[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle”]
Komünist Partisinin Marksizm-Leninizm-Maoizm teorisine ve deneyimine dayanarak oluşturduğu program “tüm savaş dönemi için operasyonların karakterini önceden belirler.” demişti Stalin yoldaş. Demek oluyor ki sonraki bütün devrimci hareketin doğrultusu bu program ile belirlenmiş olur. Programın önemini anlamamız gerektiğini net olarak vurgular nitelikteki bu cümleden sonra yoğunlaşmamız gereken nokta programın kavranması ve uygulanması olmalıdır.
Bazıları “ileriye doğru atılacak bir adım bir yığın programdan daha iyidir” dendiğini hatırlatabilirler. Hiç kuşkusuz öyledir. Ne var ki bu söz programsızlık amacıyla söylenmemiştir; programın amacının kavranması için söylenmiştir. Amaç toplumsal ilerlemeyi başarmaktır. Program bu amaca uygun olmalıdır.
O halde bizim programdan beklentimiz ve onunla kuracağımız ilişki toplumsal ilerlemenin şartlarını içermesi üzerinden olmalıdır. Kuracağımız ilişkinin bu özelliği onu kavrayışımızı, kavrama biçimimizi ve doğaldır ki onu hayata uygulama tarzımızı da belirleyecektir.
Mesele bu bakımdan irdelendiğinde esasen başarılı olamadığımızı kabul etmemiz gerekir. Çünkü “programatik görüşlerin” kavranması ve uygulanması ciddi derecede sorunludur. Bunu kabul etmek için özel veya yoğun bir incelemeye gerek olmadığı açıktır. Sorun sadece bu tarafıyla değil, aynı zamanda “programatik görüşlerin” tamamlanması için yapılmayanlar tarafından irdelendiğinde de sorunludur. Elbette biz bu görüşlerin derinliğini, önemli ölçüde yol gösterici ve hatta yol açıcı olduğunu savunmaya devam ediyoruz. Bugün “tamamlanmış” bir programın bu görüşlerin “biçimlenmiş” hali olacağını da biliyoruz. Burada, buna rağmen altını çizmemiz gereken hususları konu ediyoruz.
Programatik görüşlerin biçimlendirilmemiş olması ve aslında bununla aynı soruna işaret eden esasta hayata geçirilmemesi olguları bizim “Marksist teoriye” ve Marksist programa Stalin yoldaşın dikkat çektiği düzeyde önem vermeyişimizin sonucudur. Bu noktada çok önemli olmasa da bir küçük parantez açmak gerekir: bu “önem vermeme” hali genel bir haldir, tek tek kişileri de genel içindeki yerleri düzeyinde kapsar. Örneğin bazı önderlerin genel içindeki yerleri onları başka “önemli görevler ve sorumluluklarla” karşı karşıya bırakmış ve bu asli görevden uzaklaştırmış olabilir ve ancak karşılarına çıkan farklı görev ve sorumlulukları yerine getirmekle bu asli göreve yoğunlaşmaları mümkün olacaksa onların bunlara öncelik vermek zorunda kalmaları yadsınacak bir şey olamaz. Karşılarına çıkan farklı türden ama gene önemli, olmazsa olmaz görev ve sorumluluklarını yerine getirmelerini biz program oluşturma koşullarının sağlanması olarak değerlendirmeliyiz. Onlar aslında aynı görevin farklı bir aşamasını tamamlamış olarak değerlendirilmelidirler.
AYNI GÖREVE KİLİTLENMEK
“Aynı görev” burada temel kavramdır. Nedir bu görev? Açıktır ki devrimin şartlarını hazırlamak. Bunun, bizim özgülümüzde “öznel güçlerin olgunlaştırılması” olduğunu ileri sürüyoruz. Nesnel koşulların yer yer gerilemeler olsa da bazı özel şartların bu olgunluğa olumsuz etkiler yaptığını görsek de esasen olgun olduğunu savunuyoruz. Öznel güçlerin olgun olmaması devrimin önündeki temel sorundur. Bu temel sorun ortadan kaldırılmadıkça “bir adım ilerlemek” de esasen olanaklı değildir.
