. Adnan Menderes’ten Demirel’e, Erbakan’a dizilen güzellemeler eşliğinde geri kalmışlıktan kurtuluşun sembolü olarak baraj projelerinin ekonomik büyümedeki rolüne bir de “derinlik” katılmaktadır.
540 megavat kurulu güce sahip olacak Yusufeli Barajı Cumhurbaşkanı’nın ifadesiyle “gerdanlığın adeta imamesi durumundadır.” Yusufeli Barajı, Çoruh Nehri üzerinde “gerdanlık” gibi sıralanan 50 baraj ve HES projesinin en büyüğü durumundadır. 275 metreyi bulacak gövdesiyle 100 katlı bir binanın yüksekliğine eş değerdir. Ekonomiye yıllık 1,5 milyar lira katkı sağlayacağı iddia edilmektedir. Barajla birlikte yollar, köprüler, menfezler, tüneller ve tabi ki Yusufeli ilçesinin yeni yerine taşınması müteahhitlerin de iştahını kabartmaktadır. Tüm bunlara Cumhurbaşkanı’nın “dünyayı şaşırtma” merakını da eklemeliyiz. Kanal İstanbul için “dünyada çok ciddi bir sükse yapacak” diye söylenmişti. Yusufeli baraj projesi için de “dünya hidroelektrik santral nedir, sulama nedir? Bunu gördüğünde şaşıracak” demekten geri durmuyor.
Bu iftihar projesinin dörtte üçlük kısmının bitmesine, betonuna, yüksekliğine, “para basmasına”, dahası dünyanın göstereceği şaşkınlığa beklentimiz yükseltilerek tanık olmamız, büyülenmemiz isteniyor. Bizden dünyanın en hızlı akan nehirlerinden birini, Çoruh’u dizginleyen, yola getiren, dağların arasında yükselen “esere” hayran kalmamız hâkim sınıfların gücünü ve kudretini onda görmemiz isteniyor.
2003’TEN SONRA YAPILAN 576 BARAJLA ÖVÜNMEK
“Allah’ın bir lütfu” olan suların kontrolsüzce topraklarından akıp gitmesine, “heba olmasına”, barajlar inşa ederek nasıl engel olduklarına, ülkeyi kalkındırdıklarına, ekonomik büyüme yarattıklarına inanmamız bekleniyor. 2003 yılında toplam 276 olan baraj sayısının üstüne 18 yılda 585 yeni baraj; yine 2003’ten önce 105 olan HES projesinin üstüne 576 HES daha ekleyerek su potansiyelini enerjiye, sulamaya yönlendirdikleri, tarım arazilerinin çoraklaşmasını, şehirlerin susuz kalmasını engellediklerini anlata anlata bitiremiyorlar. Bütün bunların adını ise “büyük yatırım seferberliği” koyuyorlar. Rant ve talan projeleri yatırım seferberliği adı altında ekonomik büyüme rakamlarına yansıtılırken doğanın ve yaşam alanlarının kaybı, mahvoluşu rakamlardan ibaret kalmıyor. Ekonomik büyüme diye kurulan hayaller burjuva feodal sınıfların palazlanmasından, halkın sefaletinin katlanmasından, doğanın ve yaşam alanlarının talan edilmesinden başka kapıya çıkmıyor. Sulara el koyarak, suyu borulara hapsederek halkı ve doğayı en temel ihtiyacından alıkoyuyorlar. “Allah’ın lütfu” olan suya halkı ve doğayı hasret bırakmanın yanında sulama ve elektrik giderleri üzerinden yaptıkları soygunun haddi hesabı bulunmuyor. Doğa ve yaşam alanları, Hasankeyf’te olduğu gibi 12 bin yıllık kültürel ve tarihi miras, 50 yıllık ömrü olan baraj sularına gömülüyor. Yerleşim yerleri taşınıyor, baraj yatağı içinde kalan topraklara “el konuluyor”, insanlar ve canlı türleri zorunlu göçe maruz bırakılıyor.
RANT PROJELERİNDE İŞÇİLER CAN VERİYOR!
Güçlü devlet imajının bugünü ve geleceği doğanın yıkıma uğratılmasın da, işçilerin rant projelerinde her gün yeniden can vermesin de görülüyor. İtibardan tasarruf edilemeyenler arasında sadece halktan toplanan vergilerle yağmalanan bütçe yer almıyor. Rant ve talan projelerinde can veren işçilerin yaşamı da uzun süredir tasarruf edilemeyecek kalemler arasında bulunuyor. Maden ocakları, inşaat asansörleri, havaalanı şantiyeleri, baraj ve HES projeleri güvenlik önlemi alınmaksızın işçilerin üretime zorlandığı, can verdiği mezbahadan farksızdır. İşçiler göçükte, heyelanda, selde boğularak, ezilerek, parçalanarak türlü türlü ölmeye, güçlü devlet imajı rant projeleriyle yükselmeye devam etmektedir.
Övgüler dizilen Yusufeli baraj inşaatında aşırı yağış “nedeniyle” yaşanan heyelanda 4 kişi hayatını kaybetti. Devletin ve patronların tavrında ise bilinenin dışında bir değişik olmadı. Artvin Valisi baraj inşaatının sürmesinin önünde engel olmadığını açıkladı! Doğanın, yaşam alanlarının, işçilerin tescilli düşmanı Limak Şirketi ise işçileri çalışmaya zorladı. Yusufeli baraj inşaatı tıpkı Üçüncü Havalimanı inşaatı gibi işçilerin çalışmaya zorlandığı, iş cinayetlerinde can verdiği bir hapishaneye dönüştürülmüş durumdadır. İşçilerin 3,5 aydır dış dünyayla bağlantısı kesilmiş, pandemi bahanesiyle şantiye fiili olarak hapishaneye çevrilmiş, iş cinayetlerine, ölümlere rağmen işiler çalışmaya zorlanmıştır. Pandemiyi fırsata çeviren, iş cinayetlerine rağmen işçileri üretime zorlayan patronlar devletin gücünü kendi suretinde görmektedir. Ancak ne kadar güçlü görünmeye çalışırlarsa çalışsınlar sömürü hapishanesinin duvarları yıkılacaktır.
MÜCADELE VE DİRENİŞ HATTINDA YÜRÜYELİM!
Doğanın, insanın, canlıların uğradığı katliam, göç ve asimilasyon hâkim sınıflar eliyle sistemli olarak ülkenin her yanında yaşama geçiriliyor. Dersim, Hasankeyf, Yusufeli doğaya ve yaşam alanlarına dayatılan talan ve sömürünün, geri dönülmez yıkımın son halkalarını oluşturuyor. Hâkim sınıfların siyasi ve ekonomik krizinin fotoğrafı meclis “muharebelerinden” geriye kalan hatıralarda değil yaşamın her anında ve yerindedir. Toplumun salgın döneminde daha fazla görünür olan talepleri mücadele etmeksizin karşılanamaz ve kazanılamaz durumdadır. Ekonomik ve siyasi krizin ulaştığı derinlik hâkim sınıfların elinde baskı ve devlet terörünün dışında vadedeceği bir şey bırakmamıştır. Doğayı tüketmek, talanı ve sömürüyü boyutlandırmak sistemin neredeyse tek parolasıdır. Örgütlenmek, mücadele direniş yolunda sebatla ilerlemek her zamankinden kilit bir yerde, kazanmanın anahtarı olarak durmaktadır. İnsanlığı ve doğayı özgürleştirmenin yolu örgütlenmekten, mücadele ve direniş hattında yürümekten geçiyor.