[responsivevoice_button voice=”Turkish Male” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Gazetemizin 121. sayısında yayımlanan “İttifaklar Çözüm Olmayacak, Zafer Protokol Koltuklarından Çıkmayacak!” isimli Emek ve Özgürlük İttifakı’nı analiz eden ve ittifaka çeşitli eleştiriler yönelten yazımıza karşılık olarak, Halkın Günlüğü Gazetesi’nin 24. sayısında “Yeni Demokrasi’nin ‘İttifaklar Eleştirisi’ Çıkmaz Sokağa İşaret Etmektedir!” isimli bir polemik yazısı kaleme alındı.
Uzunluğunu düştüğü tekrarlara borçlu olan yazıyı, henüz okumamış olan okurlarımıza şöyle özetleyebiliriz: Yazı devrimci-reformist ayrımı yapmaya çalışarak başlıyor; “ittifak bileşenlerinden ve özelde de SMF’den devrim beklemeyin biz devrim yapmayız” ile devam ediyor; “Yeni Demokrasi öteden beridir tek komünist olarak kendisini gören, kibirli, sekter, diğer hareketlere karşı da kendisini yalnızlaştıran bir hatta ilerliyor” vurgusunun metin boyunca süregeldiği bir etkiyle, “siz ne öneriyorsunuz?”, “biz çözüm burada mı dedik?” tarzında sorular soran ve sorduğu sorulara genellikle cevap verdikten sonra biraz sonra bu cevapları genellikle yanlışlayan bir tarzla noktalanıyor metin. İleri kitlenin geri yanlarına oynayan (birleştik de kötü mü yaptık, siz ne yaptınız, taleplerimiz kötü talepler mi vs.) ve bu geri yanları sınıf mücadelesi yararına törpülemeye çalışmak yerine güçlendiren yazısına karşı ilk yazımızda SMF’ye uygun gördüğümüz “utangaç devrimci, amatör reformist” sıfatlarına bir yenisini daha eklemiş bulunuyoruz: Kurnaz SMF. SMF’nin kurnazlığı kuşkusuz ki bilinçli bir tercihten öte, böyle bir oportünist karakterin ancak kurnazlıkla hayatta kalabileceğine dair zorunlulukla alakalı. Öyle ya, hem Türkiye topraklarından çıkan en ihtilalci eylem ve teori bütününün mimarı Önder Yoldaş İbrahim Kaypakkaya’nın mirasına yaslanmak hem bakanlığa bağlı “devrimci belediyecilik” yapmak hem bilumum kıdemli ve parlamento sevdalısı reformistin içinde çaylak edasıyla amatörce siyaset yapma çabaları ve bir yandan da Yeni Demokrasi gibi bir “engel”le uğraşmak… Arkadaşlar, bu her tarakta bezi olma halini somut koşulları iyi tahlil etmeye bağlayacaklar muhtemelen. Biz ise somut koşulların yerden yere vurduğu bir savrulma pratiği görüyoruz.
Öncelikle belirtmemiz gerekir ki, yazı baştan sonra hareketimize dönük içerikten bağımsız, saçma ve dolayısıyla kendi ciddiyetinde sorunlar yaratan bir dizi nokta içeriyor. “Sol-sekter tarz”, “dogmatizm” vs. gibi hareketimizin aldığı pozisyondan ziyade kendi savrulduğu yerlerden bakan ve dün sol sapmayken bize “sağ-tasfiyeci” diyen, bugün sağ tasfiyeciyken bize “sol-sekter” diyen bizimse hafif bir gülümsemeyle izlediğimiz nitelemeler anlaşılır olmakla birlikte; “darbe korkusu”, “içinizde birlik fikrini savunan veya muhtemelen birlik fikrinde ısrar edenleri kamuoyuna açık biçimde dağıtıcı-bölücü olarak damgalamaktan sakınmama”, “… ‘kıdemli reformist’ dediğiniz EMEP’in de içinde olduğu … sonra sizlerin kopma tavrına girdiğiniz ittifak deneyimi”, “esasta kendi siyasetinin eseri devrimci hareketin ezici çoğunluğuyla sorunlu olan ilişkileri” gibi tutturmaya çalıştığımız ideolojik-politik hattı ve yönelimi, ideolojik-politik hat dışı donelerle sulandırmaya çalışan, adeta fırsatını bulmuşken elde avuçta ne varsa kusan, kurnazlıkla bağıntılı bir durum var ortada. Tasfiyecilik rüzgarını arkanıza alıp, sizinle aynı kulvardan savrulmaya devam eden yapılarla birlikte hareketimizi izole etmeye çalıştığınızı, yine en ileri kitlenin geri yanlarını güçlendirecek bir popülizmin karşılığı olarak bizi devrimci hareketin patolojik bir unsuru gibi göstermek istediğinizin farkındayız. Arkasına aldığı rüzgârı kitlelerin devrimci rüzgârı zanneden, demokratik