Ankara “Türkiye’de Kürtlere bir şey vermediğim gibi Suriye’de de verdirtmem” mantığıyla hareket ediyor. Rusya ve ABD’den bağımsız olarak Suriye’nin kendi çözüm planı çerçevesinde Kürtlere bir şey vermesi ihtimalini de tehdit olarak görüyor.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, “Bir gece ansızın girebiliriz” repliğiyle aylardır gündemde tuttuğu Afrin’e müdahale planını, 13 Ocak’taki “Bir haftaya kalmaz temizleriz” tehdidiyle geri sayım sathına soktu. Dün de “Operasyon her an başlayabilir” diyerek “ciddiyet gösterisini” sürdürdü.
Afrin Türk ordusunun menziline girdiğinden beri Erdoğan defalarca milleti “Ha girdik ha gireceğiz” noktasına getirdi. Her defasında da, “Acaba Rusya yeşil ışık yaktı mı” sorusu soruldu, heyecan yatışınca da “Rusya YPG’yi kollayan tutumunu değiştirmedi” sonucuna varıldı.
Erdoğan bu kez tarih verdiğine göre durum farklı olabilir mi? Eğer Devlet Başkanı Vladimir Putin özel kanaldan Erdoğan’a aksi yönde bir şey fısıldamadıysa Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un sözleri, Rusya’nın Afrin’de cephe açılmasını istemediğine işaret ediyor. Lavrov dün Ankara’nın hoşuna gitmeyen tutumu tekrarladı:
“Tek taraflı kışkırtıcı askeri adımlar Afrin’deki durumun çözümüne kesinlikle yardımcı olmayacak. Kürtler kesinlikle Suriye ulusunun bir parçasıdır ve onların çıkarlarını dikkate almak durumundayız.”
Eğer ciddiyet nişanesi sınırda başlayan top atışlarıysa daha önceki tehditlerde de bu yapıldı. Askeri yığınaksa bu da yeni değil. Aylardır Kilis-Hatay hatları tank sırtlanmış TIR’dan geçilmiyor. Öncekilerde olduğu gibi hükümet medyası harekât planını da halkımızla paylaştı. Hangi başkomutan savaşa giderken planlarını açık eder? Aslı olsun ya da olmasın bu garabet de bize has!
Durum her ne ise bu puslu havada üç ihtimali tekrarlamaktan başka çare yok: Erdoğan ya Rusya’dan yeşil ışık aldı ya Rusya’nın esnek durumundan cesaretle oldubitti yapacak ya da bu bir blöften ibaret, böyle yaparak kendi koşullarını ABD ve Rusya’ya dayatmaya çalışıyor. Hepsi de öngörülemez belalara davetiye çıkartıyor.
Ne olacağını kimse bilmiyor ama kendini ele veren niyetler var: Erdoğan, Afrin ile Kobani arasında kara bağlantısını kesen Fırat Kalkanı Hareketi ile Suriye sahnesinde elde ettiği pozisyonu Afrin’le daha ileri bir noktaya taşımak istiyor. Bugünlerde “Masada var olmak için sahada olmak gerekir” esprisi dilden düşmüyor.
Rusya’nın izin verdiği, ABD’nin de göz yumduğu ölçüde sahada olduğumuza dair hakikate aldırmazsak fiyakamız, evlad-ı fatihanı yarın sabaha Şam’a ulaştıracak kadar kavi!
Türkiye, Fırat Kalkanı özelinde birkaç kez Rusya’nın kurduğu oyundan çıkıp farklı bir inisiyatif geliştirdiğinde yeşil ya da sarı ışıkların nasıl birden bire kırmızıya döndüğünü gördük.
Rusya’nın önceliği Türkiye’nin sergileyeceği işbirliği sayesinde İdlib’i Suriye ordusunun kontrolüne geçirmek ve Kürtleri müzakerelerin bir parçası haline getirip ABD’nin oyun alanını daraltmak. Basitçe Rusya, IŞİD ve Nusra Cephesi’nin bitirildiği, diğer muhalif yapıların önemsizleştiği ve Kürtlerin Rus katarına alındığı koşullarda siyasi çözüme varmak istiyor.
