[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Emperyalist-kapitalist sistem, sürekli iç içe geçen çoğul krizler üreten bir sistemdir. 2008 ekonomik krizi geçmiş yıllardan günümüze, yaşanan en uzun ve derin ekonomik durgunluk olarak kabul edilirken, Avrupa Birliği (AB) ekonomisinin de resesyona girmesine sebep olmuştur. AB’nin tümünde ekonomik büyüme gerilerken işsizlik oranları hızla artmıştır. Avrupa Birliği’nde ekonomik hegemonyası tartışılmaz olan Almanya’da da krizin etkileri ciddi biçimde hissedilmektedir. Bu süreçte Almanya’da İstihdam Piyasası ve Araştırmaları Enstitüsü’nün (IAB) gerçekleştirdiği bir çalışmadan çıkan sonuç Alman ekonomisinin 2025 yılına kadar ekonomik krizin etkilerini hissedeceği ve hatta bu etkinin ömrünün beklenenden de uzun sürecek olduğudur.
Almanya Federal İş Ajansı’nın (BA) 2022 Kasım ayı verilerine göre ülkede işsiz sayısı, ekim ayına kıyasla 17 bin artarak 2 milyon 538 bine yükseldi. Ülkede işsizlik oranı yüzde 5,5’tir. Özelikle 2008 krizi sonrası ekonomik büyümeyi hedefleyen politikalarla (istihdamın artırılması, kapitalistlere vergi indirimi, teşvik fonları vb.) krizin patladığı ilk dönemlere göre enflasyon olumlu gibi görünse de istihdamın niteliği göz önüne alındığında bu durumun göreceli olduğu açıktır.
Rusya-Ukrayna savaşında, Almanya’nın Ukrayna’yı desteklemesi sonucu Rusya’nın doğal gaz akışını kesmesi ile enerji krizi de ortaya çıktı. Almanya’nın 2022 yılı enerji tüketimi bir önceki yıla göre yüzde 4,7 azalarak son otuz yılın en düşük seviyesine geriledi. Almanya hükümeti geçen yaz bu sorunu telafi etmek için kömürle çalışan elektrik santrallerini yeniden faaliyete geçirirken faal olanların da ömürlerinin uzatılmasına izin verdi.
Artan enflasyon yüzünden Almanya’nın gelecek yıl Gayri Safi Yurt İçi Milli Hasılası’nın (GSYİMH) yüzde 0,3 oranında daralması bekleniyor. Almanya Ekonomik Araştırmalar Enstitüsü (IFO), 2023 yılının ilk çeyreğinde ekonomideki gerilemenin yüzde 0,4’e çıkacağı uyarısında bulundu.
Alman Ekonomi Enstitüsü (IW), yaptığı son araştırmada Covid-19 salgını ve Ukrayna’daki savaşın 2020-2022 yılları arasında Alman ekonomisine getirdiği mali kaybın 420 milyar euro olduğunu açıkladı.
Yukarıda verdiğimiz ekonomik veriler Almanya’da yaşam şartlarının işçi ve emekçi kesimler açısından her geçen gün daha da zorlaştığını/zorlaşacağını göstermekte. Mayıs ayında ülke genelinde ortalama enflasyon yüzde 7,9’a yükselirken NRW gibi bazı eyaletlerde enflasyon yüzde 8 sınırını aştı. Resmî enflasyon rakamları henüz tek haneli seyrederken işçi ve emekçilerin bütçesine yansıyan ortalama enflasyonun ise en az yüzde 15-17 arasında olduğu tahmin edilmekte. Özellikle gıda ve akaryakıt fiyatlarında yaşanan zamlar, emekçilerin bütçesine darbe vurmaktadır. Krizden çıkma politikaları egemen sınıflara hizmet ederken işçi ve emekçiler cephesine ise ekonomik-sosyal haklara saldırı ve kemer sıkma politikaları olarak yansımaktadır. İşçi örgütleri uzun süredir kapitalistlere kredilerle sübvansiyon verilmesi yerine ülkenin en zenginlerinden “servet vergisi” alınmasını talep etmekteler. Vergi affı ya da indirimi sadece bu sınıflara uygulanırken SPD/Yeşiller/FDP hükümetinin enflasyonun düşük seviyede kalması için ilk aklına gelen işçi ücret zamlarını engellemek oldu. Üç yıldan fazla bir süredir Almanya’daki işçi ücretleri kalıcı olarak yükseltilmedi.
