Faşizmin Efrin işgali karşısında P-C (Parti-Cephe) aldığı konumlanış ve yaklaşımla keskin ve açık bir eleştiriyi hak eder durumdadır. P-C devrimci hareket içinde sosyal-şovenizmden en fazla muzdarip kurumlardan biridir. Ancak bu gerçeklik, Efrin’e yönelik faşizmin işgal ve saldırganlığı ile birlikte tahammül edilemez bir vurdumduymazlıkla birlikte gelebileceği en tehlikeli noktaya gelmiştir.
P-C Efrin’e yönelik saldırganlığa tutum almaktan yoksun bir hal içindedir. Bu saldırganlık karşısında henüz devrimci, demokrat, ilerici kesimlerin ve halkın anlayabileceği şekilde tutumunu ifade etmemiştir. Kuşkusuz bu yaklaşım onun saldırının muhtevasını, karakterini ve kimin haklı, savunma savaşı verdiği; kimin haksız ve saldırgan olduğunu netleştirememesiyle ilintilidir. P-C adeta yaşanan saldırganlığa “ilgisizlik”, “tarafsızlık” politikası izlemektedir. Ortada tereddüte mahal vermeyecek şekilde bir saldırganlık, işgal söz konusu iken kuşkusuz P-C’nin kafa karışıklığının ideolojik-politik nedenleri vardır.
Ancak daha vahim olan ise işgal ve saldırganlık sürerken bu anlayışın Kürt Ulusal Hareketi’ni hedefe koyan, onun siyasi karakterine dair analizleridir. “PKK-YPG, Amerika’nın İşgal ve Müdahale Gücüdür PKK – YPG, Amerika’nın Ortadoğu’da Kullandığı Kara Gücüdür! PKK-YPG, Artık Amerika’nın Maşasıdır!” (Yürüyüş Sayı:54 18 Şubat 2018, Sayfa:11) Ve “Çelişki Emperyalizm İle Dünya Halkları Arasındadır Emperyalizm Dünya Halklarının Baş Düşmanıdır Emperyalistlerden Dost Müttefik Yaratılamaz Tarihte Aksini İspat Eden Tek Örnek Yoktur.” (aynı sayıdan, sayfa, 14) başlıklı yazılar, içinden geçilen işgal ve askeri saldırganlık süreciyle birlikte düşünüldüğünde haklı olanı belirleyemeyen, haksız olanın yani faşizmin saldırganlığına meşruiyet katan bir yaklaşıma hizmet etmektedir. Bu objektif bir durumdur.
P-C’NİN ÇARPIK ANTİ EMPERYALİSTLİĞİ VE KAÇINAMADIĞI TUTARSIZLIK!
P-C’nin yaklaşımı; Doğu Perinçek’in savaşa dair “ABD’nin Suriye kara gücüne karşı Türkiye’nin yürüttüğü savaştır” ve Soner Yalçın’ın “ABD uşağı olanlara karşı Kürtleri Türk askerinin kurtarma operasyonudur” yaklaşımlarıyla özünde aynı noktada buluşmaktadır.
P-C’nin özellikle Kürt Ulusal Hareketi’ne yönelik eleştirisi emperyalizme karşı net durmaması, hatta emperyalizmin Suriye politikasıyla ortaklık yakalaması eksenindedir. Kuşkusuz kastedilen emperyalizm burada ABD emperyalizmidir. Zira Kürt hareketinin Rus emperyalizmi ile olan ilişkileri ve geliştirdiği taktik ortaklıklar P-C’nin hedefine oturmamaktadır. Bunun yanında Rus emperyalizmini ülkesine davet eden, işgalci bir güç olarak konumlandıran Esat ve Baas rejimine -küçük burjuva iktidar! olarak tanımlayarak eleştiri getirse de- esasta emperyalizme karşı vatan savunması yapma payesini yüklemekte, onların Rusya ile olan ilişkilerini emperyalizme bağımlılık ilişkileri olarak görmemektedir.