mevziler kazandığını iddia edip her fırsatta bunu öne çıkaran, dilde ve içerikte muazzam bir çürümüşlükle sapla samanı ayırmamayı ilke edinen bir çaresizliktesiniz. Bu yüzden bugünkü sağ tasfiyeci çizginizin öz kardeşi darbeci karakterinizi yanınıza alıp, komünist safları terk ettiğinizden beri size yönelttiğimiz ideolojik-politik eleştirileri sulandırmakta bir beis görmüyorsunuz. Bu yüzden yazıda bizi her türlü ittifaka düşmanmışız gibi gösterirken, EMEP’le Dersim ilçe belediyesi üzerinden, halkın çıkarına olduğunu düşündüğümüz bir ittifaktan faşist düzen partileriyle yapılan anlaşmalardan kaynaklı ayrılmamızı, elinizi güçlendireceğinizi düşündüğünüz için örneklemekle ne kadar tutarsız olduğunuzu fark edemiyorsunuz. Bu vesileyle hatırlatmakta fayda var; girdiğiniz ittifakların ilkesizliğinden kaynaklı, bugün elinde Türk bayrağıyla şov peşinde koşan, her fırsatta silahlı mücadeleye ve özelde de Kürt Ulusal Hareketi’ne kara çalan, reformizmin en sağ hali, şovenizmin bayraktarı TKP’yi Dersim topraklarında meşrulaştırmakta bu yüzden bir sorun görmüyorsunuz ve bu yüzden son derecede manipülatif bir şekilde içimizdeki birlikçileri bölücü olarak adlandırdığımız gibi mesnetsiz bir laf ediyorsunuz.
Yazının konudan bağımsız el güçlendirme kurnazlığıyla ele alınan kısımlarını eledikten sonra devrimci-reformist, esas-tali ayrımını; yazıda sürekli dile getirilen Emek ve Özgürlük İttifakı’nın (EÖİ) çözüm diye lanse edilmediği savının bir aldatmacadan ibaret olduğunu ve yazımızda, iddia edilenin aksine birçok şey önerdiğimizi bir kere daha aktaracağız. EÖİ’nin kuruluş metnine dair talepleri ve çözüm önerileri ile kuruluş etkinliğinin içeriğine dair çok fazla bir şey söylenmediği eleştirilerini kabul edip, yazının devamında bu iki husus üzerinde de yoğunlaşacağımızı belirtelim.
DEVRİMCİ-REFORMİST AYRIMI BULANIK DEĞİL, ALABİLDİĞİNE NETTİR
Okurken yazının en çok zorlandığımız kısmı üç maddeden oluşan devrimcilik tanımı üzerineydi. Tanımlamaları anlamak için yazıyı defalarca okuduk. Arkadaşların üç maddelik devrimcilik tanımı şöyle: 1) Objektif devrimcilik; 2) sübjektif devrimcilik: 2a) siyasi devrimcilik (devrimci zor kullanan), 2b) politik devrimcilik (legal yollara başvuran); 3) ideolojik devrimcilik (komünistlik).
Değme yapısalcılara taş çıkaracak biçimde objektif-sübjektif durum diyalektiğine düşman bu tanımlamaların ilkiyle ilgili, ittifak bileşenlerinin milli burjuvazinin sol kanadına dayanmasından kaynaklı SMF bizden izahat beklemektedir. Belirtmemiz gerekir ki arkadaşlar, “milli burjuvazinin sol kanadı” tabirini kullanarak büyük bir talihsizliğe imza atmışlar, zira kendileri bu tanımlamayı bırakalı yıllar oldu*. Bu yapısalcı savruluşun etkisiyle “bizim teorik hattımız öncümüzünkinden farklı” derlerse şaşırmayız. “Milli burjuvazi”nin varlığını kabul eden biz, milli burjuvazinin sol kanadının objektif devrimci olma durumunu kabul etmekle birlikte, bu durumun siyasi alanda, komünist hareketin ciddi bir güç olmadığı koşulda, hiçbir şey ifade etmediğini belirtmeden geçemeyeceğiz. Zira objektif olarak devrimden çıkarı olan devrimci sınıf ve katmanlara mensup birey/toplulukların iş birlikçi, reformist ve hatta faşist bir sübjektif çizgide hareket etmesi de olasıdır. İbrahim Yoldaş’ın sık sık tekrarladığı “yalpalayan, bocalayan” milli burjuvazinin sol kanadı ancak proletarya önderliğindeki bir cephede objektif koşulunu yerine getirebilir. Yalpalama, bocalama, uzlaşma eğilimi tam da reformizmin karşılığıdır. SMF’nin reformist dememek için bin dereden su getirdiği bu hareketler, objektif pozisyonları ve sübjektif pozisyon alışları gereğince reformizm bataklığındadırlar. Bugün EÖİ’de gördüğümüz, bu reformistlerin rengini verdiği atmosferdir.