Devrimin öznel güçlerinin olgunlaşması devrimin nesnel şartlarının kavranması ve ileriye doğru ilerlemenin önündeki nesnel engellerin (karşı devrimci güçlerin) ortadan kaldırılması, toplumun zorunlu olarak, temel gereksinimlerinin karşılığı olarak ilerleme yönündeki hareketinin zincirlerinden kurtarılması için bilinçlenmeleri ve bu bilincin gereklerine uygun olarak örgütlenmeleri ve tüm toplumu ileriye doğru adım atmak yönünde harekete geçmeleri demektir. İşte programın temel işlevi bunu sağlamaktır. Onu olmazsa olmaz kılan budur.
Topluma bir Marksist program, bir devrim programı sunulduğunda onlara yürünecek bir yol açılmış olur. Şu açıktır ve defalarca yinelenmiştir: Bu yolu halk yürüyecektir. Yolun açılmış ve aydınlatılmış olması hiçbir zaman o yolun halk tarafından yürünecek olmasına bir karşıtlık oluşturmaz…
Başa dönersek eğer; Stalin yoldaşın vurguladığı önem bir komünist partisinin Marksist programa, bir devrim programına yüklediği anlam olarak onun ileriye doğru atılacak adımları belirleyecek olmasından başka bir şey değildir. Bir program oluşturulduğunda biz kesinlikle salt teorik bir tartışma yapmış olmayız. Bir program oluşturulduğunda biz kesinlikle bir durgunluk, bir düşünme evresine girmiş olmayız. Bir program oluşturulduğunda biz kesinlikle dağınık ya da “kendi kendine komutlar veren ve ilerleyen parçalar” halinde yürümeye devam etmeyiz. Bir program tüm bunların tam tersini içerir. Çünkü o “tüm savaş döneminin operasyonlarının karakterini önceden belirler.” Böylece komünist partisinin tüm parçalarını, unsurlarını “aynı görev” üzerinde birleştirir. Doğrultu belli olduğunda tüm hareketin eylemlerinin de karakteri belirlenmiş olur.
Buna ne derecede gereksinim olduğu Komünist Partisinin tüm sürecini bilenler için gayet açık olmalıdır. Buna günümüzü de dahil etmek yanlış olmayacaktır. Halen “el yordamıyla” yürüyenler var, halen kendi hareketini bütünün hareketi çerçevesinde belirlemekte sorun yaşayan ve “kendi kendine komutlar vererek ilerleme” anlayışında olanlar var. Aslında bunların varlığı içinde olduğumuz koşullarda anlaşılırdır hatta önemli ölçüde kaçınılmazdır. Çünkü “bir adım ilerlemek yeğdir” fikri içinde olduğumuz koşullarda esasen böyle gerçekleşir. Hiçbir devrimci, “yetersiz örgüt” karşısında onun neden olduğu boşlukları doldurmak amacıyla hareket edeni, çalışanı yadırgamaz veya yadırgamamalıdır. “Bir adım ilerlemek” kavramına biçilen anlam “toplumsal ilerleme” ile birlikte ele alınmadığında ve bu anlam bir Marksist teori ve Marksist programa ihtiyaç duymadan da ilerlenebileceği olduğunda bu sonuç gayet normaldir. Normal olması bunun doğru olduğu anlamına gelmeyecektir elbette. Normal olması eksikliğin esas olarak nerede olduğunu anlamak bakımından önemlidir. Eksik olan Komünist Partisinin bir Marksist program yani doğrultu belirlemekte, bu doğrultuyu biçimlendirmekte ve olabildiğince “örgütlü” bir tarzda kavratmak ve uygulatmaktaki sorumluluğudur.
