Almanya’nın İthalatçı Yapısı ve Katmanlı Krizi

[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle”]

Emperyalizm demek sonuç olarak kriz demektir. ABD ile birlikte tüm dünyayı etkisi altına alan 2008 ekonomik krizi geçmiş yıllardan günümüze, yaşanan en uzun ve derin ekonomik durgunluk olarak kabul edilmektedir ve Avrupa Birliği (AB) ekonomisinin resesyona girmesine sebep olmuştur. AB’nin tümünde ekonomik büyüme gerilerken işsizlik oranları hızla artmıştır. Bu süreçte AB genelinde kamu borcu ile bütçe açığının gayri safi yurtiçi hasılaya oranları artma eğilimine girmiştir. Krizin etkisiyle, üye devletlerin ekonomi politikaları arasında koordinasyonun ve mali disiplinin sağlanmasına yönelik olarak 1997 yılında kabul edilen İstikrar ve Büyüme Paktı gözden geçirilirken, üye devletlerde mali disiplinin güçlendirilmesi amacıyla daha sıkı kurallar ve daha etkili yaptırım mekanizması öngören Mali Antlaşma, İngiltere ve Çekya hariç AB’nin 25 üyesi tarafından imzalanmıştır.

Başta Almanya olmak üzere Avrupa devletleri karşılaştıkları bu ciddi durum karşısında finans sektöründeki krizi önleyecek veya hafifletecek devletleştirmeler, yardım programları ve merkez bankalarının faiz indirimleri gibi doğrudan üretim alanındaki resesyonu önleyecek bir dizi tedbirler almıştır. Ayrıca vergi indirimini içeren maliye politikalarına başvurmuştur. IMF, krizden çıkışın en etkin yolunun mali genişleme olduğunu duyurmuş ve 2009’un nisan ayında yapılan G–20 zirvesine katılan ülkeler, ekonomik büyüme için mali genişleme üzerinde anlaşmışlardır.

AB’de ekonomik hegemonyası tartışılmaz olan Almanya, ekonomik büyüme için diğer ülkelerin tüketimine ihtiyaç duymaktadır. Nedeni ise Almanya’da üretilen ürünlerin üretim yeteneği sınırlı olan çevre ülkelerde satılıyor olması ve bu ülkelerin gerektiğinde ilk olarak Alman bankalarından kredi alıyor olmalarıdır. Almanya Eurozone  (Avro bölgesi- 19 Avrupa Birliği ülkesinin oluşturduğu parasal birlik) içerisindeki çevre ülkelere krizden kurtarma paketleri sunduğunda aslında kendi ekonomisine ve bankalarına katkı sağlamaktadır. Yunanistan örneğinde olduğu gibi ülkelere sağlanan kurtarma paketleri bu ülkelerde sürekli olarak kriz sarmallarına neden olmaktadır. Bu paketlerin zorunlu kıldığı reformlar ile ülkelerin neoliberal dönüşümleri hızlandırılmakta aslında, bu ülkelere Almanya gibi daha güçlü devletlerin kendi çıkarlarına gelen politikalar dayatılmaktadır.

Ekonomik kriz ile birlikte iş gücü piyasaları da bundan olumsuz etkilenmiş ve işsizlik artmıştır. Özellikle inşaat ve otomotiv sektörlerinde istihdam daralması (yüzde 7,3) daha şiddetli gerçekleşmiştir. Erkek ağırlıklı istihdam içeren bu sektörlerde gerilemeyle birlikte erkek ve genç işçi istihdamı önemli ölçüde etkilenmiştir. 2009’da Almanya’da yüzde 8,1’e yükselmiştir. Bunun önüne geçilmesinin koşulu olarak ekonomik canlanmaya neden olacak talep artırıcı adımlar atılmış, istihdamı teşvik etmek adına patron kesimi üzerindeki iş gücü odaklı sosyal maliyetleri azaltacak önlemler alınmıştır. Krizin küreselleşmesi sonrası para politikalarının krize çözüm üretememesi, uluslararası mali piyasalarda yaşanan paniği daha da artırmış ve devlet müdahalesinin gereğini hatırlatmıştır. Bu durum kamu bütçelerinin krize karşı seferber olmasına ve kurtarma/canlandırma paketlerinin yürürlüğe girmesine yol açarak özel sektörün borcunu kamu borcuna dönüştürmüştür.

Almanya’nın açıkladığı 500 milyar euroluk kurtarma paketinin yüzde 80’i bankalara getirilen garantilere, yüzde 16’sı bazı bankalara sermaye enjekte edilmesine ve yüzde 4’ü de garantilerin desteklenmesine ayrılmıştır. 2010’a kadar süren bir diğer kurtarma paketi ise 50 milyar euro tutarındadır. Bu planlama, altyapı ve eğitime 14 milyar euro harcanmasını sağlamıştır. Alman şirketlerine ayrılan 100 milyar euroluk kredi garantisinin yanı sıra otomotiv sektörüne 1,5 milyar euro mali kaynak aktarımı, 2,9 milyar euroluk vergi indirimi uygulanan politikalardan birkaçıdır. 2010 yılından itibaren vergi indirimlerinin 6,05 milyar dolara çıkması planlanmıştır. İkinci paketin diğer maddeleri arasında kamunun sağlık harcamalarının kısılması, işçi ve emekçilerin sosyal ve ekonomik haklarının gaspı vb. yer almaktadır. Buradan da görüldüğü üzere kurtarma sadece kapitalist sınıfa sunulurken işçi ve emekçilerden kemer sıkmaları istenmiştir.

