[responsivevoice_button voice=”Turkish Male” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Halk kitleleri bir süredir daha çok söylenir ve tartışılır bir durum olarak ekonomik krizin derinleştirdiği yoksullukla, işsizlikle, yaşamsal ihtiyaçlara erişemez hale gelmek de dahil özde aynı sorunlarla boğuşmaktadır. Memnuniyetsizlik, iktidar odaklarına gösterilen öfke dizginlenemeyeceği birçoklarınca kabul edilen krizle birlikte büyümüştür. Zira enflasyon, döviz kurlarındaki dalgalanma ve sonuçta kurun yükseliyor olması dünya genelindeki üretim krizi ve mali sektörde yaşanan belirsizliklerin, genel krizin doğrudan yansımalarıdır. İktidar sözcülerinin dediği gibi “suçlu” kendileri değildir; ama kendileriyle birlikte tüm bir emperyalist düzendir; çürümüş kapitalizmdir…
Halk kelimenin gerçek anlamıyla günbegün yoksullaşmakta, sefalete sürüklenmektedir. Bu durum bütün dünya halkları için de hemen hemen aynıdır. Emperyalist sermayenin birikim modelindeki köklü tıkanıklık dünya genelinde hâkim sınıfları halklara karşı ekonomik olarak daha saldırgan hale getirmektedir. Kâr oranındaki düşüşü telafi etmenin yolu olarak daha mümkün görünen maliyetleri düşürme yoluna başvurmakta ve tüm gücünü bunu sağlamak üzere yoğun hak gasplarına harcamaktadır. Bununla bitmiyor saldırıları, aynı zamanda halka daha fazla fatura kesmenin olanaklarını aramaktalar ve ne kötü ki bunun için neredeyse hiç zorlanmamaktalar.
Türk egemen sınıfları, yaşanan büyük çaplı kriz içinde, halkın çelişkilerinin olabildiğince büyüdüğü, bu çelişkilerin daha da büyüyeceği koşullarda bir yandan aralarındaki mücadeleyi keskinleştirmekte diğer yandan ise halkın sisteme daha güçlü yedeklenmesine yönelik hamleler yapmaktadır. CHP önderliğindeki “Millet” ittifakı ve onun potansiyel bileşeni olan siyasi partiler yaşanan yoğun krizi güç dengelerini değiştirmeye yönelik hamlelere çevirmektedir. Benzer şekilde hâkim olan AKP önderliğindeki “Cumhur” ittifakı da gücünü koruma, gücünü zayıflatan koşullar içinde süreci yönetmeye çalışmaktadır. İki faşist blok da halkı gerçeklerden koparmak, kandırmak ve kurtuluş için yöneleceği mücadele hattını kesmeye odaklanmıştır.
Ekonomik-siyasi kriz ortamı adeta bir seçim iklimiyle hafifletilmeye, adı konmasa da yaygın ve yoğun seçim mitingleri ve başka seçim çalışmalarıyla bu süreç iktidar ve muhalefetin ortaklığında yönetilmeye çalışılmaktadır. Kitlelerin değişim isteğinin, büyüklüğüne paralel bir harekete dönüşmemesi, örgütlü bir yapıya bürünmemesi bunun egemen sınıflar için güçlü bir kaldıraca dönüşmesine neden olmaktadır. Geniş kitleler seçime kilitli bir politik kuşatma altına alınmışlardır. Sandıkta “tek adam rejiminin” ya da “faşist şeflik rejiminin” canının okunacağına, başarılı bir seçim stratejisinin kitlelerin ekonomik-siyasi yaşamında köklü bir değişim yaratacağına dair aslında tamamen gerici bir atmosfer söz konusudur. Bu, özellikle faşist klikler cephesinde açık şekilde “sokaklara çıkmayın, provokasyona gelmeyin” şeklindeki öğütlerle, hatta tehditvari uyarılarla, bundan kaynaklanan korku iklimiyle hayat bulmaktadır. Sokağın politik bir arenaya ve kitle eylemlerinin politik bir niteliğe doğru gelişmesinin, örgütlü mücadeleye yönelmenin AKP-MHP blokuna yarayacağına dair kitlelerin sınıfsal çıkarlarını gerici çıkarlara angaje eden, kitle inisiyatifini belirsizleştiren bir gericilik söz konusudur. Kitlelerin politik bilincini körleştirme amacı burada ortaktır. AKP-MHP bloku da her hak arayışını “darbe”, “terör”, “dış güçlerin oyunu” gibi şoven argümanlarla karşılamakta ve bununla da yetinmeyip her türlü iletişim aracını kullanarak, yargıyı da, polis ve jandarmayı da alet ederek acımasız bir saldırıya girişmekte ve demokrasi için, halkın kendi çıkarları doğrultusunda geliştirebileceği hareketi engellemektedir.
Görmeliyiz ki bu süreçteki asıl kuşatma ideolojiktir. Genel bir kuraldır: somut koşulların aleyhlerine gelişmesine paralel egemenler ideolojik olarak tahakküm oluşturmanın arayışında olurlar. Oluşan ve oluşturulan seçim iklimi bu kuşatma için etkili şekilde kullanılmaktadır.