Özetle sorunlarımızın ve başarısızlıklarımızın kökeninde ne olduğunu bildiğimizde, onunla baş etme şansı da elde edeceğimizi kavradığımızda sözünü ettiğimiz türden yanlışların da ortadan kalkabileceğini bilince çıkarmış oluruz.
Marksist bir programın eksikliğini tüm olumsuzluklarımızdaki belirleyici etkenlerden biri olarak görmeliyiz. Bunu böyle görmek bir Marksist programın oluşumuna “öncelik” vermeyi koşullar ve devamında böyle bir program oluştuğunda bunun kavranmasına, hayata geçirilmesine tam bir gayretle katılmayı beraberinde getirir.
ÇÜRÜYENDEN ARINMAK VE HEDEFLE UYUMLULUK
Kuşkusuz programı oluşturmak veya kavranması ve uygulanması için tam bir gayret içinde olmak tayin edicidir. Ne var ki bunları bilmek ve bu yönde hareket etmek kendi başına yeterli olmaz. Bunu belli bir sistematik içinde, doğru bir anlayışla ve tabii ki amaca uygun biçimde gerçekleştirmek gerekir. Bir görevimizin de bu sistematiği oturtmak, doğru anlayışı olabildiğince açıklamak ve kavratmak olduğunu ihmal etmemeliyiz. Bu işlerin olabildiğince ağır işlediği bir gerçekliktir. Bu olumsuz bir gerçekliktir ve bununla nasıl baş edeceğimiz de öyle bilinmez ve gizli değildir. Bunlar çalışmakla, amacı benimsemekle, onu bir yaşam biçimine dönüştürmekle ilgili sorunlardır.
Marksist bir programın sosyalizm hedefini içerdiğini Stalin yoldaştan bir alıntıyla vurgulamıştık: “Marksizmin teorisi, burjuvazinin çöküşü ve iktidarın proletaryanın eline geçmesi gibi kaçınılmaz olan sonuca varır, çünkü kapitalizm zorunlu olarak yolu sosyalizme açmaktadır.” Bu Marks’tan itibaren Marksist tüm ustaların ve dolayısıyla Marksist hareketlerin temel anlayışı olarak vurgulanmıştır. Sosyalizm hedefi burjuvazinin çöküşünü ve proletaryanın iktidarı ele geçirmesi sürecinin kaçınılmazlığına uyarlı bir hedeftir. Buradaki ilk vurgunun burjuvazinin çöküşü olduğuna dikkat çekmeliyiz. Bu kavram kapitalizmin tarihin yolunu zorunlu olarak sosyalizme açtığını içerir. Kapitalizm her toplumsal süreç gibi sonlanacaktır. Bu bir çürüme sürecidir. Bir toplumsal sistem oluşur, gelişir ve gelişimi tamamlandığında çürümeye başlar. Onun artık toplumu ileriye doğru taşıması mümkün olmaktan çıkar. Kapitalizm şartlarında bu sosyalizmin koşullarının olgunlaşması anlamına gelir. Marksist programlar bu koşulların tespitiyle başlar. Ancak bu koşulların tespitini içeren ve bu koşullarda proletaryanın süreci hangi yoldan nihai sonuca taşıyabileceğini doğru olarak belirleyen program Marksist bir nitelik kazanır. Lenin, Marksist olmanın kıstasının proletaryanın iktidar için mücadelesini proletaryanın diktatörlüğüne kadar götürmek olduğunu ileri sürdüğünde bu niteliğin şartlarına dikkat çekmiştir.
O halde şunu anlamak durumundayız: Programın kavranmasının ve hayata geçirilmesinin temel sistematiği toplumsal düzeni, bu düzen içindeki sınıfların karşılıklı konumlanışını, sosyalizm yönündeki hareketle bu sınıfların ilişkisini kurmakla ilgilidir. Programı kavramak sınıflarının analizini, sınıfların birbirleriyle ve devrimle ilişkisini kavramakla aynı anlama gelir. Öteden beri dikkat çektiğimiz noktaya geliyoruz.
