[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Ekonomik kriz ve yoksulluk son yıllara damgasını vuruyor. 2019 sonrası belirgin olarak tüm ülkelerde artan yaşam pahalılığı, krizin devamlılığının bir işaretidir. Emperyalist-kapitalist sistemin bu çürümüş düzeninde yaşamak için ödenecek olan bedelin yükü artıyor. Bu sömürü düzenin kendisi kriz dönemlerini her zaman içerisinde taşır. Kapitalizmin istikrarlı süreçlerinde istikrarsızlık üretecek karşıtlıklar derinleşir. İşçi ve emekçiler için ise sömürü koşulları her durumda sürer. Yaşanan bu krizden hâkim sınıfların azade olamayacağı bilinmelidir. Emperyalizm en barbar yanıyla bu krizin yaratıcısıdır. Yaratmış olduğu bu krizden en küçük sömürü aracı da nasibini alır.
Artan borç yükü, pazar alanlarında daralma, üretim anarşisi vb. birçok neden emperyalizmin eşitsiz gelişim yasasına bağlı şirketlerin “kurtlar sofrasında” ayakta kalma mücadelesine neden olur. Onlar için bu sonuçta ölüm kalım savaşı olarak cereyan eder. Öyle ki birçok şirket ortadan kalkar, sermayesini ötekine kaptırır, bazısının ömrü kısalır, bazısının ise nüfuzu genişler, güçlenir. Aşırı üretim içerisinde birçok şirket varlığını emperyalist tekellere bağlı sürdürür. Serbest piyasanın içerisinde hâkim olabilmek ve sömürüden olabildiğince pay alabilmek için aşırı üretimi zorlar. Bu durum daha fazla sömürüyü, daha fazla borçlanmayı beraberinde getirir. Emperyalist sömürünün “uysal” aracı olan bankalar, bu borçlanmada önemli bir yeri tutar. Ödenemeyen krediler ve borçlar bugün sıklıkla duyar olduğumuz iflasları anlamamız için nedenlerden biridir.
Son günlerde, özellikle Avrupa’da birçok şirket iflasını açıklıyor. Bu iflaslarla birlikte on binlerce işçi de işsizlik ile karşı karşıya kalıyor. Bağımlı ülkelerle karşılaştırıldığında görece yaşam koşullarının daha iyi olduğu emperyalist-kapitalist merkezlerde dahi yaşam maliyetlerinin artması söz konusu. Enflasyon oranlarındaki artış, faizlerde artırım vergi yüküne yansıyarak geçim darlığını beraberinde getiriyor/getirecektir.
AVRUPA’DA İFLAS RÜZGÂRI
Ekonomik krizin neticelerinden biri olan iflas, “güçlü” ekonomi olarak sunulan ülkelerde bugünlerde daha sert esiyor. Küçük işletmelerin ve şirketlerin iflaslarına daha fazla rastlar olduk. Bu kriz ile yok olan küçük işletmelerin ve şirketlerin sayısı geçtiğimiz yıllara oranla ciddi bir artış gösteriyor. Yukarıda da bahsettiğimiz üzere kapitalizmin istikrarlı süreçlerinde dahi firma ya da işletmelerin kapandığına şahit oluyoruz. Ne var ki bugün, uzun yıllardır faaliyet gösteren büyük şirketlerin de ciddi borç yüküyle iflas ettiğini görmekteyiz. İngiltere’de hükümetin, resmi internet sitesi üzerinden yaptığı açıklamada, temmuz ayında iflas eden şirket sayısının toplam bin 727 olduğu belirtildi. Açıklamada dikkat çeken bir diğer yan ise iflas eden şirket sayısının salgın öncesi döneme kıyasla daha fazla olduğuydu.
Verilere ilişkin değerlendirmede bulunan danışmanlık şirketi FRP’nin ortağı David Hudson, önümüzdeki dönemde iflas eden şirketlerin sayısının artacağını belirtti. Hudson, iflas sebepleri arasında “yüksek faiz oranları, enflasyon” gibi son yılların süreklileşmiş sorunları da bulunuyor. Verilere göre temmuz ayındaki iflasların haziran ayına oranla daha düşük olduğu belirtilse de enflasyon ve faiz oranlarındaki artış sürüyor. Bu durum yaşanacak olan iflasların habercisi. Bu iflaslardan büyük şirketlerin de etkileneceğini söylemiştik. Geçtiğimiz haftalarda İngiltere’de 93 yıl önce kurulan perakende zinciri Wilko’nun nasibini aldığı duyuruldu. Wilko’nun, ülke çapında 400 mağazası bulunuyordu ve bünyesinde yaklaşık 12 bin kişi çalışıyordu.
İflasların nedenleri arasında ödenemez noktaya gelen borç yükünden ve bunun da önünü açan faiz artışlarından bahsettik. Ülkelerin faiz artırımına gitme zorunluluğu şirketlerin giderlerini artırdığında iflaslar da gündeme gelebiliyor. Almanya da bu ülkelerden biri. Almanya’da otel ve gastronomi (lokantacılık) alanındaki faaliyetlerden alınacak Katma Değer Vergisinin (KDV) yüzde 7’den yüzde 19’a yükselecek olmasının küçük ve orta büyüklükteki işletmelerin sancılı süreçlere girmesine yol açması kaçınılmazdır. Federal İstatistik Dairesi’nin temmuz ayına ilişkin raporuna göre de temmuz ayındaki artış haziran ayına göre yüzde 23,8 oranında daha yüksek. Mayıs ayında iflas eden şirket sayısı da 1478’di. Mahkemeler aracılığıyla alacaklıların iflas eden şirketlerden talep ettikleri miktar ise yaklaşık 4 milyar avrodur. Tüm verileri göz önünde bulundurduğumuzda “güçlü” emperyalist aktörlerden olan İngiltere ve Almanya’da da iflas trendi ciddi derecede yükseliyor.