Anlıyoruz ki P-C için tek bir emperyalizm vardır o da ABD ve batı emperyalizmi… Bu güçlerle girilen ilişkiye göre emperyalizmin işbirlikçilerini tespit etmekte, siyasal tespitlerini yapmakta ve yönelimini oluşturmaktadır. Bu durum onun zaten sorunlu olan anti-emperyalizm anlayışını, aslında emperyalizmi bütünlüklü olarak tanımlayamadığı için sınıf işbirlikçi öze götürmektedir. Kuşkusuz savaş ve özgün dönemlerde, daha saldırgan olan gerici gücü esasa almak diğer gerici güçlerle geçici taktik ilişkiler mümkündür. Hitler faşizmine karşı Sovyetler ve Stalin’in ABD ve İngiliz emperyalizmi ile geliştirdiği ilişki gibi… Ya da Japon emperyalizminin işgaline karşı Mao’nun, Çan Kay Şek gericiliği ile geliştirdiği ilişkiler gibi… Ancak bu durum sadece taktik bir politikadır. P-C ise bunun ötesinde içinde bulunduğumuz koşullarda ABD emperyalizmini baş düşman ilan ederek Rus emperyalizminin gerici emellerini ve politikasını yok saymakta ya da geri plana atmakta, hatta onunla bağımlılık ilişkisi geliştiren ve topraklarını Rus emperyalizminin işgaline açan Esat rejimini ilerici görmekte, anti-emperyalist olarak tanımlamaktadır. Bu açıdan soruna yaklaşımı sınıf işbirlikçiliğine açıktır.
P-C’nin Suriye iç kargaşasını, emperyalist güçlerin “büyük oyun kurucu” olarak bölgesel politikasını, Türk egemen sınıflarının ve tüm bölge gerici devletlerin ve örgütlerin sorun karşısındaki tutumunu ve bu eksende Kürt meselesinin oturduğu yeri net bir şekilde tanımlayamamaktadır. ABD emperyalizmi dışında bir güç ve egemenlikle mücadeleyi neredeyse by-pass edecek bir tek yanlılıktadır. Bu bağlamda Kürt Ulusal Hareketi’nin Suriye’de bir güç olarak var olması ve bunun sonucu olarak emperyalistler dahil birçok gerici bölge devletiyle görüşmesi, geçici taktik ilişkiler içinde olmasına P-C’nin yapıştırdığı etiketler meseleyi anlamaktan yoksun olduğuna işarettir. P-C’nin özellikle Kürt Ulusal Hareketi’ni “günahın en büyüğünü” işlemekle suçlayan yaklaşımı savaşın, savaş koşullarının ve yeni dengelerin kurulduğu bölgesel ölçekli bir sürecin yaşandığından bihaber bir tutuma işarettir. Bunun yanında sözkonusu ilişkileri Kürt hareketine yasaklamak ve bu ilişkilerde gözü kapalı bir biçimde “emperyalizmin maşalığını” tespit etmek Kürt ulusal sorununa yaklaşımdan bağımsız değildir. Zira Esat’ın Rus emperyalizmine kapılarını, kollarını ve tüm ruhunu, yüreğini açan ilişkisine ilişmeyen bir P-C’nin Kürt hareketinin bu güçlerle kurduğu her ilişkiyi emperyalist işbirlikçiliği diye nitelemesi güçlü ideolojik saiklere dayanmaktadır.
P-C’NİN ELİNDEKİ DEVRİM HANÇERİNİ EFRİN’DE ZULMÜN BAĞRINA SAPLAYAMAMASI!
