Çelişkiler keskinleşiyor, dünyanın birçok bölgesinde halk hareketleri kitleselleşerek büyüyor. Pandemi öncesinde temelde açlık ve yoksulluğa karşı özellikle sömürge, yarı-sömürge ülkelerde gerçekleşen eylemler söz konusuydu. Şili, Lübnan, Fransa, Sudan’da ve birçok ülkede halk sokağa taşarak eylemlerini militanlaşarak sürdürüyordu. Emperyalist-kapitalist sistemin ekonomik-siyasi krizinin pandemi ile daha açık hale gelmesi yaşanacak olan halk hareketlerinin, ayaklanmalarının habercisi oldu. Olası sonuçları sezen emperyalist-kapitalistler ise bunun açığa çıkaracağı dinamikleri sönümlendirmek istiyorlar. Öyle ki George Floyd’u katleden polisin tutuklanması, ceza alması gibi manevralarla ‘demokratik’ bir biçimde eylemcilerin taleplerinin karşılandığı izlenimi yaratılmak isteniyor. Eylemciler yalnızca polis şiddetine değil yüzyıllardır yaşanan ırkçılığa, baskı ve ayrımcılığa karşı da protestolarda bulunmaktadır. Protestolar devam ederken Trump’ın Antifa’yı ve diğer benzer grupları sorumlu tutması, terör örgütü ilan etmek istemesi elbette ki gelişecek olan dinamiğin önüne set koyma çabasından başka bir şey değildir.
ANTİFA’NIN DOĞUŞU VE MÜCADELESİ
Antifaşist Hareket (Antifaschistishe Aktion), Ernst Thälmann ve Almanya Komünist Partisi (KPD) tarafından 1932’de Hitler faşizmine karşı kurulmuştur. Almanya ve İtalya’da faşist partilerin iktidara gelmesinin ardından birkaç yıl içerisinde başta sosyalistler, komünistler olmak üzere birçok kesimden anti-faşistler tutuklanmış ve katledilmişti. Bunlardan biri de Ernst Thälmann’dı. Ernst Thälmann, Gestapo* tarafından tutuklandıktan 11 yıl sonra Hitler’in emriyle kurşuna dizilerek katledildi. 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın başlamasının ardından İtalya’da faşizme ve Alman işgaline karşı yürütülen savaşın kökleri anti-faşist hareketin de köklerini oluşturmaktadır. Almanya’nın işgal ettiği bölgelerde 1943 yılında İtalya Komünist Parti’sinin öncülüğünde Garibaldi Hücum Tugayları kurulmuştu.
Antifa, 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı’yla birlikte faşist iktidarların olduğu bölgelerde, faşizme karşı verilen mücadeleyle ortaya çıkmaktadır. Bugün Trump’ın odağında olan Antifa, dünyada birçok bölgede gerici, faşist iktidarlar karşısında sokakta militanca direnmektedir. Burada ayrıca altını çizmemiz gereken nokta, Trump’ın hedefinde olan Antifa “örgütlenmesi”ne ilişkindir. Kısa tarihini anlattığımız Antifa, günümüzde faşizme ve emperyalizme karşı kararlı bir direniş sergilese de sınıfsal konumlanışı ve yapısı kaynaklı bu kararlı direniş çizgisi, faşizme karşı kitlelerin örgütlenmesinde ve onları sisteme yöneltmede zayıf kalmaktadır. Hatta denebilir ki zaten öyle bir iddiası da yoktur. Özellikle Avrupa coğrafyasında nicel bir güce ve etkiye sahip olan bu hareketi sınıfsal pencereden incelediğimizde bu noktada oldukça geri bir pozisyonda olduğunu görebiliriz. Konumuz bu olmadığı için burayı geçiyoruz. Zira temel konuyu, ABD başkanı Trump’ın “Antifa”yı hedef göstererek halk hareketlerinin daha büyük noktaya erişmesini engelleme çabası oluşturuyor. Trump’ın Antifa’yı hedef göstererek kitlelerin ve genel olarak devrimci-demokratik örgütlenmelerin (komünist hareketten reformist örgütlenmelere kadar) sisteme ve devlete karşı hareketini engelleme çabası içerisindedir. Dolayısıyla bugün Antifa’yı terör örgütü listesine koyma tehdidini teşhir etmek ve buna karşı mücadele yürütmek, anti-faşist, anti-emperyalist mücadelenin görevleri arasındadır.
