Emperyalist kapitalizm, insanın sömürüsüne dayalı bir sistem olduğu kadar aynı zamanda ekolojiye de kendi çıkarları doğrultusunda müdahale eder, ekolojiyi bu sömürü zincirinin bir parçası haline getirir. Bu müdahale çoğu zaman doğanın, çevrenin ve bir bütün yaşam alanlarının tahribiyle sonuçlanır ve sermaye bu talan üzerinden kâr eder. “Gölgesini satamadığı ağacı kesmek” üzerinden kendisini var eden kapitalist sistemin ekoloji üzerindeki talan ve sömürüsü genel olarak yoğunlaşırken gezegende sürdürülebilir bir yaşamı tehdit eder bir hale geldi.
Emperyalist kapitalizmin söz konusu politikaları ve bu politikalarla şekillenen saldırıları ona karşı esas olarak halk kitlelerine dayanan mücadeleyi de doğurmuştur. Bu talana en başta kendi yaşam alanlarını savunanlar karşı çıkarken talanın belli merkezlerden ve sistemli gerçekleştiğini görenler belirli politikalarla sistemli hareketler de örgütlediler. Ekolojik yıkıma, doğanın ve çevrenin talanına karşı eylemlerde ve direnişlerde bir araya gelinirken dönem dönem deneyim aktarmak, mücadele yöntem ve politikalarını tartışmak için de buluşmalar gerçekleşiyor.
Bu buluşmalardan biri de 22 Mayıs tarihinde “Ekolojik ve Toplumsal Yıkım Kıskacında Yaşam” şiarıyla gerçekleşti. Mezopotamya Ekoloji Hareketi ve Türkiye Mimarlar ile Mühendisler Odası Birliği (TMMOB) Diyarbakır İl Koordinasyonu Kurulunun ortaklaşa örgütlediği buluşmaya Türkiye’nin birçok bölgesinden aktivist, ekoloji ve çevre örgütü katıldı. Munzur Çevre Derneği (MÇD) olarak biz de buluşmada yer alarak başta Munzur coğrafyası olmak üzere birçok alanda doğanın ve yaşam alanlarının talanına karşı mücadele deneyimlerimizin aktarımıyla katkı sunduk.
YIKIMIN İÇERİSİNDE YENİDEN İNŞANIN YOLLARI
Buluşma 2015-2016 yılları arasında devletin yoğun bombardımanı ve çeşitli saldırılarıyla yıkıma uğramış Sur’da gerçekleşti. Vahşi saldırganlığı anımsatan tahribatın içinde, tarihi bir mekânda gerçekleşen buluşma yeri itibariyle de tartışmamızın içeriğini önceden belirlemiş gibiydi. Bilindiği gibi Sur’da yaşanan savaş sonucu on binlerce insan yerinden olmuş tarihi bölgenin önemli bir kısmı haritadan silinmişti.
Açılış konuşmasıyla başlayan buluşmada ilk bölüm çevre mücadelelerinden deneyimleri içeriyordu. Türk hâkim sınıflarının emperyalist tekelci sermaye gruplarının bir parçası olarak veya onun acentesi rolüyle özellikle yeraltı kaynaklarına yönelik faaliyetleri hemen her zaman doğaya ve yaşam alanlarına pervasızca gerçekleşen saldırılara dönüşüyor. Maden ve enerji başta olmak üzere binlerce proje ile coğrafyamız emperyalist talana uğratılıyor. Bu talan projelerine karşı sayısız halk direnişi gelişti. ‘Çevre mücadelesi’ olarak tanımlanan bu direnişler Bergama’dan Cerattepe’ye, Hasankeyf’ten Loç Vadisi’ne, Sinop’a uzanan geniş bir alanda önemli deneyimler biriktirdi. Direnişleri yerel olmaktan çıkarıp talancı-yağmacı emperyalist şirketlere peşkeş çeken bu düzene karşı bir mücadele hattı oluşturmak için uzunca bir dönemdir süren tartışmalar bu birikimin bir ürünü veya parçasıdır. Sur’daki buluşmanın ilk bölümünde de süregelen ekolojik yıkımın ve buna karşı devam eden mücadelenin genel bir fotoğrafı ortaya kondu.
