Son on yıl içinde Avrupa’da aşırı sağ eğilimler öne çıkıyor. Bu eğilimlere her Avrupa ülkesinde olduğu gibi Almanya’da da rastlıyoruz. Bu bakımdan Almanya özgündür. Geçmişi onu diğerlerinden özellikle ayrı değerlendirmeyi gerektirmektedir.
2. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın (EPS) başlıca sorumlusu olan Nazi Almanya’sından sonrası bu ülkede aşırı sağcı, ırkçı partilerin faaliyetleri yasaklanmış ve bunların hiçbir zaman iktidara gelemeyeceği belirlenmişti. Ancak aşırı sağ partiler tüzüklerinde küçük değişiklikler yaparak faaliyetlerini bugüne kadar sürdürdüler. “Dexit” yani Almanya’nın Avrupa Birliği’nden (AB) çıkması, avrodan vazgeçilerek yeniden Alman markına dönülmesi politikasıyla 6 Şubat 2013 tarihinde kurulan Almanya için Alternatif Partisi (AfD), başından beri aşırı milliyetçi ve ırkçı politikalar izlemektedir. AfD, 2014 Avrupa Parlamentosu seçimlerinde Avrupalı Muhafazakârlar ve Reformcular’ın (ECR) üyesi olarak 7 sandalye kazanmıştı. 2017 Almanya federal meclis seçimlerinde ise 94 sandalye kazandı ve ülkedeki 3. büyük parti ve aynı zamanda en büyük muhalefet partisi oldu. 2021 federal seçimlerinde bu kez AfD beşinci büyük parti konumuna geriledi. 2023’ten bu yana yapılan anketler AfD’yi en popüler 2. parti olarak gösterirken yapılan son seçimde yani 1 Eylül’de yapılan seçimlerde rekor düzeyde oy aldı.
Almanya’da özellikle göçmenler meselesinde giderek sağa kayan ana muhalefet partisi CDU (Hrıstiyan Demokratlar) haricinde diğer partilerin tamamı büyük bir hezimet yaşadı. Almanya’yı yöneten mevcut koalisyon (Sosyal Demokrat Parti, Yeşiller, Liberaller) ağır bir yenilgi alırken aşırı sağ ve popülist partiler AfD ve Sahra Wagenknecht Birliği (BSW) haziran ayında gerçekleştirilen Avrupa Parlamentosu seçimlerinde yakaladıkları ivmeyi 1 Eylül’de Thüringen ve Saksonya’daki eyalet seçimlerinde de devam ettirdiler.
Geçici resmî sonuçlara göre Thüringen’de AfD oyların yüzde 32,8’ine ulaşarak birinci parti oldu. Saksonya’da CDU, yüzde 31,9 ile seçimleri kazanırken AfD yüzde 30,6 oy oranıyla ikinci oldu. Yeşiller ise Saksonya’da sadece yüzde 5,1’lik bir oy oranına ulaşırken Thüringen’de Meclis’e girmeyi dahi başaramadı. Sol Parti, Thüringen’de bir önceki seçimlere kıyasla 17,9 puan kaybederek yüzde 13,1’e geriledi. Sol Parti’ye kıyasla, bu partiden ayrılanlar tarafından henüz bu yılın başında kurulan BSW katıldığı ilk seçimlerde, Thüringen’de yüzde 15,8, Saksonya’da ise yüzde 11,8 oy aldı ve önemli bir sonuç elde etti.
Alman mahkemesinin “faşist” denilmesine izin verdiği, Björn Höcke gibi politikacıları içinde barındıran AfD, her geçen gün güçlenirken Sosyal Demokrat Parti (SPD) üyesi Başbakan Olaf Scholz, seçimlerin sonucunu “acı verici” olarak nitelendirdi ve demokratlara “AfD Almanya’ya zarar veriyor. Ekonomimizi zayıflatıyor, toplumu bölüyor, ülkemizin itibarını yıkıyor. Şimdi tüm demokratik partilere düşen görev, aşırı sağcıların yer almayacağı istikrarlı hükümetler kurmak olmalı.” diyerek birleşme çağrısı yaptı.
Thüringen ve Saksonya eyaletlerinde, 2. EPS sonrası ilk kez bir eyalet seçiminden zaferle çıkan AfD, tek başına hükümet kuracak meclis çoğunluğunu elde edemedi. Diğer partiler AfD ile koalisyon görüşmelerine girmeyi kabul etmediği için de iktidar yolu şimdilik kapandı. Diğer burjuva partilerin bu ortak tavrı, AfD’ye karşı sistemi korumaya odaklı “güvenlik duvarı” olarak adlandırılıyor. Ancak seçim sonuçları çok net gösteriyor ki aşırı sağ bir zamanlar açıkça horlanırken, çoğunlukla da dışlanırken şimdi kamuoyu nezdinde normalleşmiş durumda.
Bu normalleşmenin birden olmadığı bilinmektedir. Uzun bir süredir hem ekonomik koşulların getirdiği sorunlar hem de bireyciliği kutsayan ve sürekli yabancılaşmayı üreten sistemde aşırı sağ güçlü potansiyel olarak varlığını korumuştur. Bugünkü sonuç söz konusu potansiyelin birileri tarafından harekete geçirilmesinden ibarettir. Bu süreci kavramak görevlerimizin, bu gibi olgulara karşı tutumumuzun nasıl olması gerektiğini öğretecektir.