P-C’nin bu tutarsızlığında bölgesel düzeyde seyreden bir savaşın kurallarına gözünü kapatması ve adeta hariçten gazel okuması etkilidir. Dizayn ve savaş koşullarında aslolan stratejik hedef ve genel siyasi çizgidir. Onun dışındaki tüm taktik ilişkileri ve ele alışları, bu genel çizginin yörüngesinde ve bir kural ve zorunluluk olarak görmek gerekir. Ancak bu karmaşık ilişkiler içinde kendilerinin de deyimiyle “at izi ve it izinin birbirine karıştığı” koşullarda birincisi; ezen ve ezilenleri doğru ve net tanımlamak, ikincisi; stratejik olarak düşman kampları net tanımlamak önemlidir. P-C bölgenin dizayn edilmesinde bu ikisini de net ve belirlenmiş ilkeler, sınıfsal ölçütler ışığında yerine getirememektedir. Ona göre tek düşman vardır: ABD emperyalizmi ve onunla işbirliği içinde olan bölge devletleri ve ilgili örgütler…
Örneğin Kürtler bağlamında bakalım… Irak, İran, Suriye ve Türkiye’de Kürt ulusu bağımlı hale getirilen, hakları yok sayılan ve devlet kurma hakkı olan ezilen bir ulus değil midir? Eğer bu bir gerçekse öncelikle Kürt ulusunun her bir parçada emperyalizmle olan ilişkisine değil ezilen, bağımlı ulus olmasına karşı net ve kesin bir tutum alınmalıdır. Zira ilhakçı bölge gerici devletlerine somut tutum almaksızın Kürt ulusal sorununda emperyalizme tutum almanın hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur. İlhakçı dört gerici devleti hedefe koymalı ve Kürtlerin özgürlüğünü gasp eden gericilik olarak görmeliyiz. Bu devletlerin ilhakına karşı ulusal temelde ortaya çıkan mücadeleleri meşru bir hak olarak tanımlamalıyız. Lenin tartışmaya mahal vermeyecek şekilde bunu ifade etmiştir: “EĞER ezilen ulusun burjuvazisi, ezenlere karşı savaşırsa, biz her zaman ve her durumda, herkesten daha kararlı olarak bu savaşın yanındayız çünkü biz, zulmün en amansız ve en tutarlı düşmanlarıyız.” Ulusal sorun bağlamında ezen ve ezilen tespitini doğru yapmak alınacak konumlanışı berraklaştıracaktır. Ancak Lenin bu tespitini “Ama ezilen ulusun burjuvazisi, kendi öz-burjuva milliyetçiliğini desteklerse, biz ona karşıyız” diyerek yürüyen mücadeleye önderlik eden hareketin siyasal karakterine dair mücadele perspektifini de ortaya koymuştur. P-C Lenin’in ilk öğüdünü yüz geri ederken, ikinci öğüdünü temel baş sorun olarak tanımlamaktadır. Ancak bu yaklaşımını ‘emperyalizm ve işbirlikçilik’ tespitini hoyratça ve dejenere ederek gerekçelendirmeye çalışmaktadır.
P-C bu yaklaşımıyla zulmün kaynağı olarak ABD emperyalizmini işaret ederek “zulme karşı en tutarlı ve en kararlısı benim” diye haykıracaktır. Ama hayır nafile… Çünkü Kürt ulusunun ezilen ve bağımlı olmasının ana sebebi emperyalizmin kendisidir. Ve emperyalizm, bölge gerici devletleriyle kurduğu ilişkilerden bağımsız düşünülemez. Ezilen ulusun kendi kaderini tayin etme hakkını savunmaksızın, kayıt ve şart koşmadan savunmaksızın ABD ya da başka bir emperyalist sisteme karşı çıkmak mümkün değildir. Emperyalistlerin ezilen ulusun hareketleriyle ilişkilenmesi, kendi siyasi amaçlarına payanda etmeye çalışması hatta yer yer kullanması, emperyalizmin dünyayı kuşatan ve ezilen ulusların bağımlılığını derinleştiren, özgürce ayrılma hakkını (KKTH) yok sayan gerici siyasetini ortadan kaldırmaz. Emperyalizmin “böl, parçala, yönet” politikası, ezilen bağımlı ulusları bu politikanın gereği olarak “bağımsızlaştırma” girişimleri, gerçek bir bağımsızlığın hayal olduğunu gösterir. Emperyalizm şartlarında sosyal bir kurtuluşa dayanmaksızın ekonomik bağımsızlığın mümkün olmadığı gibi siyasi bağımsızlık da güdükleştirilmiş ve şekilsizleştirilmiştir. Ancak bu durum ezilen bağımlı ulusların devlet kurma hakkını yok saymayı getirmez, bu emperyalizme bağımlılıkla sonuçlansa dahi Leninizm’i referans alan hiçbir hareket bu hakkın karşısına karşı durmaz. Çünkü ezilen bağımlı ulusun birincil sorunu ezen ulus egemenliğidir. Bu zincirin esaretinden kurtulması hem siyasal hem toplumsal hem de tarihsel anlamda önemli bir ilerleme ve gelişim demektir. Komünistler bu noktada hakkı tanır, savunur ancak “ulusun” bu koşullarda tam olarak özgürleşemediğini, yarı-sömürgeliğe terfi ettiğini haykırır ve buna karşı da mücadele yürütür. Bu iki tutum ayrı ayrı meselelerdir ancak ulusal soruna bütünlüklü yaklaşımda “tutarlı bir demokratizmdir” aynı zamanda. Bu anlamda P-C siyasi konumlanışıyla tutarlı bir anti-emperyalizmden yoksundur, yetersizdir, sorunu anlamaktan uzaktır. Ezilen ulusun en temel hakkını bizzat onun var olmasına kaynaklık eden bir egemen sistem ve onun bağlaşığı zincirlerinden kopararak tartışmak deyim yerindeyse siyasi bir gaflettir. P-C bu gafletin kendisidir.