Buna karşı Ankara da Kürtlere dair görmek istemediği senaryo başarısızlığa uğratılıncaya dek Suriye ordusunun İdlib’e girmesine razı değil. Türkiye, geçen ekimde Astana süreci kapsamında öngörülen çatışmasızlık bölgesi oluşturma planını Afrin’e müdahaleye uygun pozisyonu yakalamak için fırsata dönüştürdü. Bunu yaparken de Heyet Tahrir el Şam (HTŞ) ile anlaştı. Halbuki HTŞ ateşkes kapsamında bir örgüt değildi. Ankara’nın İdlib’de El Kaide hakimiyetine son vermek gibi bir niyetinin olmadığını gören Rusya, İdlib’e yönelik kendi planlarını hızlandırdı. Üstelik İdlib planı için Putin’in Suriye’den çekilme sürecinin başladığını duyurduğu Hmeymim Üssü’ne yaptığı ziyaretten hemen sonra düğmeye basıldı.
Erdoğan’ın Afrin’i yeniden hedefe koyması da İdlib harekâtına paralel gelişti. Erdoğan’ın 27 Aralık’ta Suriye Devlet Başkanı Beşşar el Esad’ı yeniden terörist ilan edip fabrika ayarlarına dönmesi de İdlib harekâtıyla bağlantılıydı. Önce Ebu Zuhur Üssü’nü, ardından İdlib’i hedefe koyan Suriye ordusu, operasyona 26 Aralık’ta Hama’nın kuzeyindeki Aştan’dan başlamıştı.
İdlib restleşmesi Türkiye ve Rusya’nın Astana’daki ortaklığa rağmen birbirine zıt gündemlerle yol almaya çalıştığını bir kez daha gösterdi. Putin, Türkiye ile işbirliğini aradaki farklılıklara feda etmek istemedi. İdlib harekâtının başlamasından sonra yani 31 Aralık’ta Hmeymim Üssü’ne, 6 Ocak’ta hem Hmeymim hem Tartus üssüne yapılan saldırılar, Türkiye bağlantılı grupların elindeki bölgeden yöneltildiği halde Putin’in, “Saldırıların arkasında Türkiye’nin olmadığına inanıyorum” demesi Ankara ile ortaklığı sürdürmeye matuf bir tercihti. Aynı tercihli tepki Rus uçağının düşürülmesi ve Rus elçisinin öldürülmesi olaylarında da kendini hissettirmişti. Ancak Rusya’nın Suriye’deki çıkış planlarını rayından çıkartacak adımlara göz yumacağını düşünmek de saflık olur.
Ankara’nın tepkisini keskinleştiren diğer faktör Amerikalıların Kürtlerle ortaklığa yeni bir boyut katması. ABD bir taraftan Türkiye ve Rusya ile diyalogu sürdürürken diğer taraftan Suriye’deki süreçlere yön verebileceği koşulları oluşturmaya çalışıyor. IŞİD’e karşı YPG’ye destek ve ardından Suriye Demokratik Güçleri’nin oluşumu ABD’ye hiç ummadığı büyüklükte bir oyun alanı açtı. Trump yönetimi bu denkleme İran’ı durdurma hedefini de ekledi. Bu çerçevede geçen yaz Suriye-Irak sınırında bir tampon bölge kurulması planlandı. İran destekli unsurlara karşı sınır hatlarını tutmak ve Suriye’ye karşı koz olarak kullanmak üzere Suriye Ulusal Ordusu ya da Yeni Suriye Ordusu projesi geliştirildi. Suriye ordusunun Irak sınırına erkenden ulaşmasıyla planlar çöktü. Ancak ABD bu sefer Sınır Güvenliği Gücü adıyla yeni bir ordu kurmaya başladı. Gürültüsü şimdi kopsa da Sınır Güvenliği Gücü ile ilgili hazırlıklar birkaç aydır sürüyordu. ABD Merkez Kuvvetler Komutanı Orgeneral Joseph Votel plandan ilk kez 22 Aralık’ta AP’ye verdiği demeçte söz etti. Medyaya sızan bilgilere göre bu ordunun teşekkülü için CIA’in yürüttüğü eğitimler Haseke’nin güneyindeki Sabah el Hayır Kampı ile Fırat nehri üzerindeki Tişrin Barajı yakınında bir kampta veriliyor. Eğitimini tamamlayan 400 kişi 10 Ocak’ta göreve başladı. Türkiye aynı gün ABD’nin Ankara’daki Maslahatgüzarı Philip Kosnett’i Dışişleri’ne çağırıp tepkisini iletti.
