Avrupa Birliği denilen emperyalist birliğin amiral gemisi sayılan; ekonomik gücü, siyasal nüfuzu ve etkileri bakımından dünya kapitalist- emperyalist sömürü sistemi içinde önemli bir yer teşkil eden Almanya’da 26 Eylül pazar günü genel seçimler yapıldı.
Katılımın yüzde 76,6 olduğu ve 20. sinin yapıldığı Almanya’daki genel seçimlerde burjuva partiler arasında ortaya çıkan oy dağılımı hiçbir partinin iktidarı oluşturacak kadar oy alamaması ile sonuçlandı. Burjuva klikler arasında siyasal farkın azaldığı, hatta aynı politikaların değişik tonları gibi, sundukları seçeneklerin, vaat ettiklerinin birbirinden çok farklı olmadıkları seçim kampanyası boyunca dikkat çekici bir nokta olarak kaydedilmelidir. Buna rağmen seçime katılım oranın oldukça yüksek olmuştur. Bunda özellikle CDU/CSU (Hristiyan Demokrat Birliği) ve SPD (Sosyal Demokrat Partisi) koalisyonun uzun süredir uyguladığı politikalara tepki ve son süreçte pandeminin de eklendiği krizin etkisi fazladır. Bu durum özellikle hükümet değişim isteğini ortaya çıkaran, seçimlere ilginin yoğun olmasını getirmiştir.
Almanya seçimlerinde göçmen kökenli kesimlerin de seçimlere ciddi bir etkisi bulunmaktadır. Resmi verilere göre 83,2 milyon nüfuslu Almanya’da 21,9 milyon göçmen kökenli kişi yaşıyor. 26 Eylül’de yapılan seçimlerde oy kullanma hakkına sahip kişiler arasında 7,9 milyon göçmen kökenli varken, yabancı ülke vatandaşlığına sahip 8,7 milyon kişinin da oy kullanma hakkı bulunmamaktadır. Göçmen kökenlilerin de gelişen ırkçılığa karşı seçimlere yönelik ilgisinin arttığı görülmüştür.
Alman tekelci sermayesinin çıkarları için iki dönemdir “Büyük Koalisyon” şeklinde sürdürülen hükümet modelinin yeni bir makyaja ihtiyacı vardı. Bu nedenle genel seçimler sonrasında yeni koalisyon hükümeti kurma çalışmaları çerçevesinde partiler arasında ön görüşmeler başladı.
Angela Merkel’in aday olmadığı ve Armin Lasçhet ile seçime giren Hristiyan Demokrat Birlik’in önemli oranda oy kaybetmesi ve son 20 yıldır ilk kez Olaf Scholz ile SPD’nin birinci parti olarak çıkması sürpriz olmadı.
Oyların yüzde 25,7’sini alarak seçimden en güçlü parti olarak çıkan Sosyal Demokrat Parti’nin yanı sıra yüzde 24,1 oy oranı ile hezimet yaşayan Hristiyan Birlik (CDU/CSU) partilerinin de Yeşiller ve Hür Demokrat Parti (FDP) ile ön görüşmeler yapması bekleniyor.
Sosyal Demokrat Parti’nin (SPD) başbakan adayı Olaf Scholz, bir koalisyon için Yeşiller ve Hür Demokrat Parti (FDP) ile “yeterince ortak noktaya” sahip olduklarını söylerken, CDU/CSU’nun başbakan adayı Armin Lasçhet, partisinin aldığı yenilgiye rağmen Hristiyan Birlik partilerinin liderliğinde bir koalisyon kurulmasının ihtimal dışı olmadığını belirtti.
CDU Genel Sekreteri Paul Ziemiak, iklim koruma, devletin finansmanı ve dijitalleşme gibi konularda “sürdürülebilir bir koalisyon” ihtimalinin söz konusu olduğunu ifade etti.