Sübjektif devrimcilik tanımlamasında “siyasi devrimcilik”, devrimci sınıfların iktidarını kurmak isteyen ve devrimci zoru esas alan özneler nitelenirken, “politik devrimcilik”, “küçük burjuva ve/veya orta burjuva sınıfsal kökeni ve çeşitli politik süreçlerde görece “devrimci” rol oynaması nedeniyle, evet bu kadarıyla ve bu düzeyde ‘devrimci’ olabilen”, özünde “yasalcı”, “parlamentarist”, “düzen içi”, “siyasi düşman olmayan fakat ideolojik düşman olan”, “reformist de olsa”, demokratik muhtevası nedeniyle devrime hizmet eden, bu yüzden politik olarak devrimci görülen “devrimcilik” türüymüş.
Arkadaşlar siz ne anlatıyorsunuz? İçinde bulunduğunuz ittifakın reformist bileşenlerini “devrimcileştirmek” için neden bu kadar çaba harcıyorsunuz? Bu teorik cambazlığa ne gerek var? Bütün bu yorumlara bir de “biçimsel reformist” tanımlamasını ekliyor arkadaşlar. Bizim reformizm tanımlamamızı “Yeni Demokrasi salt yasal alanda/yasal kurumlar olmalarından hareket etmektedir” şeklinde eleştirdikten sonra, ittifak bileşenlerinin hepsini son kertede yasal düzlemde demokratik mücadele verdikleri için reformist görüyorlar. Biraz önce “siyasi-politik” gibi iki aynı anlama sahip kelimeden iki farklı devrimcilik yaratan SMF, bizi de bu kurumları yasal düzlemde olmak üzerinden reformist dediğimiz için eleştiren SMF, şimdi de kendisi, kendi kurumları da dahil olmak üzere, yasal alanda demokratik mücadele verdiği için kurumlara reformist diyor. Şaka değil gerçek. Aslında bütün yazı bu düzlemde ilerliyor. Ardından “bu ittifaktan devrim beklenemez çünkü bu kurumlar reformist”ten “bu bileşenin bir devrim perspektifi yok”a, “taleplerimiz demokratik talepler”den “devrimci çözüm aramıyoruz zaten”e varan bir düzlem. Burada tabii ki yılların reformist kurnazlığı var: “Bizim elimizde silah yok, biz devrimci de değiliz devrim de yapmıyoruz” safsatası. İttifak bileşeni kıdemli reformist EMEP’ten kısa sürede bir şeyler kapmayı başarmış SMF. Yazı boyunca kendisini öncüsünden ayırmak için kırk takla atan, “ilgili kurum” gizemiyle bize legal-illegal ayrımı öğrettiğini zanneden SMF’ye göre, legal alanda demokratik taleplerle iş yapanlar zaten reformisttir. Bu mantıkla alevi derneğinde faaliyet yürütenler alevici, sendikal faaliyet yürütenler ekonomist, çevre faaliyeti yürütenler ekolojist, kadın faaliyeti yürütenler feministtir. Mantık o kadar pespaye ki, legal alanın illegale, demokratik alanın savaş stratejisine hizmet etmesi gerçekliği rafa kalkmıştır. İddiasızlık o kadar can sıkıcı bir boyuta gelmiştir ki, yazımızda belirttiğimiz “iktidardan pay alma” ibaresini amatör reformistlerimiz neredeyse bir hakaret olarak algılamış, “ne işimiz olur bizim iktidarla” demişler! Bu iddia edilenlerin hepsinin birer “dürüst olmayan oportünist” savdan ibaret olduğunu, bizzat SMF’nin bize önerdiği şekilde, kuruluş etkinliğinde yapılan konuşmalardan göstereceğiz. Demokratik mücadele, demokratik talepler safsatasıyla sanki ittifak üzerinden iktidar talebini hiç dillendirmiyorlarmış gibi yaptıkları numaraları göreceğiz. Fakat ondan önce, kendi devrimci-reformist ayrımımızı ortaya koyalım.
