Ali Kemal Yılmaz (Özgür)’ın kaleminden: “Yaşamını Devrimcileştirmenin Örneği Hakan Yoldaşa…”

Herkes için olmasa da kendisi için bilinmezliğin içine korkmadan dalarak girdi aramıza. Zira TİKKO’cu olmak TİKKO gerillası olmaya evrilmeliydi artık. Geride bıraktığı yaşam, hiçbir zaman karşılaşmak istenmeyecek zorunluluklar çıkarmıştı karşısına. Belki de hiç istemediği bir karaktere bürünmüş, kimseye güvenmez olmuş, kabadayılığı yaşamın karmaşası içinde çözüm yöntemi olarak seçmişti. Köyünden ayrılmak zorunda kaldığında bir çocuktu daha. Gittiği ortam yani Elazığ, başka bir kültür, yaşayış tarzıydı onun için. Horlanma, aşağılanma, dışlanma ve ezilmenin karşısında kin bilemeyi öğrendi ilkin. Başeğmez ve inatçı kişiliğiyle de kendini korumayı öğrendi. Sonrasında ise kendiliğinden gelişen bu öz savunma, devrimci bir karakter kazanmayınca isyan ettiklerinin benzerine dönüşmekten başka bir hâl almadı. Kendi sözleriyle; “kendi kendime karar aldım, ezilmeyeceğim bunların karşısında ama bir baktım ki ben başkalarını ezmeye, bu dünyanın kralı olmaya yönelmişim.”
Ersin, Komo’ya evrilir böylece. Okulda din hocasının, yaramazlığı ve dik başlılığı yüzünden taktığı bu lakap, anlamını sormayı hiç akıl etmediği halde hoşuna gider ve Komo Ersin olarak bilinir, tanınır. Elazığ’ın bitirim ortamının insanıdır artık. Cesurdur, gözü karadır, öcünü alır. Bir süre sonra kimsenin kolay kolay yanlış yapamadığı bir “ağır abi” olur. Doğru belki “teke tek dövüşte yenilmedi” ama hayatın girdabından yenik çıktı Komo Ersin. Ailesini çok sevmesine rağmen, bir türlü onlarla rahat bir ilişki kuramamanın vicdan azabı, sevdiği insanla ayrılmasına neden olan yaşam koşulları, dostlarıyla ilişkilerinde yaşadığı hayal kırıklıkları ve madde bağımlılığı, onun yaşamında bir sorgulamaya gitmesine ve insanların gözünden kendine baktığında kendi gerçekliğinden utanmasına neden oldu.
“Ben buraya bir nevi yaşadıklarımın ve yaşattıklarımın kefaletini ödemeye geldim” diyerek geçmiş yaşamının pişmanlıklarını dile getirmişti. Hakan, tüm bunların sancısını yaşayarak dağa çıktı. Bu onun için bir kaçış değil, kopuştu. Kopuşu yaşama isteği ile kopamama hali, onda çelişkiyi derin yaşamasına neden oluyordu. Gerillaya katıldığı ilk süreçte beklentilerini bulamadı. Onun gözünde her şey, olması gerektiği gibi olmalıydı. Yaşanan küçük sorunlar, onda umutsuzluğa, buradan doğru zorlanmalar yaşamasına neden oldu. Kendi başına buyruk bir yaşamın içinden gelmişti. Kendi inandığı doğrular vardı. Ama bunların çoğunun yaşamda karşılığı olmadığını yani gerçek doğrular olmadığını gördü. O güne kadar herkesin kendine ayak uydurmak zorunda kaldığı Komo, şimdi örgüte, devrimin çıkarlarına ayak uydurmak zorundaydı. Zorlama burada başladı. Çelişkiler derindi. Derin yaşadı dedik ya, işte o da bu derinliğe dalacak cesarete sahipti. Geçmiş alışkanlıklarını burada da üretti fakat vazgeçmesini de bildi. Örgütle çatışmaları da oldu fakat mütevazi bir şekilde hatalarını kabul etmesini de bildi.
Kendi deyimiyle; “Ben hep insanlardan kaçtım, geldim insanların en canlılarının, en delilerinin içine düştüm. Ben kaçsam da siz kovalıyor, insanı bırakmıyorsunuz, insan da sizi bırakamıyor.” İnsan ilişkilerinin sistemdeki yüzü, çıkar ilişkilerini karşımıza çıkarır. En sade ve temiz denilebilecek ilişkileri bile çıkarla kirleten bir gerçeklikle karşılaşırız. Egemen sınıflar için bu en doğrusudur. Halkın toplumsal yaşamındaki yozlaşma ve yabancılaşma tek tek bireylerin çıkar dünyasında “ululaşmasına” götürür. Hakan yoldaşın yaşamda en nefret ettiği şey, insanlarda çokça yüzleştiği ikiyüzlülük olmuştur. İnsanların kendi çıkarı için yaptıklarıyla insanlara anlattıkları yalanlar, onda tiksintiye varan bir tepkiye neden oluyordu. Geçmiş yaşamında bu nedenle çok insanın canını yaktığını biliyorduk. Bu canını yaktığı insanlar, gelip kendileri anlatıyordu. Ve garip bir saygı ve yine korku duyarlardı Hakan’dan yana. Hakan’ın onlara ilk sorusu, “esrar kullanıyor musunuz yine” veya “hap satıyor musunuz” olurdu.