Türk hâkim sınıflarının ortak paydalarından olan Kürt düşmanlığı, devletin bekasını ve varoluşunu tanımlama biçimleri bugün de kendi aralarındaki dalaşta sıklıkla açığa çıkmaktadır. Aralarındaki rekabetin yoğunluğu kadar ekonomik kriz koşulları da onları kendi gerçeklikleriyle yüz yüze bırakmakta, sözde demokrasi havariliğine yönelseler de her zaman bir keskin sınırlama ile hareket ettikleri görülmektedir. Helalleşme retoriğinin, büyüklüğüne rağmen içinin boşluğu bu bakımdan dikkat çekicidir! Bu retoriğin özellikle Irak ve Suriye’de Kürt ulusal hareketine, kazanımlarına karşı saldırılarda zayıflaması hiç kimsenin gözünden kaçmayacak kadar açıktır. Bu aynı zamanda dış politikada askeri saldırganlığı, bunun koşullarını yaratacak iklimi oluşturma yönelimidir. Tüm toplum, şovenizmle zoraki inşa edilen tehdit tanımlarına göre şekillendirilmektedir. Türk hâkim sınıfları Ortadoğu’da bozulan denklemlerde kendi varlık koşullarını güçlendirmenin, olası tüm tehditleri bertaraf edecek bir siyasal nüfuz oluşturma, olanaklıysa işgallerle egemenlik sınırlarını genişletmenin peşindedir. Emperyalistler arası çatışma riskinin tırmandırıldığı, Rusya ve Çin’in ABD tarafından Ukrayna ve Tayvan üzerinden sınırlarında meşgul edilerek savaş ve işgale itilmeye çalışıldığı ve dengelerin altüst olmaya başladığı koşullarda TC güç devşirme hesabı yapmaktadır.
Kürdistan’ın her bir parçasında Kürt Ulusal Hareketi’ni yok etme eksenine oturmuş bir yönelim sürdürülmektedir. TC, ABD ve Rus emperyalistleriyle Rojava’daki işgali genişletmek üzere bu güçler arasındaki çelişkiyi kullanıp her türlü olanağı zorlamaktadır. TC’nin, NATO genişlemesi gündemi de, Ukrayna meselesi de, Ermeni-Azeri anlaşmazlığı da, Rusya ve İran üzerindeki ekonomik ablukalar da, Doğu Akdeniz’deki çelişkiler de özellikle Rojava için pazarlıklarda kullanmaktan ve zorlamaktan geri durmadığı meselelerdir. Haziran sonundaki NATO toplantısında, ağustos ayı içinde gerçekleşen Tahran Zirvesinde ve son olarak Soçi’deki görüşmede TC için Rojava işgalini genişletme pazarlığı esas gündem oldu. Emperyalistlerden izin koparmak için her görüşmeyi, ilişkiyi, çelişkiyi kullandılar. En son Esad ile görüşmelere başlama eğilimini, hatta isteğini “bu görüşmeler farklı seviyelerde zaten yapılmaktadır” diyerek de üstü örtülü dile getiren Çavuşoğlu “gerekirse ortak operasyona” olanak verecek bir ilişki düzeyini tanımlamıştır. Faşist diktatörlük Rojava’da alan genişletmek için Suriye politikasını, Esad karşıtı Cihadist örgütlere rağmen, onları “terk etmeyi göze alacak” kadar evirecek bir eğilimin işaretlerini vermiştir. Putin ile yapılan görüşmeler sonrası, düne kadar “ortak operasyonlar yürüttüğü”, destek çıktığı güçlerin TC’yi protesto gösterileri pazarlığın İdlib’i de içerecek şekilde döndüğünü açık etmiştir.
Emperyalist güçlerin bölgesel çıkarları ve ezen ulus egemenleriyle kurdukları ilişkiler Kürt ulusunun kurban edilmesini sağlayabilir. Rojava kazanımları gelinen aşamada emperyalizmin politik köleleştirme kuşatmasındadır ve Türk, Arap egemenlerinin şoven kör bıçağı altındadır.
Türk egemen sınıflarının faşist klikleri, ilkin şovenizmi ve “ezen ulus gururunu” köpürterek kitleleri zehirleme siyasetinde ortaklaşmaktadır. İkincisi, kitlelerin örgütsüzlüğünde, pasifliğinde, hak ve özgürlükler için mücadeleden geri durmasında, bu yöndeki gelişmeleri engellemekte ortaklaşmaktadır. “Beka sorunu” ile Kürt düşmanlığı, şovenizm her vesileyle adeta ortak ve birbirini tamamlayan söylemlerle güçlendirilirken, kitlelerin memnuniyetsizliği sandık pusulaları arasına sıkıştırılmaktadır. Hiç kuşkusuz reformist ve parlamentarist güçlerin de seçimlere biçtikleri rol, değişim dinamiğini “AKP-Tayyip” karşıtlığına kilitleyen yaklaşımları bu politik iklimde önemli bir etkendir.
Komünistlerin kitlelerin kurtuluş programını içeren çizgiden, işçi sınıfının ve halkın bağımsız eylem ve hareketine odaklanan ve onun örgütlenip güçlenmesine yoğunlaşma yaklaşımında ısrar etmesi ve kararlı durması hayati önemdedir. Kitlelerin çelişkilerine, onların irili ufaklı tüm hareketlerine ve sorunlarına tam anlamıyla cevap olan yönelim esas olandır. Gerçek devrimci çizgi ve kurtuluş hattı bunun sağlanması, bunun devrimci eylem ve propaganda ile hayata geçirilmesidir. Şovenizmle halkın ideolojik-politik ablukaya alınmasına, yaşadıkları yoğun ekonomik veya politik çelişkilerin iyileştirme ve seçimlerle düzeleceğine dair yaklaşımların devrim için çalışmakla, Halk Savaşı ile kurtuluş güzergâhında bizzat hareket ve eylemin içinde önderleşerek, onları inceleyip kitleleri ikna ederek alt edilebileceği unutulmamalıdır. Sıradanı aşan, kitlelerin aldatılmasına barikat ören devrimci çalışmalar rotamız olacaktır.