Nedir bu? Tüm Marksist hareketlerin belirleyici özelliği: içinde oldukları koşulları proletaryanın çıkarları temelinde, bundan kopuk olmamak üzere çürümüş kapitalizm koşullarında üretimin sosyalizm temelinde örgütlenmesi doğrultusunda incelemeleridir. Ne proletaryanın çıkarları göz ardı edilebilirdir ne de koşulların incelenmesi sorumluluğu. Burada koşulların incelenmesi görevi bir teorik çalışma değildir; bunu da içermekle beraber bu görev eyleme dönüktür yani toplumun ileriye doğru bir adım atmasına hatta adımlar atmasına dönüktür. Program bize bunun için bir anlayış ve perspektif sunar. Bu nedenle “bir yığın programdan daha iyi olan bir toplumsal ilerleme” hakkında söylenen söz toplumsal ilerlemenin koşullarını olgunlaştıran, bunun için perspektif sunan ve adımların sürekliliğini, örgütlü halde gerçekleşmesini sağlayan programı kesinlikle olumsuzlamaz.
HAREKETİN KOMÜNİST NİTELİĞİ
Program oluşturmanın, onu kavramanın ve uygulamanın sistematiği komünist hareket için tayin edici bir özelliktir.
Bu programın kitlelere taşınmasından söz ettiğimizde onun sözcük sözcük, madde madde anlatılmasını konu etmediğimiz açık olmalıdır. Bir programın kitlelere taşınması kitlelerin program temelinde örgütlenmesi anlamındadır. Bunun için koşulları kavramak ve bu koşullar içindeki kitlelerin devrimle olan bağını programın gösterdiği içerikte gerçekleştirmek, bu bağı toplumsal olarak kurmak gerekir. O halde koşulları kavramak belirleyicidir.
Koşullar hakkında programda bir genel tez olacaktır. Toplumsal ilerlemenin hangi aşamasında olduğumuza dair bu genel tez devrimin karakterini, çözeceği çelişkileri ve sınıfların genel konumlanışını gösterir. Çalışmaların gerçekleşeceği koşulların özel incelemesi bu tez doğrultusunda olur. Bölgeler, iller, ilçeler vd. bu incelemelerin alanlarıdır.
Stalin yoldaştan yaptığımız alıntılardan birinde program için “Örneğin mutlakiyetçi-feodal sistemin kalıntılarının yıkılarak kapitalizmin serbest gelişme şartlarının yaratılması olarak özetlenebilir. Böylece programın, biri azami ve diğeri de asgari olmak üzere iki kısımdan oluşur.” dendiği hatırlansın. Programın “mutlakiyetçi-feodal sistemin kalıntılarının yıkılarak kapitalizmin serbest gelişme şartlarının yaratılması olarak özetlenen” kısmı, içinde olduğumuz koşulların açıklanmasıdır. Burada bir ek yapmaya gerek vardır: Kapitalizmin “serbest gelişme şartları” proletaryanın egemenliğinde, demokratik halk diktatörlüğü dediğimiz bir sistem içinde gerçekleşecektir ve dolayısıyla “kapitalizmin serbest gelişme döneminden” farklı bir nitelikte olacaktır. Bizim burada kapitalizmin serbest rekabet dönemi ile ortaklaştığımız nokta “mutlakiyetçi-feodal sistemin kalıntılarının yıkılmasıdır.” Serbest gelişiminde kapitalizm bu özelliğe sahiptir. Burjuvazinin egemenliğinde serbest gelişimin sosyalizm hedefi yoktur oysa proletaryanın egemenliğinde kapitalizmin serbest gelişimi feodal kalıntıların tasfiye edilmesini sağlamak üzere zorunlu bir aşama olarak kabul edilir. Serbest gelişim bu zorunlulukla ve tabii ki proletaryanın çıkarları bakımından değerlendirilmelidir. Nihayetinde bu aşamanın temel işlevi sosyalizmin şartlarının hazırlanmasıdır. Bunun burjuvazi tarafından sağlanamayacağı açıktır, tarihsel olarak bu kanıtlanmıştır. Emperyalizmle birlikte burjuvazinin bu şartları yaratmasının koşulu onun proletaryanın hegemonyasına alınması, proletarya tarafından yönlendirilmesidir. Emperyalizmle baş edecek tek güç proletarya olduğu için bu olmazsa olmazdır.