TÜRKİYE COĞRAFYASINDA DEVRİMCİLİĞİN OLMAZSA OLMAZI İLLEGALİTE VE SİLAHLI MÜCADELEDİR
Kavramlarla verilen mücadelenin, teorideki sınıf savaşımına denk düştüğünün farkındayız. Tartıştığımız konuların içeriği ise içinde bulunduğumuz dönemin karakterini yansıtmaktadır. Bugün devrimcilik ve reformizm ayrımını, reformizmi devrimcileştirmeye çalışanlara karşı berrak bir biçimde ortaya koyma gereksinimi hissettiğimiz bu dönem, faşist diktatörlüğün ideolojik-politik tasfiye saldırısıyla karakterizedir.
Ülkemiz topraklarında 1920’de kurulan TKP’nin ardından süren 50 yıllık sessizliği bozan, bizim de şu an dahili olduğumuz devrimcilik çağının formülünü bize Mahir Çayan hatırlatıyordu: “Devrim için savaşmayana sosyalist (devrimci) denmez.” (parantez içi bize ait). Nedir devrim için savaşmak? Objektif sınıfsal kökenden tamamen bağımsız bir şekilde, devrim için savaşacak bir örgütün parçası olmaktır. Dolayısıyla faşist diktatörlüğü devrimci şiddete dayalı bir şekilde yıkmaya odaklı bir programa ve işleyişe sahip illegal devrimci bir örgütün ya bizzat kendi organlarının içinde örgütlenerek ya da bu organların işleyişine tabi demokratik mücadele veren kurumlarında örgütlenmektir. Yani devrimci mücadele, tek başına illegal savaşçı örgütün içinde savaşmak değil, bu örgütün şekillendirdiği, bu örgüte hizmet eden, bu örgütün disipline tabi herhangi bir kurumda ve herhangi bir tarzda verilen mücadeledir. Devrim için savaşmaktan anladığımız, devrim için savaşan bir örgüte şu veya bu şekilde örgütlü hizmet etmektir. İbrahim Yoldaş’ın 11 ilkesinden illegal faaliyetin esas, legal faaliyetin tali; silahlı mücadelenin esas, barışçıl, demokratik mücadelenin tali ve parti faaliyetinin esas, diğer faaliyet türlerinin tali olduğu şeklindeki üç ilkesi, devrimciliğin temelidir. Tali, esas olana hizmet etmelidir. Bu diyalektiğin yarattığı örgütsel pratiğin içerisinde kendine yer bulan her kişi birer devrimcidir. Devrimci ulusal hareketler ise ayrı devlet kurma hakkını elde etmek için mücadele eden hareketlerdir.
Türkiye’de bugünkü devrimciliğin kökeni, 71 çıkışına dayanan Deniz-Mahir-İbrahim devrimciliğidir. Kültürel, teorik, politik ve ideolojik geleneğini bu üç önderin somutlaştırdığı hareketlerden almıştır. Devrimcilik kavramının yanı sıra, proleter devrimcilik dediğimiz, doğrudan komünist hareketi niteleyen, Marksist-Leninist-Maoist enternasyonal komünist hareketin Türkiye temsilcisi, ihtilalci komünist örgüttür. Bu örgüt, önder Yoldaş İbrahim Kaypakkaya tarafından kurulmuş, bugün de varlığını sürdüren Proletarya Partisi’dir. Proleter devrimcilik, İbrahim Yoldaş’ın da bahsettiği gibi THKO, THKP, TİP (Bugün MKP, TİP, EMEP, MLKP, vs.) gibi küçük burjuva yapılardan kendisini ayırmıştır.
