[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle”]
İstanbul’daki bazı CHP’li belediyelerde toplu sözleşme görüşmeleri sonuçlandı. Uzun bir görüşme trafiğinin ardından Kartal, Maltepe ve Kadıköy belediyelerinde Sosyal Demokrat Kamu İşverenleri Sendikası (SODEMSEN) ile TİS (Toplu İş Sözleşmesi) imzalandı. Belediye Başkanı Battal İlgezdi’nin özel tutumu kaynaklı masaya SODEMSEN’le oturmayı kabul etmeyen Ataşehir Belediyesinde de TİS imzalandı. Kadıköy Belediyesinde -farklı olarak- görüşmeler tıkanınca grev ilanı asıldı. Ancak grev ilanının, şube yöneticileri bakımından “işçinin gazını alma” taktiği olduğu daha en başından kendini gösteriyordu. Öyle ki belediye binasına asılan grev ilanının noter onaylı olmadığı, patrona bildirilmediği ortaya çıktı. Sonraki günlerde bu bilinçli “hata” düzeltilse de greve çıkılmadan oldu bittiyle SODEMSEN’le imzalar atıldı. Şimdi benzer bir durum Avcılar Belediyesi’nde de yaşanıyor. Muhtemelen bu belediyede de SODEMSEN, işçilere en kötü şartları dayatmak için değişik taktikleri devreye koymaktan geri kalmayacak.
CHP’li belediyelerde hiç şaşırtıcı olmayan fakat her geçen dönem işçiler için daha da kötü koşulları beraberinde getiren süreçler yaşanıyor. İşçi için bu kötü sürecin ana aktörlerini de patron sendikası SODEMSEN ve patron/CHP iş birlikçisi sendikalar (Genel-İş, Belediye-İş) oluşturuyor. Belli belediyelerdeki “klasikler” hiç değişmiyor. İstanbul Anadolu yakasındaki CHP’li belediyeler özgülünde önce Kartal, ardından Ataşehir ve Maltepe belediyelerinde daha sonrasında ise Kadıköy Belediyesinde TİS görüşmeleri sonuçlanıyor ve sıraya uygun olarak hepsinde nicel farklarla benzer sözleşmelere imza atılıyor. SODEMSEN’le yürütülen süreçlerde aylarca tali maddeler üzerinde görüşmeler sürdürülürken ücreti etkileyen ana maddelere bir türlü gelinemiyor. Esas maddelere gelindiğinde ise SODEMSEN en dip rakamlar üzerinden öneriler getiriyor ve görüşmeler tıkanmış oluyor. Artık bilinen bir taktikle SODEMSEN, işçi sendikalarına ölümü gösterip sıtmaya razı ediyor. Sonrasında ise temsilciler, işçiler devre dışı bırakılarak bir gece yarısı “anlaşmaya” varılıyor. Hatta öyle ki sürecin uzaması ve işçilerin ısrarlı talepleri sonucunda belediye yönetimi belli konularda anlaşma eğilimi gösterse bile SODEMSEN buna izin vermiyor ve anlaşmanın önüne geçiyor. Çünkü SODEMSEN, hemen her yerde işçileri açlık ve sefalet rakamlarına “eşitlemek” gibi bir görev üstlenmiş durumda. Bu İstanbul’da, İzmir’de, Ankara’da ve istisnalar hariç diğer tüm CHP’li belediyelerde böyle.
CHP’li belediyelerdeki TİS süreçlerine baktığımızda SODEMSEN, belediye yönetimi, işçi sendikası ve duruma göre CHP merkez kurulları, il-ilçe yönetimlerinin aktörler olarak öne çıktığını görüyoruz. Oysa bu aktörlerin hemen hepsi doğrudan ya da dolaylı olarak CHP’nin yörüngesinde bulunuyor ve onun yönlendirmesi ile hareket ediyor. İşçi sendikaları bağlamında Genel-İş ve Belediye-İş’in CHP’ye ve özelde İmamoğlu’na yaranma, bu sayede tercih edilen sendika olma yarışı bilinmiyor değil. Bu nedenle parçada farklılıklar olsa da her iki sendika da bütünde CHP’nin kuyruğunda dolanıyor. CHP ise bu durumun gayet farkında olarak kendi denklemleri içinde top çevirerek işçileri, sendikaları oyalıyor, aldatıyor ve en kötü koşullara razı ediyor. SODEMSEN’in “kötü polisi” oynadığı yerde belediye yönetimleri ya da CHP il-ilçe yönetimleri “iyi polisi” oynuyor. CHP denklemindeki bir aktöre karşı şikâyet ve protestolar yine CHP denklemindeki başka bir aktörün kapısında dile getiriliyor. Devletin kendi kurumları ve dolaylı belirlediği aktörler üzerinden izlediği “tavşana kaç, tazıya tut” siyaset oyununu, CHP de kendi çeperinde oynuyor.
SODEMSEN ve belediye yönetimleri öyle arsız ki işçilerle toplu sözleşme görüşmelerinde zam oranlarını eski asgari ücret üzerinden tartışmaya açıyorlar. Bu sayede zam oranını yüksek gösterip anlaşılamadığında da “bu kadar zam oranına rağmen sözleşmeye imza atmayan şımarık işçiyi” halka şikâyet ediyorlar. Oysa o zam oranını rakamlara döktüğünüzde karşınıza asgari ücret ve hatta onun da altında bir rakamdan başka bir şey çıkmıyor. İstanbul’daki ilçe belediyeleri nezdinde son dönemde imzalanan toplu sözleşmelere baktığımızda, taban ücret ve zam oranları açısından sendikanın talep ettiklerine yakın, bu bakımdan da işçiye kabul ettirilebilir anlaşmalar imzalandığını gördük. Bu bir yanıyla işçiyi fazla zorlamanın yol açabileceği tehlikelerin göstergesiydi. Diğer yanıyla ise zaten ölüm gösterilmişti; sendikalar ve işçiler bunu kabullenmek zorundaydı(!)