Programın, içinde olduğumuz döneme dair sunduğu tez bütün çalışmaların nesnel zeminini içerir. Bu tez tarihsel sürecin nereden nereye doğru olduğuna dair bir tez olmakla hareketin temel yönelimini sunar. Tüm şeyler ve özellikle de sınıflar bu tez doğrultusunda kavranabilir. Bu olmadan, örneğin herhangi bir doğru sınıflar arası birlik siyasetinden bahsedilemez. Çünkü böylesi birliklerin şartları, görevleri ve sınıflara dair tutumları içeren tüm unsurları bu tezle ilgili olacaktır. İçinde olduğumuz toplumsal sürece yönelik bir tezimiz olmadığında bu konularda doğru, somut, tutarlı ve anlaşılır bir çizgi izlemek mümkün olmayacaktır.
Günümüzde yarı feodal ülkelerde üretimin bütün alanlarda bağımlı hale getirildiğini, sanayisizleştirme (kendi sanayiini geliştirememe) ile birlikte tarımın da verimli, üretken, kendini yeniden gerçekleştirebilir olmaktan çıktığını, dahası en başından beri sermaye birikimini esasen olanaksız kılacak biçimde talana maruz kaldığını görüyoruz. Bu köylülerin tarımdan uzaklaşmasıyla da sonuçlanmaktadır. Şunu unutmamak gerekir: Bunun, bize özgü nedenleri de olmakla birlikte temel nedeni tarımın gelişmiş kapitalist ülkelerde sürekli sermaye birikimine olanak veren sisteminin bir sonucu olarak daha üretken, güçlü bir biçimde makinalaşmış, yapılanmış bir tarıma ve aynı biçimde hayvancılığa yoğunlaşması ve pazarlardan daha büyük paylar almasıyla ilgisi vardır. Bu kaçınılmaz bir sonuçtur. Emperyalizmin yarı feodal ülkelerle kurduğu ilişkinin dinamiği buna yol açmaktadır. Bu ülkelerde tarım ancak emperyalizmin tahakkümü kırıldığında “serbest gelişim” olanağına sahip olacaktır. Dolayısıyla bizde de görülen ve sıklıkla “tarımın tasfiyesi” ya da “köylülüğün tasfiyesi” olarak tanımlanan süreç aslında sosyalizm için şartların olgunlaşması, proletaryanın görevlerinin ya emperyalizm ya da bu gibi ülkelerdeki tamamen gericileşmiş, uşak niteliğindeki iş birlikçi sınıflar tarafından gerçekleştirilmesi değildir. Aksine bu türden süreçler toplumun kurtuluş sorununu dünden daha yoğun biçimde gündemleştiren süreçlerdir. Tarımın, hayvancılığın geliştirilmeden “tasfiye” edilmesi kendi dinamikleriyle gelişmek şartlarını ortadan kaldırmaya denk gelir. Bu ne kalkınmadır ne sanayileşmedir ne proletarya lehine sosyalist üretimin örgütlenmesi şartlarının olgunlaşmasıdır. Bu tam olarak emperyalizme ve feodalizme karşı devrimin olgunluğuna dair bir veridir.
