Cumhurbaşkanı Erdoğan, 10 Aralık’ta İslam İşbirliği Teşkilatı Parlamento Birliği 16. Konferansı’nın açılışında, “Dünya hayatını imtihan olarak gördüğünü” belirttikten sonra Bakara Suresi’nden şu ayeti anımsattı: “Muhakkak ki sizi biraz korku ve açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle deneriz. Sabredenleri müjdele.” Döviz kurlarındaki bitmek bilmeyen ataklar, yaşanan devalüasyon, durdurulamayan yoksullaşma, ucuzlayan emek gücü ve artık anlık zamlarla düşen alım gücünün tahammül sınırlarını çoktan aşmış olması, Tayyip Erdoğan’ı “Bakara Suresi’ne” sığınmaya götürdü. Sabretme süresini ise yeni Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati açıkladı: 6 ay.
Zorlu ve sıkıntılı bir 6 ay geçtikten sonra ekonomide iyileşme olacağı, 40 yıla dayanan “Çin modelini” kendilerinin 6 ayda uygulayacaklarını belirtti. AKP-MHP faşist bloğunun ekonomik krizi kontrol etme ve üstesinden gelmeye dair attığı her adım, krizi daha fazla büyütüyor. Bu durum onları sürekli ve sistemli olan yalanlarına yenilerini eklemeye, en fazla ihtiyaç duydukları şey olan zaman kazanma siyasetine daha fazla sarılmaya götürüyor. Ancak ekonomik kriz ve onun yarattığı sonuçlar zaman kazandırmaya olanak sunacak türden değil. Zira enflasyon ve işsizlik verilerini “makûl” düzeye getirmede uzmanlaşmış TÜİK’in verilerine dayanarak belirlenen asgari ücret ve diğer ücretlilerin maaşlarına yapılacak zamlarla birlikte emekçilerin en az %40 yoksullaşarak 2022’ye gireceğini gösteriyor. Gerçek enflasyonla TÜİK enflasyonu arasındaki fark gün gün büyüyor. Ekonomik krizin tüm faturası emekçilere ödetilmeye çalışılıyor. Bu durumun işçi ve emekçiler cephesinde yarattığı öfkeye bakarsak, AKP-MHP’ye verilecek bir zaman avansına dönüşmeyeceği açıktır. İşçi ve emekçilerin mücadelesi “korku ve açlıkla” terbiye edilemeyecek kadar hızla olgunlaşmaktadır. Bu cepheden AKP-MHP’ye zaman kazandıracak olanaklar görülmemektedir.
Bu krizi ciddi düzeyde fırsata çeviren, CHP ve İyi Parti ittifakı da attığı adımlarla, AKP-MHP’ye pek zaman tanıma fırsatı vermeyeceğini göstermektedir. Faşist Millet İttifakı ile faşist Cumhur İttifakı arasındaki mücadele kıyasıya bir hâl almıştır. Mecliste 2022 bütçe görüşmeleri süresi boyunca mücadelenin ne boyuta geldiği, gerginliğin ulaştığı raddenin ne olduğu net şekilde görülmüştür. Egemen sınıf klikleri arasında güç değişimi mücadelesinin hem politik hem de ekonomik kriz vesilesiyle en üst düzeye tırmanmaktadır. Süleyman Soylu’yu CHP’li Özgür Özel’in üzerine yürüme noktasına getiren durum kuşkusuz bu tablodur. Bu tablonun düne göre daha sert yarına göre daha hafif bir eğilim içinde sürdüğünü belirtmekte fayda var.
Egemen sınıfların ağır ekonomik ve politik krizi içinde işçi ve emekçilere dayatılan sefalete, yoksulluğa, yoğun ve süreklilik kazanmış baskıya karşı mücadele etme eğilimini kırmak, sokaklara ve alanlara diktiği gözünü başka yana çevirmek için hem “Millet” hem de “Cumhur” ittifakının doğal bir paydaşlık yakalaması zor olmamaktadır. Kitleleri iki faşist cephede, seçim gündemi ekseninde tutmak, tüm beklentilerini, geleceklerini, değişim istemlerini bu gündemle boğmak istemektedir. Zira emekçileri sistem içinde tutmak, sınırlarını çizmek, onların ileriye doğru hamleler yapmasını sağlayacak gerçek hareketine yani devrim için oluşacak hareketine yabancılaştırmanın politik olarak en işlevli aracı seçimler olarak karşımıza çıkmaktadır. Nitekim zamlara, geçim sıkıntısına dair oluşan sokak eylemlerine bir yandan polis saldırırken, diğer yandan “Millet ittifakı” provokasyon olasılığı, seçimler dışında bir mücadele seçeneği olmadığı, AKP-MHP’nin sokakları kışkırtacağı, sabırla seçimleri beklemeleri gerektiğine dair öğütlerle kitlelerin mücadelesini açık bir şekilde dizginlemeye çalışmasına şahit olduk. Hatta “AKP’ye karşı oldukları kadar bu süreçte sokak eylemlerine de karşı olduklarını” ifade edecek kadar pervasız bir tutum aldılar. CHP önderliğindeki faşist bloğun, cüretli ve yer yer sert ve etkili muhalefet yapması memnuniyetsizliği gün be gün artan ve harekete geçme eğilimi gösteren emekçilerin dizginlenmesidir. Bu amacı açık bir dille ifade etmekten geri durmamaktadırlar. Muhalefet medyası her gün bir anketle ortaya çıkmakta ve gidenin gitmekte olduğunu belirtip “geliyor gelmekte olan” sloganını kitlelere benimsetmeye çalışmaktadır. Faşist kliklerin mücadelesinde kitlelerin çelişkilerine bağlı olarak biriken öfkesi ve tepkisi, bu şekilde kitlelere ait olmayan gerici bir mücadelenin dolgusu yapılmaya çalışılmaktadır.