GAFİLE KELÂM, NAFİLE KELÂM! *
Öyle bir gaflet halindedir ki faşist diktatörlüğün Efrin saldırganlığına karşı tavırsızlık noktasındadır. “Çünkü biz, zulmün en amansız ve en tutarlı düşmanlarıyız” diyen Lenin’i unutmaktadırlar. P-C peki bu saldırganlık ve vahşet sürecinde neyi dert etmektedir. O sosyal-şovenizmin tüm kirli yüzüyle; Kürt ulusuna karşı faşist diktatörlüğün işgalci saldırganlığını; bu saldırganlıkta Rusya ve ABD emperyalizminin icazetini; Suriye ve İran gericiliğinin göz yuman tutumunu pek de dert etmemekte esas olarak ‘YPG-PYD-PKK’nin ABD emperyalizminin maşası olduğunu’ ispat etmekle uğraşmaktadır. P-C deyim yerindeyse Türk şovenizminin faşist işgal için kullandığı argümanlara halk saflarında destek verir konumdadır. Türk şovenizmini beslemek için kullanılan “anti-ABD’ci” söylem ve Kürtlerin onun “işbirlikçisi olduğu” propagandasına kelimenin gerçek anlamıyla zalimane bir destek sunmaktadır. Yürüyüş dergisinin 18 Şubat tarihli 54. sayısı bu açıdan ibretlik bir vesikadır. Faşizmin kazanmak için ve başarmak için yüzlerce uçağıyla adeta tüm Efrin’i dümdüz etmeye çalıştığı, yüzlerce çocuk-yaşlı-genç demeksizin Kürt evladını katlettiği bu koşullarda buna karşı direnen ve sağdan ya da soldan, önden ya da arkadan nerden bakarsan bak haklı, doğru yerde duranlara yönelmiş bir politik mücadele argümanı iğrençleşmiş “sosyal-şovenizmin” devrimci şekere bulanmış halidir. P-C faşizmin işgaline karşı durmak, mücadele etmek bir yana bu yaklaşımıyla işgalin örtülü bir destekçisi konumundadır. Bu nesnel bir durumdur. Onun bu tavrı ve aldığı konumlanış tarihte karşılığını bulacak, halk kitleleri tarafından da affedilmeyecektir.
P-C bu duruşu ve yaklaşımıyla tüm devrimcilere atfettiği çürümeyi ne düzeyde yaşadığını göstermektedir. Bu durum Kürt Ulusal Hareketi’nin ABD ile kurduğu ilişkileri eleştirme meselesinin ötesindedir. Sözkonusu sadece eleştiri olsa P-C kuşkusuz yalnız değildir.
Komünistler de Rakka operasyonundan başlayarak Kürt hareketine bu eksende eleştiriler getirdi. ABD emperyalizmi ile kurduğu ilişkiyi taktik olarak görsek de belli yönleriyle eleştirdik, ciddi, tehlikeli bir ilişki olarak tanımladık. ABD emperyalizminin Suriye’de askeri ve politik varoluşunu Kürtler üzerinden gerçekleştirme hesabı, bunun uzun vadeli bir bölge stratejisinin uzantısı olduğu ve tehlikeleri barındırdığına işaret ettik, ediyoruz. Ancak verili gerçeklik üzerinden değerlendirme yapmak olmazsa olmazdır. Bu gerçeğin ne olduğunu tespit etmek demektir. Gerçek olan ise Kürt hareketinin emperyalizmle ilişkileri derinleştiren tehlikeli bir eğilime girse de hala demokratik muhtevasını koruduğu, bu anlamda da emperyalist politikaların bir parçası olmaya direndiğidir. Ki öyle olmasa Türk hakim sınıflarının bu kadar kolay bir şekilde Efrin işgalini başlatamayacağı açıktır. P-C’nin gözünü kapadığı nokta burasıdır. Bu gözünü kapama hali Kürt hareketinde var olan demokratik muhtevanın çağımız özgülünde hangi siyasi duruştan ileri geldiğini yok sayan bir körleşme haline onu savurmaktadır. Çünkü bunları görmeye başladığı nokta onun kendi oluşturduğu tek yanlı teorisinin çöpe gitmesi anlamına gelecektir. P-C ezen-egemen Suriye devletinin Kürt ulusu üzerindeki baskısını ve onu yok sayan gericiliğini göremeyecek kadar meseleye tek gözüyle bakmaktadır. P-C, ABD emperyalizmiyle mücadele söylemine sığınarak, ezilen ulus ve milliyetlere uygulanan her türlü baskıyı, yok saymayı, asimilasyonu devrimcilik ve Marksizm-Leninizm adına dolaylı bir biçimde onaylamaktadır.