Programın, içinde olduğumuz devrim dönemine dair tezi bu ve benzeri konularda bize bir perspektif sunar ve bu yöndeki görevleri aynı biçimde ve doğru anlamamızı sağlar. Bu görevleri hayata geçirme sorumluluğu söz konusu şartların özel olarak da tanımlanmasını, somutlaştırılmasını gerektirir.
Hiç kuşkusuz bu sınıf ayrımlarını yapabilmek bakımından da belirleyici bir konudur. Sınıfları neye göre, hangi kıstaslarla birbirinden ayıracağız? Örneğin işçi sınıfının özellikleri Marksist hareket tarafından tanımlanmıştır. Günümüzde bu tanıma yığınla kafa karıştıran unsurla müdahale edilmektedir. Ülkemizdeki işçi sınıfı özellikleri de kafa karıştıran bu müdahaleleri etkili kılmaya uygundur. Emeği ile yaşayan herkesin işçi ilan edildiği koşullarda her “çalışan” işçi sınıfına dahil edilebilmektedir. Öyle ki sosyalizmin inşası sanayi işçilerinin dışındaki yığınların başarabileceği bir görev olarak tanımlanır olmuştur. Sanayinin bağımlı ve sürdürülemez özellikleri ihmal edilerek sosyalizm için koşulların uygun olduğu savunulabilmektedir. Dolayısıyla sınıf tanımlarının da bu tez üzerinden anlaşılması büyük önemdedir. Kimleri hangi sınıf çıkarları doğrultusunda ve hangi devrim görevleri bakımından örgütleyebileceğimizi kavramak için bu tez temel önemdedir.
Toplumumuzun nereden nereye doğru yol aldığını bilmek, içinde olduğumuz devrimin görevlerini açığa çıkarmak, sınıfların bu yol üzerinde hangi somut çıkarlarla ve dolayısıyla görevlerle karşı karşıya olduğunu kavramak tüm sınıf analizlerinde temel rol oynar. Sınıfları neye göre ve hangi kıstaslarla tanımlayacağımızı buna göre saptayacağımız için programın bu kısmı belirleyici derecede önemlidir.
Günümüzün bütün yarı feodal ülkelerinde dünün temel özellikleri varlığını sürdürmektedir. Bu ülkelerdeki gelişmeler hiçbir zaman burjuva devrim yani demokratik devrim aşamasının aşılmasıyla sonuçlanmadı. Bu ülkelerde “toprak devrimi” gerçekleşmediği gibi, günümüzde artık bunun “gereksizleştiği” de bu ülkelerdeki acınası tarım üretimi koşullarından hareketle ileri sürülebilmektedir. Oysa kitleler tam da buna karşı çıkarcasına özellikle bu alandaki üretime yoğunlaşan bir ekonomi modelinden yana olduklarını söylemekteler. Biz de sanayileşmenin dinamiklerinin oluşması bakımından, sosyalizm yönündeki gelişme için aynı türden bir ekonomi modeline dikkat çekmekteyiz. Biz tam da değindiğimiz bu özel koşullarda devrimin aynı anlama gelen somut görevlerini açıklamak üzere koşulları incelemeyi, sınıf analizlerine dayanan çalışmaları hayata geçirmeliyiz. Marksist program bu türden incelemelerin, çalışmaların aynı doğrultuda, aynı amaçlarla ve aynı örgütsel birlik içinde gerçekleşmesi için bir çatı görevi görecektir.
Başarmaya zorunlu olduğumuz bu şey bugün daha güçlü ve daha açık olarak gördüğümüz halkların karşı karşıya olduğu tehlikeleri alt edebilmek bakımından belirleyici derecede önemlidir. Lenin yoldaşın dediği gibi “ya devrim savaşı önler ya da savaş devrime yol açar.” Ekonomik krizin derinliği her gün biraz daha açığa çıkarken egemen devletlerin önlemleri kitleleri daha fazla zorlamaktadır. Bu koşullarda görevlerimize sarılmakta hiçbir tereddüt göstermeyelim…