Kudretli ve yıkılmazlığın sembolü olarak görülen bu ülkeler krizin görünürlüğünü artık öteleyemiyor. Kitleler nezdinde zaten teşhir olmuş yapıdaki bu bozulmalar gelişecek isyanların köklerini besliyor.
TAŞIMA SUYU İLE DEĞİRMEN DÖNMEZ
Ekonomik kriz hiç kuşku yok ki daha fazla hissediliyor. Şirket ve işletmelerin batış hikayeleri daha büyük buhranlar için ön gösterim niteliğinde. Bağımlı ülkelerin borç yükü grafiği ise istikrarlı bir biçimde yukarıya doğru. TC de bu grafiğe sahip ülkelerden biri. Döviz karşısında hızla eriyen TL ile gelen zam yağmuru yaşamın her anını kuşatmış durumda. Emperyalizme bağımlı ekonominin dövize endeksli sermayesi karada çırpınan balık misali nefes alacak yer arıyor. Bununla kalmıyor içinde olduğu zorlu koşulların sonuçlarını halka dayatmaktan da çekinmiyor. Ekonominin emperyalizme bağımlılığı üretimde tıkanmayı kaçınılmaz kılıyor. Yoksulluk sınırının 40 bin TL’ye dayanmasıyla asgari ücret diye tanımlanan emeğin ortalama ücreti işçi ve emekçileri sefalete sürüklüyor. TL’nin tepeden yuvarlanan kaya gibi süratli düşüşü önüne çıkanı ezip geçiyor. Temel yaşam ihtiyaçlarının karşılanmasını dahi engelleyecek düzeydeki zamlarla yoksul ve emekçi kesimler günbegün öfke biriktiriyor.
Bu zorlu koşullarda ayakta kalmaya çalışan kompradorlar işçi ve emekçilerin kanını emiyor. Buna karşın ücretleri eriyen işçi ve emekçiler zam talepli iş bırakma kararları almaya başladılar. Sadece ağustos ayının ilk yarısında birçok fabrikada, işletmede, belediyede işçiler iş bıraktı. Çoğunun ortak talebi ise ücretlere zam. Ağustosun başında İzmir’de İZENERJİ ve İZELMAN işçileri iş bırakarak devam edecek eylemlerde ilk perdeyi açtılar. Daha sonra Koç Üniversitesi Hastanesi işçileri, Samsun Tekkeköy Devlet Hastanesi, Bayraklı Şehir Hastanesi, Ege Üniversitesi Hastanesi inşaatında çalışan işçiler alacaklarının ödenmesi ve zam talebiyle iş bıraktılar. İstanbul’da Avcılar, Esenler, Kartal belediyelerinde işçiler maaşlarının yeniden düzenlemesi talebiyle iş bıraktılar. İzmir ve Ankara Mamak belediyelerinde de işçiler yine aynı talep ile iş bırakma eylemi gerçekleştirdiler. İş bırakma eylemlerinden en dikkat çekeni Şireci işçilerinin direnişi oldu. Antep’te yaklaşık 2 bin Şireci Tekstil işçisi düşük zamlara karşı iş bıraktı. Direniş alanına giden Antep Belediye Başkanı Fatma Şahin Şireci iş yeri sahibi Ahmet Şireci’yi överek direnişi kırmaya çalıştı. Şahin, “Sizin çocuklarınız okula gitsin diye okul yapan bir adam.” diyerek direnişe geçen işçilerden eylemi bırakmalarını istedi. İşçiler ise “Bize Şireci’yi anlatma, biz Şireci’yi senden daha iyi tanıyoruz.” diyerek tepki gösterdi. Yine CHP Antep vekili Melih Meriç fabrikada yaptığı konuşmada işçilerden fedakârlık istedi. Meriç, “Siz de fedakârlık edeceksiniz, Ahmet Bey de fedakârlık edecek, bir şekilde arayı bulacağız” ifadelerini kullandı. İşçiler, bu aciz arabuluculuğa karşı kararlı duruşlarının ardından direnişi kazanımla sonuçlandırdılar.
Büyük kompradorların çıkarları söz konusu olduğunda devletin tüm aygıtları onların yanında yer alıyor. Bugün “muhalif” olarak tanımlanan fakat hâkim sınıfların bir kliğinin temsilcisi olan CHP de patronların yanında yer almaktan çekinmiyor!
Halkın büyük çoğunluğunun yaşadığı yoksulluk, toplumsal olarak yaşamın her alanında hissediliyor. Emperyalist-kapitalist sistemin krizi her geçen derinleşirken bağımlı ülkelerin yükü de artıyor. Bu, ödenemeyen borçlara yeni borçların eklenmesinin kapılarını açıyor. Şovenist, gerici politikalarla halkın yoksulluk gündemi kapatılmayı çalışılsa da gedik büyüyor. Bu gedikten devletin sahte gündemleri değil halkın isyanı fışkıracaktır. Bugün bu durumu ekonomik talepli eylemler ile ses veriliyor. Bu durum sadece yarı sömürge, yarı feodal TC için değil tüm ülkeler için geçerlidir. Emperyalizm tüm çürümüşlüğüyle isyanları çağırıyor. Egemen sınıflara yönelecek her öfke halk için örgütlenmeyi dayatıyor. Bu zorbalığı yıkacak olan kudretin ancak halkın örgütlü gücünde olduğunu ise tekrar tekrar hatırlıyoruz. Halkın kurtuluş rotasında ilerlemek için örgütlenelim…