AfD KİMLERDEN OY ALDI?
Sözünü ettiğimiz bu yükselişte dikkat çeken noktalardan biri de AfD’nin en çok oyu 18-24 yaş aralığındaki gençlerden alması oldu. Bu yaş grubundaki gençlerin yüzde 38’i oyunu AfD’ye verdi ve bu oran 2019 seçimlerine kıyasla yüzde 15’lik bir artış anlamına geliyor. Berlin Humboldt Üniversitesi’nde görev yapan anayasa hukukçusu Prof. Dr. Ulrich Battis, halkın özellikle mülteci sorunundan kaynaklanan endişelerinin dikkate alınmamasının aşırı sağın yükselmesine neden olduğunu belirtiyor. Birçok siyasetçi, yazar, gazeteci bu gibi çıkarımlarda bulunarak kitlelerin bilincini bulanıklaştırıyor. Aşırı sağın bu ivmesini sadece mülteciler üzerinden değerlendirmemek gerek, at gözlüklerini çıkarıp buzdağının görünen kısmına bakmaktan vazgeçmek gerek; çünkü asıl sorunlar buzdağının altında! 2. EPS öncesi Almanya’sında gelişen durumla bugünün Almanya’sı arasındaki benzerlik tesadüften mi ibaret?
Almanya’da kitlelerde ekonomik ve sosyal sorunlarla baş edemeyen hükümete karşı oluşan güvensizlikler aşırı sağın büyümesinde belirleyici bir rol oynuyor kuşkusuz. Fakat hükümetin sorunlar karşısındaki duruşu ve yaklaşımları bu büyümeyi destekler içeriktedir ve sözünü ettiğimiz potansiyelin harekete geçmesinde özellikle tetikleyicidir; faşizme eğilim egemen sınıfın gerçekleşmekte zorlanan çıkarlarının kaçınılmaz tezahürüdür ve düzen partileri bu kaçınılmazlığa mahkûmdur.
Emperyalist sistemdeki krizin yansıması olarak Almanya’da bir sorun haline gelen işsizlik, ekonomik durgunluk, emekli maaşın ve kimi hakların kısıtlanması, gelir dağılımındaki bozukluklar halkı “alternatif yönetimlere” itmektedir. Azınlıklara, sığınmacılara yönelik olumsuz algı ve üretilen korku “kişisel güvenlik sorunları” olarak propaganda ediliyor. Özel Müslüman ve Yahudi karşıtlığıyla, genelde yabancı düşmanlığıyla milli kültürün erozyona uğradığı ileri sürülüyor. Kültürün değişmezliği üzerine bir algı yaratılıyor. Devletin zayıfladığı algısı, merkez “sol” partilerin bu söyleme örtük de olsa destek vermesi ve sol adına güçlü, haklı argümanlar üretmemesi, siyasi yolsuzluklara duyulan öfke, Avrupa entegrasyonuna yönelik olumsuz algı, göçmen dalgasının dünyayı sarmasıyla tetiklenen şovenizm ve popülizm, uluslararası göç dalgası, otoriter ve aşırı milliyetçi ideolojinin güçlenmesi de bunu etkilemektedir. Kitleler belirsizce aslına bu sorunlara çözüm olacak bir güç arıyor.
Alman egemen sınıfının aşırı sağı sistemin bir parçası yapma kaygısına ve yoğunlaşması karşı tutumumuzda belirleyici olmalıdır. En gerici, şoven ve ırkçı özelliklere sahip bu partiyi sistemin kurallarını kabul etmeye zorlamak yanında egemen sınıf daha gerici politikalarını hayata geçirmede bu partiyi bir araca dönüştürme isteğindedir. Almanya ve nerdeyse tüm Avrupa aşırı sağın yükselişini sınır güvenlik politikasını güçlendirme (İnsan ve hizmet dolaşımına fiili sınır getirme ancak ticaret serbestliğini koruma), göçmenlere yönelik yeni düzenlemeler ve hak gasplarının devreye sokulması, polisin yetkilerinin genişletilmesi gibi aşırı sağdan rol kapan düzenlemeler yapılmaktadır.
Ekonomik ve kültürel alanda dizginsiz şekilde tekelci mali sermayenin politikalarının getirdiği yozlaşma ve olumsuz etkilerin bertaraf edilebilmesi ve aşırı sağın daha fazla prim yapamadığı bir siyasi hayat için ilerici tüm güçlerin halkların dinamik ruhunu örgütleyerek hareket etmesi zorunludur. Emperyalist sistem kitleleri örgütsüzleştiren, geleceğe dair karamsarlık ören yönelimi ile büyük bir karanlık yaratmıştır. Halkı, kurtuluş bilinci ile donatmaya uygun çelişkiler bugün düne göre daha güçlüdür. Yaslanılması gereken ise bu çelişkilerin sınıf mücadelesi perspektifinden politik bir programla örgütlenmesi ve seferber edilmesidir.