Yıllarca o ortamın içinde yaşamış kendince çözüm bulmaya çalışıyordu. Genç insanların esrar, eroin, hap gibi uyuşturucu maddelere ulaşabilmek için birçok suç işlediğini görmüş ve yaşamıştı. Bunların bitmesini istiyordu. Kimi zaman devrimci örgütlerle de temas kurmuş, çetecilik yapanlara karşı bireysel olarak mücadele etmeye çalışmıştı. Fakat başarılı olamadığı gibi düşman da kazanmıştı. Polisin kendisine gelip “sen uğraşma böyle şeylerle, dalgana bak” diyerek kendini o yola teşvik ettiğini görmüştü. Ve sonunda bu yaşamdan kurtulamayacağını görüp, gerillaya katılma kararı almıştı. Günlerce Munzur Vadisi’nde dolaşmış, aç kalmış, gerillayı bulmaya çalışmıştı. Bir iki deneme yapmış, başarılı olamamıştı. Sonra bir ortamda dertlenip “TİKKO’ya katılacağım. Ama nasıl olacak bilmiyorum” dediğinde bir yoldaş önce ciddiye almamış (Çünkü Komo belalı biridir. Fazla tanımadığı için yoldaşların başına bela etmeyelim diye düşünmüş) sonra tavır ve davranışlarından samimi olduğunu anlayınca “gel seni TİKKO’culara götüreyim” diyerek bizlere ulaştırmıştı. Sonrası tufan derler ya onunki mutluluk tufanıydı.
Yalnız bu mutluluk içinde “acaba beni benimserler mi?” “ben ayak uydurabilir miyim?” kaygılarını da içinde barındırıyordu. Keza farklı bir yaşayışı vardı. Ki farklı bir kültürü vardı. Oturması kalkmasına dahi yansıyan bir çekingenlik vardı başlarda. Ama sonra rahatladı. Ve rahatladıkça bizi de kendini de daha iyi tanıdı, anladı. Bazen hayret dolu gözlerle bizim tartışmalarımıza bakardı. Özellikle insanları ikna etmek için (her konuda) sarf ettiğimiz çaba onu şaşırtırdı. Bir insanın hatasını anlaması için ona yardım etmek gerektiğini, bunun da en iyi yolunun tartışmak-konuşmak olduğunu söylediğimizde bir yandan “keşke anlattıklarınızı ben de bilseydim” der, bir yandan da insanların zorla yola getirilebileceğine inandığını söylerdi. Konuşmak, anlaşmak güzel şeylerdi ama ona göre insanların bunu anlaması zordu. Fakat kendinin zorlanmaları açığa çıktığında ve ikna edilip-bilinçlendiğinde bilincin-düşüncenin gücünü gördü. Bilinçlendikçe anlamaya ve anladığını uygulamaya yönelmesini de bildi. Çelişkilerini çözme konusunda ısrarcı olmayı da öğrendi, düşmana vurmayı da…
İlk eyleme katıldığındaki sevinci yüzünden okunuyordu. Yıllarca içinde biriktirdiği kinin, öfkenin dışavurumuydu. Onun için devlete, askere, polise dair söyleyebileceği o kadar deneyime sahipti ki bunu ancak silahıyla ifade edebileceğini söylerdi. Eylemin ardından ilk sözü “beni hep saldırı gruplarında örgütleyin yoldaş ne olur” oldu. Ve yine bir saldırı kolundaki yoldaşlarıyla birlikte görevini yerine getirerek ölümsüzleşti. Son eylemi de onun karakterine uygundu. Yoldaşlarının şehadetiyle başlayan operasyonun son gününde düşmanın en zayıf ve rahat olduğunu düşündükleri anda darbe indirmiş, örnek bir tavırla partiyi ve mücadeleyi korumayı bilmişlerdir. Onlar, düşmanın elini kolunu sallayarak gelip darbe vuramayacağını, teknik üstünlüğe rağmen darbelerimizden kurtulamayacaklarını dosta düşmana göstererek ölümsüzleştiler.
Bakış, Aşkın, Hakan yoldaşların pratiği, partimizin yarattığı geleneğin bir devamıdır. Böyle görülmeli ve yaşatılmalıdır.
Ali Kemal Yılmaz (Özgür)
*Hakan (Ersin Erel), 28 Kasım 2016’da Aliboğazı’nda Aşkın (Hasan Karakoç) ve Bakış (Samet Tosun) yoldaşlarla birlikte 24 Kasım’daki hava saldırısında ölümsüzleşen yoldaşlarının intikamını almak için düşmanın bir koluna eylem düzenlemiş; bu eylemde iki asker ölmüş, iki asker de yaralanmıştır. Yoldaşlar son mermilerine kadar savaşarak ölümsüzleşmişlerdir.