Almanya daha önceki seçim sonuçlarında olduğu gibi yine bir süre koalisyon görüşmeleri, pazarlıkları ekseninde gündemde kalacaktır. Gerek SPD ve gerekse de CDU/CSU hükümeti Yeşiller ve Liberal partiyi küçük ortak alarak kurma isteği içindedir. CDU/CSU’nun büyük ortak SPD’nin küçük ortak olduğu “Büyük Koalisyon”un uzun yıllardır yıpranma payı düşünüldüğünde, bu ortaklığın diğer seçeneklere göre daha zayıf olduğu görülmektedir.
Ancak Alman devletinin dümenindeki iki büyük partinin genel yönelimlerinde ve uyguladıkları politikalarda esaslı bir değişim istemediği de açıktır. Kuşkusuz bu durum oluşacak yeni koalisyonun esasta politik yönelim ekseninde değil bakan pazarlıkları üzerinden olacağı anlamına da gelmektedir. Seçmenlerin Almanya’da yaşanan son sel felaketi sonrası, Yeşiller Partisi’ne daha güçlü yöneldiği bu anlamda özellikle çevre politikalarında esaslı bir düzenleme beklediğine işaret etmektedir. İç politikada sağcı ve milliyetçi temelde uçlaşan yaklaşımlara karşı da seçmenlerin tepkisinin partilerin oy dağılımına bakarak açığa çıktığı görülmektedir. Bu anlamda özellikle genel sağcılaşma eğilimi içinde olan sistemlerin bu noktada en güçlü şekilde kolaylaştırıcı unsuru, sosyal demokrat, liberal ve yeşiller gibi sistem partileri olması gerçekliği seçimlerde ustaca manipüle edilmiştir. Zira bu partilerin sağcılaşma eğilimine politik yaklaşımlarıyla ciddi destek olduğu açıktır.
Almanya’da hükümet hangi koalisyon biçiminde kurulursa kurulsun, Alman emperyalizminin AB içindeki ekonomik, siyasi ve giderek artan düzeyde süren askeri yatırımları ve dünyadaki diğer ülke ve güçlerle ilişkilerinde esasta bir değişiklik söz konusu olmayacaktır. Burada Türkiye ile ilişkilerinde ana eksende değişiklik olmamasına rağmen, daha fazla gerginlik noktalarının olacağı ön görülebilir. Kürt meselesi, insan hakları vb. noktalarda bir önceki koalisyon partilerine göre güçlenerek çıkan SPD Yeşiller ve Liberal partinin içinden çıkacak açıklamalar, tepkiler bu gerginlik noktaları olacaktır. Ancak esaslı bir kriz olarak karşımıza çıkmayacaktır. Almanya ile TC arasındaki tarihsel olarak oluşmuş ekonomik, siyasi ilişkilerin bu yeni gerginlik alanları ile devam edeceği açıktır.
Alman işçi sınıfı, yerli ve göçmen kökenli emekçiler için de değişen bir şey beklenmemelidir. Alman egemenlerinin kurulu sömürü düzeni ve kurumsal politikaları aynı kulvarda devam ettirilecektir.
Göçmen emekçiler arasında ağırlıklı olarak reformist politikalarla siyasal çalışma yapan ve Seçime giren Linke, MLPD gibi partilerin de büyük oranda oy kaybettikleri ve yaptıkları propagandalarla yığınların eğilimlerini etkileme de başarılı olamadıkları da açığa çıktı.
Almanya’da zayıf da olsa genç devrimci gruplar tarafından devrimci mücadeleyi önceleyen, “Seçim Çare Değil, Siyasi İktidar için Devrimci Mücadeleyi Yükselt!” şiarıyla kitlelere “seçimleri boykot” etmeye yönelik politik çağrılar da yapıldı.
Seçimlerin, burjuva egemenlik sisteminin, burjuva diktatörlüğünün ve sermayenin çıkarlarının hangi klik tarafından sürdürüleceğine karar vermek için halkın rızasını almaya dönük bir görüntüden ibaret olduğunu ve devletlerin demokratik seçimlerle yönetilmediği tarihi tecrübelerden bilinmektedir. Bu seçimler ve ortaya çıkardığı ve çıkaracağı sonuçlar da bunun bir ispatı daha olacaktır.