Antigone oyunu, Antik Çağ oyun yazarı Sofokles tarafından kaleme alınmıştır. Oyun M.Ö. 5. yüzyıldaki toplumsal düzeni, sınıf farklılıklarını, ataerkilliği, “kahramanları” ve “anarşistleri”; yalın, kinayeli ve vurgulu bir dille anlatır. Oyun, dönemin köleci devlet zorbalığının oyundaki temsiliyeti olan Kral Kreon ile Kreon’un zorba buyruğuna baş eğmeyen ve ölümü de göze alan Antigone’nin arasında geçen olayları anlatır. Oyun boyunca Antigone’nin egemen devlete karşı başkaldırışını ve bir adım bile geri adım atmadığını çarpıcı bir biçimde görürüz.
Peki, Antigone’nin kral buyruğuna başkaldırmasına ve bu başkaldırmasının Kral Kreon’un iktidarını sarsmasına sebep olan şey nedir? Antigone’nin ölü olan erkek kardeşi Polyneikes’i inanç ve geleneklerine yaraşır bir biçimde gömmeye çalışmasıdır. Kısaca özetlememiz gerekirse Polyneikes, erkek kardeşi Eteokles ile kavga eder ve sonrasında Thebes’ten sürgün edilir. Ordusuyla daha sonra Thebes’i kuşatan Polyneikes ile kardeşi Eteokles birbirlerine karşı bire bir savaşırlarken ölürler. Bu savaştan sonra tahta geçen Kral Kreon, vatanı için savaşan Eteokles’e gelenek ve inançlarına uygun cenaze töreni düzenlerken, ibret olması adına “hain” ilan ettiği Polyneikes’in cesedini kurtların, kuşların parçalaması için savaş alanında bırakmıştır: “Polyneikes’in ölüsüne saygı duyup cenazesini gömmeye kalkışacak kişinin cezası ölümdür.” Antigone haberi alır almaz ölüm pahasına kardeşlik vazifesini yerine getirip Polyneikes’i inançlarına uygun bir şekilde gömmeye karar verir. Antigone tragedyası böyle başlar.
Sofokles her ne kadar oyununda Polyneikes’e verilen cezanın üstünde durmasa da biz bu yazımızda ölüyü gömme yasağının, cezasının; nereye dayandığına, anlamına, tarih boyunca ezen ve sömüren devletlerin “vatan haini” ilan ettikleri insanları, düşmanlarını bu yöntemle nasıl hiçleştirmeye çalıştıklarına değineceğiz.
Geleneklere veya usule uygun gömülmeyenler hakkında farklı inançlarla paralel farklı yorumlar yapılmıştır çağlar boyunca. Antik yunan mitolojisinde gömülmeyen insanların sonsuza dek ölüler diyarı ve cennet arasında kalıp sonsuza kadar ıstırap çekeceklerine inanılır. Aynı şekilde Romalılar Hristiyanlık ve Musevilik ile tanışmadan önce cenaze törenlerinin uygun bir şekilde yapılıp gömülmeyen insanların yüzyıl sürecek bir ıstırap çekeceklerini düşünmüşlerdir. Benzer biçimde semavi dinlerin inancında da gömülmeyen insanların ruhlarının rahat etmeyeceğine inanıldığına rastlanabilir. Bu inançlar doğrultusunda ölüyü gömmemek öldürülen insanların “öbür dünyada” da acı çekmesini ve yakınlarının da yaşarken acı çekmesini sağlamaktır.
Bu inançların dışında tarih boyunca birbirleriyle savaşan büyük toplulukların, devletlerin öldürdükleri sıradan olmayan kişileri itibarsızlaştırma, kendi üstünlüğünü kanıtlama amacıyla savaş meydanında bedenleri çürüyene kadar çıplak halde bırakmaları bir gerçektir. Özellikle sömüren, gerici devletleri temellerinden sarsan devrimcilerin, aydınların, ilericilerin ölülerine bile saygı duyulmayıp yakarak yok edilmeye çalışılmaları, mezarlarının tahrip edilmesi, bilinmeyen bir yere gömülmeleri bir gerçektir. Tarih boyunca sömüren devletlerin gelenekleri haline gelmiş bu politikalar geleceğin tarih sayfalarına ışık olmuş insanları fiziksel olduğu kadar fikirsel olarak da yok etme, bu insanları hiçleştirme ve unutturma politikalarından başka bir şey değildir. Bütün tarih -sınıf savaşı tarihi- bu örneklerle doludur.
ÖLÜLERİMİZDEN BİLE KORKUYORLAR!
Egemenlerin, kendisine başkaldıranı öldürmesi, bedenlere işkence yapması dün başlayan bugün ise devam eden bir saldırıdır. TC devleti de kuruluşundan bugüne “ölülerle” savaşını sürdürüyor. Her süreçte devlet, “başkaldıranların” bedenlerini, mezarlarını yok etme çabası güdüyor. Çünkü “başkaldıranlar” devletin otoritesini tanımamış; özgür bir gelecek istemiş veyahut topraklarında bağımsız bir devlet… Bu, egemenler açısından sarsıcı ve önü alınmaz ise “yıkıcı” bir durum.
Bugün gerilla cenazelerine, mezarlarına, tutsakların cenazelerine yapılan saldırıların nedeni de budur. Biz bu mücadelede ölenlerimize anlam yüklüyoruz, devlet ise bu anlamı silikleştirmeye, yok etmeye çalışıyor. Bizim ölülerimize yüklediğimiz anlam, bir bedene yüklenen anlamdan daha fazlası. Bu kavgada ölenlerimiz, bu mücadelenin süreceğinin, bayrak yarışının devam edeceği anlamına gelir. Devlet bu anlamın ne olup olmayacağına karar vermek istiyor. O bedene hiçbir anlam ve değer yüklenmemesi için çırılçıplak soyuyor, zırhlı araçların arkasında sürüklüyor ya ATK’lerde, kimsesizler mezarlığında yıllarca bekletiyor.
Egemenlerin bu sistematik “yok etme” saldırısının örneklerini bugün yaşıyoruz. Aylarca ATK’de tutulan Halk Savaşçılarının cenazeleri, HPG gerillalarının cenazelerinin toprağa nakşedilmesi engellenmek istenmiştir. Hapishanelerde katledilen tutsakların cenazelerini ibadethaneler kabul etmiyor, cenaze araçları verilmiyor, cenazeye katılımlar engelleniyor. Bizi tarihten ve bu mücadeleden silmek isteyenlere, hiçleştirmeye çalışanlara karşı biz ölülerimize anlam ve değer yüklemeye devam edeceğiz. Bunun da salt bir “gömme” ve “bir karış toprak” olgusundan daha fazla anlam kazandığını bilince çıkaracağız.
Antigone oyunun M.Ö. 5. yüzyılda yazılan bir oyun, aradan 2500 yıl geçmesine rağmen egemenler “ölmeyi” de gömülmeyi de belirlemek istiyor. Ölülerimizi hiçleştirmek ve değersizleştirmeye çalışmak devletin göreviyse, bizim görevimiz de ölümsüzleşenlerimizin mücadelesini ve kavgasını sahiplenmektir.