TÜRKİYE KÜRDİSTANI’NDA SAVAŞLA “GÖRÜNMEZ” KILINAN DOĞANIN TALANI
Kazdağları direnişi ile başlayan mücadele aktarımlarında esas öne çıkan nokta T. Kürdistanı’ndaki ekolojik yıkım oldu. Botan, Batman, Amed ve Dersim’den buluşmaya katılan aktivistler esas olarak bu bölgede devam eden yıkıma dair aktarımlar ve tartışmalar gerçekleştirdi. Bu bölümdeki tartışmalarda öne çıkan nokta devletin T. Kürdistanı’ndaki ekolojik yıkımı özel bir savaş biçimi olarak da ele alması oldu. Savaşın doğaya da yöneldiği bu noktada “güvenlik” gerekçe yapılarak bu bölgedeki doğa talanının görünmez kılındığı özel olarak vurgulandı. Hasankeyf deneyiminin bu noktada önemli bir örnek olduğu belirtilerek bu projenin imzacılarından birinin Milli Güvenlik Kurulu (MGK) olmasının özel savaş politikalarıyla bağını anlamak adına önemli olduğu dile getirildi. Biz de Munzur Çevre Derneği olarak bu bölümdeki tartışmalarımızı güncel mücadele deneyimimiz olması nedeniyle Otlubahçe köyü direnişi üzerinden sürdürdük. MÇD olarak doğa talanında sermaye-devlet uyumunu ve bunun da emperyalist talan ile olan bağını açıklayarak başladığımız konuşmamızda bunun coğrafyamızdaki örneklerine ve özgün pratikleşme biçimlerine değindik. Bu noktada genelde T. Kürdistanı’nın ve özel olarak Dersim’in savaş ile iç içe geçen bir doğa kırımı yaşadığı üzerinde durduk. Dersim’deki Otlubahçe köyü direnişinin önemli bir deneyim ve örnek olduğunu dile getirdik. Otlubahçe (Xezqo) köyündeki çevre mücadelesinin önemi bu köyün T. Kürdistanı’ndaki diğer bölgelerle benzer süreçler yaşamış olmasıydı. Otlubahçe ‘90’lı yıllarda, bölgedeki birçok köy gibi yakılarak, burada yaşayan halk zorla göç ettirilerek insansızlaştırıldı. Dayatılan göç ile insansızlaştırılan bölgelerin özellikle maden ve enerji şirketlerinin talanına maruz kaldığını, bu aşamada da devlet ve sermaye uyumunun örneklerinin sergilendiğini dile getirdik. Özellikle Türkiye Kürdistanı’na yönelik “güvenlikçi” politikaların, ekolojiye karşı saldırganlığın, hatta neredeyse savaşın önemli bir örneği olan Otlubahçe ile Hasankeyf’in, Sarım vadisinin kaderinin ortak olduğunu, dolayısıyla mücadelenin de ortaklaştırılması, birlikte yürütülmesi gerektiği üzerinde durduk.
Milliyetçiliğin, özel olarak ezen ulus bakış açısının, yani şovenizmin ekolojik alanda da karşılık bulduğunu, T. Kürdistanı’ndaki doğa kıyımına büyük çoğunluğun esas olarak bu sebeple sessiz kaldığına dikkat çektik. Besta’da aylardır devam eden ağaç kesimine kamuoyunun sessiz kalışının şovenizmden beslendiğini ifade ederek askeri operasyonlar sonucu meydana gelen ekolojik tahribatın geniş kamuoyunca görünür kılınabilmesi için şovenizme karşı da mücadele etmenin önemini vurguladık.
Kazdağları direnişçisi bir arkadaşımız da Şengal’e dönük saldırılar sonucu oluşan yıkıma tepki gösterdikleri için sosyal medyada linç edildiklerini belirterek ekoloji alanındaki şovenizme dair vurgularımıza örneklerle destek verdi.
DOĞANIN TOPYEKÛN TALANINA KARŞI ORTAK MÜCADELE
Amed’deki buluşmada haksız savaşlardaki askeri operasyonlarının neden olduğu ekolojik yıkıma karşı ortak mücadele vurguları güçlüydü. Farklı coğrafyalarda devlet ve sermaye iş birliği ile yapılan doğa talanına hep birlikte dur demenin bu buluşmadaki ortak ruh ve birlikte hareket etmekle mümkün olduğu belirtilerek daha somut politikalarla çalışmaların sürdürülmesi gerektiği dile getirildi. Somut, gerçekliği kavrayan politikalar olmaksızın salt yerel direnişlerde elde edilen kazanımların yeterli olmadığı noktasında fikir birliği oluştu. Yine T. Kürdistanı’nda çevreye ve yaşam alanlarına yönelik askeri operasyonlar ve güvenlikçi politikalar eşliğinde çok ağır bir saldırının gerçekleştiği buna karşı tepkilerin ve mücadelenin yeterli olmayışının söz konusu projeleri ve politikayı güçlendirdiği noktasında ortak görüşler dile getirildi. Ekolojik talanın ve buna neden olan sisteme karşı mücadelenin ancak toplumsal mücadele zemininde buluşulduğunda somut bir güce dönüşeceği ve mücadelenin kazanılabileceği vurgusuyla buluşma sona erdi.
BİR MÇD ÜYESİ