Başbakan Scholz “sıra dışı olan bu adım ülkenin sebatı için” diyerek sendika yönetimlerini açıktan daha yoğun sınıf iş birlikçiliğine davet ediyor. 2008’den bu yana defalarca kez “ülkenin sebatı” adına sermayenin kasalarına yüzlerce milyar euro aktarıldı. Buna karşın yoksul halka verilen yardımlar donduruldu, emekliler mağdur edildi, reel ücretlerin düşmesine göz yumuldu.
Kriz durumlarında elini taşın altına koyması istenen elbette işçi ve emekçilerdir. Ücretlerinden, kazanılmış haklarından taviz vererek ülke ekonomilerine zor koşullarda yardım etmeleri istenir. İşsizliğin ve yoksullaşmanın geçici olduğu, ücretlerin düşük olmasının dönemsel olduğu, sermaye sınıfının ülke içerisindeki kârlılığı artar ise ve yeni sermaye girişleri olursa bu zenginleşmeden işçilerin de üstüne düşeni alacağına yönelik propaganda yapılır. Sermaye sınıfının işçi sınıfını ikna girişimlerinin önemli bir aracı şovenizm. Özellikle kriz dönemlerinde halka öfkesini yönlendireceği bir düşman gerekir. Sermaye sınıfı da bu düşmanı göçmen ve mülteciler olarak gösterip, kendi suçunu maskelemeye çalışır.
Almanya genel/parlamento seçimi bu tespiti çarpıcı biçimde doğruladı. Almanya için Alternatif (AfD) adlı göçmen ve müslüman karşıtı, ultra-milliyetçi parti oylarını neredeyse üçe katlayarak parlamentoda üçüncü parti konumuna geldi, seçimin en büyük galibi oldu. İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’ndan bu yana ilk kez ırkçı-faşist bir parti, hem de üçüncü büyük parti olarak Alman parlamentosuna girdi. AfD’nin özellikle işçi ve emekçi kesimlerden oy alması da önemli bir durum arz etmektedir. Bu ırkçı-faşist partilerin ortak özelliği işsizlik, yoksulluk, eğitim ve sağlık hizmetlerinden eskisi gibi faydalanamama gibi neoliberal politikaların yol açtığı sonuçları bu politikaların dışındaki nedenlere bağlama, başka bir deyişle sistemden kaynaklı sorunları aynı şekilde sistemin mağdur ettiği başka toplumsal kesimlere fatura etme yönelimi içinde olmalarıdır. Yabancı düşmanlığı (zenofobi), göçmenleri ekonomik-sosyal sorunların nedeni olarak gösterme ve İslam karşıtlığının (İslamofobi) bu hareketlerin söylem ve politikalarında belirleyici olduğu söylenebilir. Bu partiler, neoliberalizmin yol açtığı yıkımı, emekçi halk kitlelerine göçmenlerin-mültecilerin kendilerinin hakkı olan işi, ekmeği gasp ettiği/edeceği biçiminde sunarak, bu işçi-emekçi halk kitlelerinin sorunun gerçek nedenlerini görmesini ve tepkilerini bu politikaların kaynağına yani sisteme yöneltmesini engellemekte ve dolayısıyla düzene karşı tepkileri çarpıtarak emperyalist-kapitalist sömürü düzeninin devamına hizmet etmektedir.
Alman devleti işçi ve emekçiler arasında ırkçı-faşist anlayışları yayıp onların birliğini bozmaya çalışmaktadır. Bir yandan var olan kalifiye işçi eksiğini kapatmak için geri bıraktırılmış ülkelerin işçilerine kapılarını açmakta, bu konuda yasaları hayata geçirmektedir. Öte yandan mülteci ve göçmenlere yönelik yasaları keskinleştirmekte, mültecileri “güvenli ülke” diyerek savaş olan ülkelere iade etmektedir. İşte Almanya’nın ülke ekonomisinin önemli bileşeni olan göçmenlere reva gördüğü, o çok övündüğü “sosyal devlet” uygulamaları bunlardır.
Diğer ülkelere oranla, görece daha fazla ekonomik ve sosyal haklar sunuyor gibi görünse de “sosyal devlet” bir aldatma retoriğidir. “Yoksullukla mücadele” anlayışına dayandırılan sosyal devlet retoriği, yoksulluğun kaynağını gözden uzak tutarak, adeta yoksulluğun bir doğa yasası olduğuna insanları inandırmaya çalışır. Yoksulluğun asıl kaynağı olan sınıf sömürüsünün üzerini örtmeye çalışır. “Hangi sınıfa aitlik” üzerinden yapılmayan her devlet tartışması sermaye düzeninin sömürü çarkının dönmesine hizmet edecektir.
Almanya’dan Bir YD Okuru