Görece kabullenilebilir görünen sözleşmelerin bile enflasyon nedeniyle yarın ne sonuç vereceği bilinmezliğini koruyor. İki yıllık sözleşmelerde taban ücretlere 6 ayda bir ne oranda zam yapılacağı belli iken enflasyon (ve asgari ücret) rakamlarının ne olacağı henüz bilinmiyor. Belediye ve dönem farklılıkları olsa da zam oranları yüzde 15 ila yüzde 30 arasında seyrediyor. Dolayısıyla bugün görece kabullenilebilir görünen bir ücret, yarın asgari ücrete ya da onun da altına denk gelebilir. Hatta konut, gıda, ulaşım, enerji fiyatlarındaki sürekli artan yüksek rakamlar nedeniyle işçinin alım gücü daha da eriyebilir. Buralardaki riski otomatikman işçiler üstlenmiş oluyor ve böylece işçiler bırakalım yoksulluk sınırını açlık sınırının da altında ücretlere razı edilmiş oluyor. SODEMSEN’in de katkısıyla CHP’li belediyelerin ve istisnalar haricinde genel olarak tüm patronların yanaşmadığı, sendikaların da ısrar etmediği asıl konuyu bu oluşturuyor. Ücret zam oranları, enflasyona veya asgari ücret artışı üzerine eklenecek bir artı oran olarak pazarlık konusu yapılamıyor, bu tarz maddelere patron tarafı bakımından kesinkes karşı çıkılıyor.
Genel olarak işçiler, bugünkü durumda sendikasına da güvenmiyor veya güvenemiyor. Bir tarafta patron diğer tarafta ise onunla doğrudan ya da dolaylı olarak iş birliğine giren sendikalar… Örneğin işçi, sendikanın grev kararının arkasında durmayacağını, onu boşa düşüreceğini ve bu olumsuz koşullarda bir de başarısızlığa uğratılmış bir grevin etkisiyle daha kötü koşullar yaşayabileceğini biliyor ya da çok diretirse kapalı kapılar ardında, patron ve sendika yöneticisi iş birliğinde işinden olabileceğini, sürülebileceğini ya da iş hayatının kendisine zehir edilebileceğini biliyor. Bu sebeple de süreç, işçi ve sendika nezdinde bir “kabullenilmişlik” denkleminde devam ediyor.
CHP’li belediyeler ve SODEMSEN özgülünde anlatsak da aslında bu sorun tüm işçi sınıfının sorunu olarak ortaya çıkıyor. Ocak 2021 asgari ücret zammıyla başlayan ücret-zam-enflasyon-vergi oyunları katlanarak devam ediyor. Rakamların ve oranların sadece adı var; alım gücü olarak bir karşılığı yok. Diğer yandan gizlenen ve çarpıtılan başka rakamlar ve oranlar da var. Asgari ücret görülmedik oranda aşağı çekildi ve toplam çalışanlar nezdinde asgari ücretlilerin oranı yine görülmedik oranda arttı. Oysa işçiler ve halk üzerinde rakamlar üzerinden tersi bir atmosfer ya da basınç yaratılıyor. Asgari ücretliler üzerinden gelir vergisi kaldırıldı deniyor ancak Asgari Geçim İndirimi (AGİ) de kaldırılarak aslında işçiye hiçbir şey kazandırılmıyor. Hatta işçi, muhasebe oyunlarıyla önceki uygulamalara kıyasla çok daha büyük kayıplar yaşıyor. Bugün işçilerin önemli bir bölümü vergi dilimlerine sokularak devlet tarafından maaş soygununa tabi tutuluyor. İlerleyen aylarda ve özellikle ilk üç-altı aydan sonra işçi, vergi kesintileriyle yılbaşında aldığı ücretin neredeyse üçte birini kaybetmeye başlıyor ve yıl sonuna geldiğinde tam bir şok yaşıyor. Bu sayede asgari ücretin üzerinde ücret alan işçiler de aslında asgari ücrete doğru çekilerek herkes en dip ücretlere sabitlenmiş hale getiriliyor.
Bürokrasiye gömülmüş sendikalar ise mırıldanmak dışında ciddi bir adım atmamayı, birçoğu topu iş birlikçi Türk-İş yönetimine atmayı veya sadece kendi üyesi için lokal çözümler aramayı tercih ediyor. Sendikalar nezdinde de “öğrenilmiş çaresizlik” kanunları işliyor. Onlar için direnmek, mücadele etmek, sokağa çıkmak ya da greve gitmek söz konusu olamayacağından, konfederasyon yönetimlerinden ve çalışma bakanından dilenmek dışında başka bir çare de kalmıyor. Ne yazık ki işçi sınıfının ve sendikaların gerçekliği ücretler, haklar ve örgütlülükler bakımından bu kadar içler acısı durumdadır. İleriki süreçler yeni oyunlarla, yeni sahtekârlıklarla karşımıza çıkmaya devam edecektir. Ancak bunun böyle gitmemesi, bir şeylerin değişmesi gerekmektedir. Bu nedenle her bir özgün alan ve süreçte teşhir, A/P ve örgütlenme çalışmaları sürdürülmelidir ve daha da önemlisi bugünden önümüzdeki asgari ücret, enflasyon ve vergi oyunlarına karşı bir bilinç ve talepler dizisi oluşturulmalıdır. Bu talepler, sendikal mücadelemize de temel oluşturmalıdır.
Bir DDSB’li