CHP önderliğindeki gerici klik, kitlelere hitap edecek ve içinde bulunulan kriz ortamında kendilerine azami fayda sağlayacak muhalefet tarzıyla geniş kitlelerin bir illüzyonla kandırılmasını sağlama çabası gütmektedir. Ekonomik krizin sebebinin emperyalist sistem ve ona bağımlı ekonomik yapı olduğunu gizleyen, bir seçimle ve buna bağlanmış şekilde CumhurBAŞKANLIĞI rejimindeki değişiklikle ekonominin de siyasi sistemin de düze çıkacağı yalanı ile kitlelerin Tayyip Erdoğan ve AKP’ye yönelik tepkisini kendi potasında eritme hesabı yapmaktadır. Çürümüş, yozlaşmış ve artık çok saçaklı sorunlar içinde tıkanmış sistemi; ne seçimler, ne egemen klikler arasındaki görev değişimi, ne buna bağlı olarak helalleşme düze çıkarmayacaktır.
AKP-MHP’nin bu boyutlu kriz içinde özellikle Ortadoğu’da emperyalistlere güven vermeyi içeren ve kaybettiği rolü almaya yönelik kimi adımları atmaya yönlendirirken, bu adımları ekonomiye takviye olacak sıcak para akışı oluşturmayla da sonuçlandırmak istemektedir. “15 Temmuz darbesinin sponsoru”, “Mursi’nin katili” Birleşik Arap Emirlikleri’yle en üst düzeyde görüşmelerin başlaması, 10 milyar dolarlık bir sıcak para akışı beklentisi; aynı düzeyde ilişkilerin İsrail ile de olabileceğine dair üst düzey ağızlardan beyanatlar; Mısır ile benzer arayışlar dikkat çeken dış politika adımları olmuştur. Bu arada bölgede “kadim” ortak Katar’dan adeta dilenci gibi istenilen para ve Katar’ın Akdeniz’de Kıbrıs Cumhuriyeti ile yaptığı doğalgaz arama anlaşması ile “Mavi Vatan”ı yok sayması da yaşanan gelişmelere eklenmelidir. Bu gelişmeler Türk hâkim sınıflarının, ABD emperyalizminin bölge politikasına yönelik ajandasına uyum sağlamak için attığı adımlardır. “Bağımsız” dış politika, “milli ve yerli” söylemleri eşliğinde uşaklıkta ve dün söylediğini yutmada ne kadar kabiliyetli; “ulusal bir politika” belirlemede ne kadar zayıf ve yetersiz olduğunu göstermiştir. Ne bölgeye dizayn verecek belirleyici bir aktör ne de Akdeniz havzasında Mavi Vatan saçmalıklarını uygulayacak gücünün olmadığı, olamayacağı ortaya çıkmıştır.
Süreç iki esaslı gündemle dolmaktadır. Birincisi, ciddi bir ekonomik kriz ve onun doğurduğu sonuçlardır. Bu işçi, emekçiler cephesinde değişim isteği ve buna bağlı olarak mücadele eğilimi oluşturmaktadır. İkinci gündem ise faşist kliklerin kızışan mücadelesine bağlı olarak “erken seçim” ve sandık çağrısı ve bu temele oturan gündemdir. Bu iki gündemin de edindiği yeri, diğer tüm gelişmelere bırakması kolay olmayacaktır. Hem ekonomik krizin hem de bununun yönetilmesinde oluşacak soruna bağlı olarak erken seçim tartışmasının faşist klikler arası mücadeleyi büyütecektir. İşçi, emekçi, Kürt ulusu ve diğer ezilen toplumsal kesimlerin öfke ve tepkisini harekete dönüştürme eğilimi çok güçlüdür. Tüm gücümüz, olanaklarımız ile devrime doğru ilerlemeyi sağlayacak olan kitlelerin mücadelesini kavramaya çalışmalı, onun içinde en ileriyi taşıyan politik donanımla yerimizi almalı ve gerçek düşmana doğru yönelen bir örgütlü güce çevirmeliyiz.