ANTİ-FAŞİST MÜCADELE VE GENÇLİK
Türkiye gibi yarı-sömürge, yarı-feodal ülkelerde zayıf ve güçsüz burjuvazi halkın mücadelesini daima kanla ve zorbalıkla bastırmaktadır. Emperyalizmin sömürge ve yarı-sömürgesi pozisyonundaki ülkeler için faşizmin konumu farklıdır. Sömürge, yarı-sömürge ülkelerdeki burjuvazinin az gelişmiş veya gelişmemiş olması, ekonomisinin bağımlı ve zayıf olmasından kaynaklıdır ve bu ülkeler sürekli yönetim krizi ile karşı karşıyadır. Faşizm, emperyalist-kapitalist ülkelerdeki gibi belirli dönemlerde başvurulan bir yöntem değildir. Sömürge, yarı-sömürge ülkelerde faşizm, sürekli bir yönetim şekli biçimini almıştır. Kazanılan en ufak haklara dahi azgınca saldırılmaktadır. “Irkçı politikalar” ile “faşizm”in bağlaşıklığı kadar belirleyicilik ilişkisi de önemli yerde durmaktadır. Bu bakımdan vurgulamak gerekir ki TC, “ırkçı-şoven politikalara sahip alelade bir devlet” değil aksine belli sosyo-ekonomik gerçeklerin ortaya çıkardığı faşist bir diktatörlüktür. Ve bu “faşist” kimliği yıkılmadığı sürece kodlarına işlenmiş olan şovenizm ve ırkçılık da ortadan kalkmayacaktır. Doğal olarak ülkemizde ırkçılık karşıtı bir hareket en başta anti-faşist olmak, faşist devlete karşı mücadelede öne çıkmak zorundadır.
Kaypakkaya yoldaşın faşizme dair şu vurgusu geçerliliğini korumakta ve yol göstermektedir: “Yok olmanın eşiğindeki emperyalistler ve gericiler dünyanın her köşesindeki zorbalıklarını ve saldırganlıklarını artırmakta, her yerde faşizmi tezgâhlamaya çalışmaktadır… bugünkü düzenin temelleri yıkılmadan, faşizmin sosyal dayanağı olan sınıfların iktidarı çökertilmeden faşizm tehlikesi savuşturulamaz. Faşizmin soluğunu kesecek mücadele de ancak ve esas olarak, iktidarı halk sınıflarının eline geçirmesini sağlayacak olan proletarya önderliğindeki halk savaşı mücadelesi olabilir.” (İbrahim Kaypakkaya Bütün Yazıları, s.445, Umut Yayımcılık)
Faşist diktatörlük geleceğinin selameti adına tüm araçlarını halkın üzerinde kullanmaktadır. Pandemi boyunca işçilerin zorla çalıştırılması, sokağa çıkma yasağı aralığında olan yaş grubunun özel izinlerle çalıştırılması, üretimin devamı adına işçi ve emekçilerin hayatının hiçe sayılması bu pervasızlığın işçiler nezdinde göstergeleri oldu. Sokağa çıkma yasağında medyaya yansıyan görüntülerde polis birçok şehirde halka saldırdı, işkence ile gözaltına aldı. Faşizmin özelde Kürt ulusuna dönük azgınca politikaları virüs dinlemedi, Kürt ulusunun hak ve kazanımlarına saldırılar devam etti. ABD’de George Floyd’un katledilmesi ile Diyarbakır’daki işkence görüntüleri bir ortak faşist öze sahiptir.
Faşist TC’nin tüm saldırılarına karşı, halk gençliği sokaktaki direnişi ile karşılık verme yükümlülüğündedir. Tüm örgütlü güçlere, Kürt ulusuna, işçi ve emekçilere saldıran faşist TC, dünyadaki halk hareketleri ve ayaklanmalarının yaratacağı rüzgârdan korkmaktadır.
EMPERYALİZME VE FAŞİZME KARŞI MÜCADELEYİ BÜYÜTELİM!
Faşist TC ve çeteleri en ufak muhalif sesin yankılanmasına dahi öfkeyle karşılık vermektedir. Bu yıl içerisinde üniversitelerde, faşist çeteler devrimci-demokrat öğrencilere polis-ÖGB işbirliğiyle saldırmıştı. Ankara ODTÜ’de özel araçlarla üniversiteye giren çeteler öğrencilere saldırmaya çalışmış, öğrencilerin karşılık vermesi sonrasında ise kaçmışlardı. Devamında polis karşılık veren öğrencileri gözaltına almıştı. Görmekteyiz ki faşist TC, bulunduğumuz her alanı devrimci mücadeleden yalıtarak koparmak istemektedir. Bunun en bilindik yolu ise çeteleri üzerine salarak öğrencileri geri düşürmeye, tehdit ederek uzaklaştırmaya çalışmaktır.
Faşizm, devrimci örgütlülüklere ve devrimci çıkışlara karşı “zor”u esas alırken geniş kesimler üzerindeki etkisini ise esas olarak demagojiyle sağlamaktadır. Anti-faşist mücadele, devrimci gençlik ile faşist TC ve çeteleri arasındaki bir savaş değil kitlelerin savaşımı sorunudur. Sorunu kitlelerin sorunu olarak kavrayarak kitleler nezdinde teşhir ve halkı mücadeleye katma politikası bir arada yürütülmelidir. Ancak kitleler ile bağlantı kurarak ve kitlelerle verilecek olan mücadele faşizmin türlü maskelerini düşürecek ve ona karşı mücadelenin başarısına zemin oluşturacaktır.
*Hitler faşizminin istihbarat örgütüdür. Almanya’da ve diğer Avrupa ülkelerinde binlerce antifaşist, Gestapo tarafından katledilmiştir.