2008 finans krizinin aşılamadığını ve emperyalistlerin krizin etkilerinden kurtulmak için hayata geçirdikleri ekonomik politikalar sonucu kısa süreli ve görece düzelmelere rağmen krizin hâlâ devam ettiğini gözlemlemek mümkündür. Durum böyle devam ederken 2020 yılında dünyayı kasıp kavuran Kovid-19 salgını ülke ekonomilerine büyük hasarlar vererek krizi derinleştirmiştir.  Dünya Bankası ve IMF’nin verileri dünya ekonomisinin yüzde 4 oranında küçüldüğünü kanıtlamaktadır. Almanya’da İstihdam Piyasası ve Meslek Araştırmaları Enstitüsü’nün (IAB) gerçekleştirdiği bir çalışmadan çıkan sonuç, Alman ekonomisinin 2025 yılına kadar pandeminin etkilerini kemiklerinde hissedeceği ve hatta bu etkinin beklenenden de uzun süreceğidir.

Rusya-Ukrayna savaşında Ukrayna’ya açık destek veren Almanya, doğal gaz ithalatının yüzde 37’sini gerçekleştirdiği Rusya ile ilişkilerinin gerilmesi sonucunda derin bir enerji krizine girmiştir. Bu durum AB ülke ekonomilerini, artan enerji ve gıda fiyatları karşısında zor durumda bırakırken lokomotif ülke konumundaki Almanya’nın da artık satın aldığından daha fazlasını ihraç edemez durma gelmesi dikkat çeker olmuştur. Avrupa’nın en büyük ekonomisine sahip Almanya, yükselen enflasyon ve sanayisini baskılayan tedarik zinciri kesintileri nedeniyle iki Almanya’nın birleşmesinden bu yana ay bazdaki ilk ticaret açığını Mayıs 2022’de vermiştir.

Commerzbank’ın “baş iktisatçısı” Jörg Krämer de Almanya’da hükümetin yardım paketlerinin resesyona engel olamayacağını söyledi. Enerji fiyatlarındaki büyük artışın ilk etapta bir arz şoku yarattığını söyleyen Krämer “Şirketler faaliyetlerini pahalanan enerjiye göre geriye çekmek zorundalar ve buna uygun olarak da üretimi azaltacaklar” diye konuştu. Alman Sanayi ve Ticaret Odaları Birliği’nin (DIHK) yaptığı bir ankete göre de Alman şirketlerinin yüzde 16’sı böyle hareket etmeyi planlamaktadır. Alman hükümeti 12 Ekim’de 2022 için daha önce yüzde 2,2 olarak açıklanan resmi büyüme beklentisini enerji krizi, artan fiyatlar ve arz dar boğazlarının etkilerinden dolayı aşağı yönlü revize edip yüzde 1,4’e çekerken, gelecek yıl için resesyon öngörüsünde bulunmuştu.

Doğal gaz ve petrol ihtiyacının çok önemli bir bölümünü, hem de ucuza Rusya’dan karşılayan Almanya bu seçenekten vazgeçmek zorunda kalınca, ihtiyaç duyduğu enerjiyi karşılamak üzere birçok ülke ve bölgede harekete geçti. İlk etapta Norveç ve Hollanda’dan alınan petrol ve doğal gaz artırıldı. Sonra Federal Ekonomi Bakanı Robert Habeck, körfez ülkelerine yönelerek petrol talebinde bulundu.

Sonra, Kanada ile sıvılaştırılmış doğal gaz ve yeşil hidrojen için bazı anlaşmaların altına imza atıldı. Almanya ayrıca yönünü Güney Doğu Avrupa, Orta Asya ve Ortadoğu’ya çevirdi. Başbakan Scholz, Yunanistan’ı ziyaret etti. Doğu Akdeniz’den çıkacak doğal gazın Almanya’ya ulaştırılması üzerine konuşuldu. Bu ziyaretin ardından Yunanistan Başbakanı Mitsotakis Mora (Peloponnes) Yarımadası ve Girit Adası’nda doğal gaz arama çalışmalarına başladıklarını açıkladı.

Federal Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock ise Kazakistan ve Özbekistan’ı ziyaret etti. Buradaki görüşmelerin merkezinde de Almanya’nın enerji ihtiyacı vardı. Almanya, geçen yıl ihtiyaç duyduğu petrolün yüzde 10’unu Kazakistan’dan satın aldı. Baerbock’un temaslarının ardından, Mısır’da devam eden BM İklim Konferansına katılan AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, burada Kazakistan ile bir enerji anlaşması imzaladı. Yine AB ile Mısır ve Namibya arasında da aynı konferansta doğal gaz ve yeşil hidrojen anlaşmaları imzalandı. AB/Almanya’nın hedefleri arasında Kuzey Afrika’nın yanı sıra Senegal ve Nijerya da bulunmaktadır.