Reformizm ise bir illegal-savaşçı örgüt mekanizmasına sahip olmayan, dolayısıyla legal-illegal örgütlenme üzerinden esas-tali ayrımı da yapamayacağımız, hareket alanı faşist diktatörlüğün verdiği izin kadar olan ne silahlı şiddete ne de devletin hükmettiği legal şekillenişe karşıt olma anlamında illegal şiddete haiz değildir (burada silahlı reformist hareketleri ayrı tutmak gerekir). Hareket zeminleri ülkedeki devrimci ve komünist hareketle faşist diktatörlük arasındaki çatışmanın seyrine göre değişir. İlkesiz, yalpalayan, istisnasız şoven, istisnasız artan ve azalan şekillerde sınıf işbirlikçisi ve istisnasız anti-proleterlerdir. Bütün bu özelliklere rağmen, her reformist hareketin içinde devrimci nüveler, her devrimci hareketin içindeyse reformist nüveler bulunur. Tıpkı her proleter hareketin içinde burjuva yanların barınması gibi. Biz tanımlamalarımızı, ağırlığın hangi öze tekabül ettiği üzerinden yaparız. SMF ise reformist hareketlerin içinde kırıntı halinde bulunan devrimci nüveleri bize “politik devrimcilik” diye pazarlıyor. SMF’nin bu pratiğinin tesadüf olmadığını, doğrudan içinden geçtiğimiz süreçle alakalı olduğunu Proletarya Partisi 1. Kongresi’ndeki şu ifadelerinden anlayabiliriz: “Reformlarla devrimlerin karıştırıldığı, kitlelerin bilincinin bulanıklaştırıldığı, reformizmin devrimcilik olarak yutturulduğu, sistemin içerden değişiminin daha olanaklı bir çağ içinde olduğumuza kitlelerin ikna edilmeye çalıştığı kapsamlı bir tasfiyecilik süreci yaşanmaktadır.”
Bu tasfiyecilik sürecine doğrudan set örmek için Mahir Çayan Aren-Boran revizyonizmini, İbrahim Yoldaş Şafak ve TİP revizyonizmini hedef almıştı. SMF ise bize TİP’teki, EMEP’teki, EÖİ’deki devrimciliği arayıp bulmamızı söylüyor. Utangaç devrimci, amatör reformist arkadaşlar bu arayışa bu kadar meraklılarsa neden yaptıkları konuşmalarda Mahir’den, Deniz’den, İbrahim’den, Mazlum’dan geldiklerini söylüyorlar da örneğin Mehmet Ali Aybar’ı anmıyorlar? Madem biz birer demokratik legal kurum olan ittifak bileşenlerini devrimci/ihtilalci gelenekten ayırmalıyız, size tıpkı ittifak bileşeni TİP’in yaptığı gibi Aybarlar’ı, Boranlar’ı bize ise Mahirleri, Denizleri, İbrahimleri, Mazlumları anmak düşer.
Biz reformizmi, yasal mücadele içinde olması yönüyle değil, zaten başka bir mücadele biçimine sahip olmadığı için (silahlı reformist ulusal hareket hariç) legalizme gömülü, ona muhtaç ve mahkûm olduğu şeklinde ele alıyoruz. Dolayısıyla devrimciliği de tek başına illegal-silahlı alanın işletilmesi gibi ele alıp, esas olanı devrimciliğe havale edip, tali olanı reformizme indirgemiyoruz. Zaten bu yüzden, ittifak bileşeni SMF, ESP gibi yapılara, siz her ne kadar bundan memnun kalmasanız da, devrimci diyoruz. Amatör reformist tanımlamamız, karşıtınızın (içinizdeki reformizmin) güçlenerek baskın karakter haline gelebileceği üzerine bir atıf. Bunda anlaşılmayacak bir şey olmadığını düşünüyoruz. Siz ise esas olan devrimci, tali olan reformist, biz tali olanı (yasal olanı) işletip reformistlik yapıyoruz diyerek feci bir idealizme düşüyorsunuz.
Yazı boyunca kendi reformist eğilimini meşrulaştırmaya çalışan buna benzer birçok atıf görmek mümkün. “Bakanlığa bağlı belediye” var örneğin. Dostlar, biz savaşa göre şekillenmeye çalışan belediyeleri de milletvekillerini de gördük. Bu bağlamda “ne bekleniyor ki” edebiyatı pratikleri birbirinden ayıran bürokratik-elit bir çabadır.
(Devam edecek…)
*“İlgili kurum”un 3. Kongresinde geçen iki ifade için : “Böylece milli burjuvazi de bu ekonomik işleyiş içinde bağımsızlığını yitirerek bir bölümü iflas ederek yok olmuş, bir bölümü kompradorlaşmış, bir bölümü ise orta burjuva nitelikte taşeronlaşma ya da başka biçimlerde büyük sermaye gruplarına yedeklenmiştir.“ ya da “Daha önceki belirlemelerimizde demokratik devrim perspektifimize bağlı olarak halk sınıf katmanları arasında değerlendirdiğimiz milli burjuvazi, emperyalist sömürgecilik sonucu kapitalist üretim ilişkilerinin hakim hale gelmesi sonucunda çözülerek komprador tekelci kapitalizm ile kent ve kır küçük burjuvazi olarak nitelik değişikliğine evirilmiştir.”