14 Ocak’ta IŞİD’e karşı koalisyonun halkla ilişkiler ofisi biraz daha detay verdi. Buna göre Sınır Güvenliği Gücü 30 bin kişiden oluşacak; bu kişilerin yarısı Suriye Demokratik Güçleri’nden seçilecek, diğer yarısı Arap yoğunluklu bölgelerden devşirilecek; Kürtler kuzey sınırlarında, Araplar ise Fırat Nehri’nin yanı sıra Irak ve Ürdün sınırları boyunca görev yapacak.
Bu, Türkiye açısından fiili durumu değiştiren bir yapılanma değil. Kuzeyde Afrin dışında Fırat ile Dicle arasında uzanan sınırlar tamamen YPG’nin kontrolünde. IŞİD ve benzeri örgütlerin sızamadığı yegâne sınırlar da buralar! Aksi deklare edilmezse Sınır Güvenliği Gücü, Suriye Demokratik Güçleri bünyesinde olacak. Yani YPG belirleyici rolünü koruyacak; özellikle Kürt yoğunluklu bölgelerde aktör değişmeyecek. Bu gelişmeyi Erdoğan, tabela değiştirerek YPG’ye yardımı sürdürme uyanıklığı olarak okuyor ve Trump’ın sözünü tutmadığını düşünüyor. Son 6 yılda egemen bir devletin topraklarında silahlı örgütler kurdurma konusunda ABD ile Türkiye aynı sicili paylaşsa da Erdoğan Sınır Güvenliği Gücü’nü ‘terör ordusu’ olarak nitelendirdi. (Suriye’nin nazarında da aynı suçu Türkiye de işliyor. Malum Suriye’de çok sayıda örgüt varlığını Türkiye’ye borçlu. Bugünlerde Menbic gibi yerlerde YPG’nin kontrolünü bitirmek için Arap-Türkmen aşiretlerinden yeni bir ordu kurmaya çalışıyor. Şam nazarında Türkiye destekli olanlar ‘terörist’, ABD destekli olanlar ise ‘hain’.)
YPG’ye askeri yardımları bu kez Sınır Güvenliği Gücü adı altında yapıyor olmasına ilaveten ABD’nin Kuzey Suriye Demokratik Federasyonu’nu siyaseten tanıyabileceğine dair sinyaller de sanırım Ankara’nın gerilimi artırmasında etkili oldu.
Özetle Ankara için tetikleyici faktör; Suriye ordusunun İdlib operasyonu ve ABD’nin yeni ordu planı.
Ankara “Türkiye’de Kürtlere bir şey vermediğim gibi Suriye’de de verdirtmem” mantığıyla hareket ediyor. Rusya ve ABD’den bağımsız olarak Suriye’nin kendi çözüm planı çerçevesinde Kürtlere bir şey vermesi ihtimalini de tehdit olarak görüyor. Kafasındaki çözüm, Şam’la müzakere süreci Kürtlerin bir şeyler alacağı noktaya varmadan mevcudu dağıtmak. Fakat ciddi bir hesap hatası yapılıyor. Her şeyden önce Türkiye’nin namlularını çevirdiği topraklar Suriye’ye ait. TSK burada işgalci muamelesi görecektir. Gelişecek direnç de ona göre olacaktır. Afrin’e asker sokmak, yabancı savaşçılarla dolu IŞİD’in gasp ettiği bölgelere girmekle aynı şey değil. Ağır kayıplar vermek ve verdirmek pahasına Afrin’e girip yerleşim merkezlerini dağıtabilirler. Fakat bu yolla hiçbir şey elde edilemez. PYD-YPG Afrin’e dışardan gelip yerleşmiş bir örgüt değil. Bu hareketin kadroları 1990’lardan beri halktan ciddi destek görüyor. Farz edelim ki Afrin düşürüldü. Bu, Suriye’nin kuzeyinde ete kemiğe bürünen demokratik özerkliğin sonu anlamına gelmiyor. Kobani, Tel Ebyad, Serekaniye, Dirbesiye, Amude, Kamışlı ve Derik’e kadar bütün Türkiye sınırları bu yapının kontrolü altında. Afrin’den sonra buralara da mı müdahale edilecek? Frenleyici bir güç olarak ABD ve Rusya olmasa bile bu tür bir maceranın getirisi kandan, yıkımdan ve düşmanlıktan başka hiçbir şey olmayacak. Afrin’e girildiğinde Türkiye’yi de operasyon alanına dönüştürecek başka senaryoların tetiklenmeyeceğinin garantisi de yok.
Yani bir gece ansızın girebilirsiniz ama bin gecede çıkamayabilirsiniz. Bu tür savaşlarda çıkmak girmekten çok daha zordur.
Gazete Duvar