Alman hükümeti tarafından kısa bir süre önce kamulaştırılan gaz tedarik şirketi Uniper, İsrail şirketi NewMedEnergie ile bir ortaklık anlaşma imzaladı. Anlaşmada iki şirketin doğal gaz çıkarma faaliyetlerinin organize edilmesi ve üretilecek yeşil hidrojen gazının Avrupa’ya taşınması bulunmakta.

Bu arada Almanya’da da bazı gelişmeler olmaktadır. Enerji seçenekleri tartışması bunlardan biridir. Son haftalarda en çok öne çıkan enerji seçeneklerinin başında “yeşil hidrojen” (Grüne Wasserstopf) gelmektedir. Sudaki iki hidrojen ve bir oksijenin (H2O) elektrikle ayrıştırılmasıyla elde edilen hidrojen gazının yanıcı özelliği bulunmaktadır. Çevreye zarar vermeyen, geleceğin enerjisi olarak adlandırılan “yeşil hidrojenin” yakın gelecekte daha fazla kullanılması öngörülmektedir.

Görüldüğü gibi Almanya enerjide “Rusya’dan bağımsızlaşma” adına peşi sıra adımlar atmaktadır. Bu adımlar hem acil adımlar olmak zorunda hem de seçenekler üretmek zorundadır. Almanya Başbakanı Olaf Scholz, bakanlara kapatılması düşünülen üç nükleer santralin Nisan 2023’e kadar çalışır durumda tutulması talimatı verdi. Avrupa’nın en büyük ekonomisine sahip Almanya’da ağır sanayinin çarklarının enerji olmadan çevrilmesi mümkün olamayacaktır. Ekonomi enstitüsü IFO şu ana kadarki “enerji krizinin” Alman ekonomisine maliyetinin 110 milyar euro olduğunu açıkladı.  Kriz uzadıkça maliyet büyüyecektir.

“Enerji krizi” uzadıkça bunun faturasını yüksek enerji fiyatları, hayat pahalılığı, düşük ücretle çalıştırılma, işten çıkarılma, hakların kısıtlanması şeklinde asıl olarak işçi sınıfı ve emekçiler ödemek zorunda bırakılacaktır. Buna karşılık hükümetin kapitalistlerin kârlarını güvence altına almak adına şirketleri yüksek enerji maliyetlerinden koruyacak “artan gaz ve elektrik fiyatlarına karşı koruma şemsiyesi” olarak nitelendirilen 200 milyar euroluk fonun yasasını Federal Meclis’ten geçirdi.

Bunun yanı sıra sosyal güvelik düzenlemeleri, araştırma-geliştirme alanında vergi muafiyeti, piyasada rekabeti artıracak tedbirler, nitelikli iş gücünün Almanya’ya göçüne teşvik sağlayan yasal düzenlemeler, eğitim ve bilimsel faaliyetler için daha fazla bütçe ayrılması ve dijitalleşme altyapısının güçlendirilmesini sağlama konusunda yasa ve reformlar bu krizin atlatılması için alınacak tedbirler olarak gündeme gelmektedir. Örneğin ülkede emekli olma yaşı 2031 yılına kadar kademeli olarak 65’ten 67’ye yükseltilirken, yaş sınırının 2042’ye kadar 68’e çıkarılması da tartışılmaktadır.

Alman hükümeti ve otomotiv endüstrisinin önde gelen aktörleri teşvikleri artırıp mevcut teşvik programının süresini uzatarak elektrikli araçlara olan talebi artırmayı hedefliyor.

Meta ve sermaye ihracında devasa boyutlarda gelişkin olan Alman ekonomisi, enerjide ise net bir ithalatçı ülke durumundadır. Rusya’nın Ukrayna işgali ve devamında Rusya’ya yönelik yaptırımlar ve Rusya’nın enerji kozunu kullanması kuşkusuz Alman ekonomisini ciddi sorun ve krizlerle karşı karşıya getirmiştir. Bu durumun hem politik hem de ekonomik savaşımın emperyalistler arasında yoğunlaşması ve derinleşmesinden ötürü kolay aşılır bir şey olmadığı açıktır. Yüksek enflasyon, daralan üretim, kitlelerin alım gücündeki düşüş ve Ukrayna’dan doğru yayılan politik kriz Almanya’nın ekonomik ve politik gerçekliğidir. Kitlelerin bu tablodan memnun olmayan ve parçalı ama sürekli artan bir tepki içinde olduğu açıktır. Ekonomik kriz Almanya’da henüz bir politik krize dönüşmemiştir. Ancak kitlelerin yoğun bir arayış içinde olduğu açıktır. Bu arayışın, krizin faturasının kendisine ödetilmesine yönelik göstereceği güçlü bir hareketle birlikte politik çalkantıyı da güçlendireceği öngörülebilir. Henüz sistem krizi yönetebilir durumdadır. Bir önceki sürece göre artan yoksullaşmanın ise bu yönetme sorununu bugünden zorladığı da açıktır.