“Emperyalizme ve faşizme karşı gerçekleştirilen her direniş bir zaferdir. Emperyalizmin kuşatması, faşizmin saldırıları altında haykırılan her slogan bir zaferdir. Dünya halklarını teslim almak, devrimcileri yok etmek isteyen saldırılar karşısında havaya kalkan sıkılı bir yumruk, bir zafer işareti zaferdir.” (Agy, sayfa:9) P-C Nuriye ve Semih’in gerçekleştirdiği açlık grevi bağlamında bu tespitleri yapmaktadır. Peki Kürt Ulusal Hareketi, kendini ve Kürt halkını yok etmeye dönük saldırılara karşı hiç mi direnmemektedir? Efrin’de tüm emperyalistlerin ve gerici devletlerin Kürtleri “terbiye etmek” için izin verdiği, kirli pazarlıkların ürünü olan bu saldırıya karşı zafer işareti de mi yapılmamaktadır? Yürüyüş ve P-C, siz ne zaman bu kadar ‘gaddar’ oldunuz? Efrin’de Kürtlerin elde edeceği kazanım ve başarı acaba ABD emperyalizmi ve onun uşağı faşizmin mi işine yarayacak? Diliniz neden lal oluyor bu saldırı karşısında? Kürtler Efrin’de zulme, katliama ve ulusal kazanımların yok edilmesine maruz kalmıyor mu? Bunu idrak edecek siyasi bilinçten yoksun, ideolojik netlikten uzak olduğunuz anlaşılıyor peki halk saflarında bedel ödeyen devrimci sezgilerinizi de mi kaybettiniz?
YPG-PYD ve PKK için söylediklerinizin hepsini doğru kabul etsek dahi P-C’nin konumlanışı yanlıştır. Çünkü işgale karşı direnişin meşruluğunu teslim edememekte, Türk hakim sınıflarının şovenist kampanyasındaki argümanlarla ortaklaşmaktadır. Böylesi durumlarda devrimci görev her ne pahasına olursa olsun haksız olan, saldırgan olana karşı oklarını yöneltmek, ezilen halk yığınlarının şovenizmle zehirlenmesine karşı amansız bir mücadele yürütmektir. Şovenizmin ayyuka çıkarıldığı, “Kürt kanı içmeye” yeminli bir histerinin yaşandığı bu tür savaş koşullarında Lenin’in “kendi egemenlerinin yenilmesi üzerine” kurduğu doğru siyaseti P-C kavrayamamakta, hayata geçirememektedir. Doğru bu koşullarda tektir. Doğru olan bu işgalin haksız olduğudur, saldırgan olduğudur ve işgalci güçlerin yenilmesinin halkın çıkarına olduğudur. Devrimci görev, bunu sahiplenmek, zaferin gerçek olması için mücadeleyi örgütlemek, propaganda ve ajitasyonun ana halkası olarak bunu yapmaktır. Peki P-C ne yapıyor? Kürt Ulusal Hareketi’nin, yani ‘savunma savaşı’ ve ‘haklı savaş’ veren gücün “ABD maşası” olduğunu söyleyerek haklılığına gölge düşürmeye yöneliyor. Böylesi büyük bir katliam ve saldırıda dahi aldığı sosyal-şovenist tutumla P-C ne halde olduğunu görmek, bu gerçeklikle acil olarak yüzleşmek zorundadır.