[responsivevoice_button voice=”Turkish Male” buttontext=”Makaleyi dinle “]
12 Mayıs 2010 yılında Mersin’de VVER-1200 reaktörlü dört güç ünitesinden oluşan Akkuyu Nükleer Güç Santrali’nin kurulumu için Rusya ve Türkiye arasında iş birliği anlaşması imzalandı. İmzalanan sözleşmenin sahip olduğu sömürü maddeleri değişen koşullarla birlikte güncellenerek daha da sertleşti. Rusya, Ukrayna işgaliyle kendisine uygulanan ambargolara karşı egemenliğini sağlamlaştırmak için yeni yollar arayışına girdi. Pazarlarını toparlamaya ve tahakkümünü artırmayı sürdürüyor. Bu tahakkümü derinden hisseden Türkiye’de ise Akkuyu Nükleer Santrali sömürünün boyutlarını gün yüzüne çıkardı. Son olarak Rusya-Türkiye arasında imzalanan sözleşmenin Rusya tarafından tek taraflı feshedilmesi ise var olan sömürünün çetinleştiğini ve Türkiye’nin içinde bulunduğu krizin ne denli derinleştiğini somutlaştırdı.
NÜKLEER ENERJİNİN YARATIMI ve KULLANIMI
Uranyum (U) atomunun parçalanmasıyla ortaya çıkan ısıdan elde edilecek enerjinin işlenmesi amacıyla kurulan nükleer santral; kinetik enerjinin mekanik enerjiye yani mekanik enerjiden doğacak elektriği ortaya çıkarmaktadır. Nükleer enerjinin oluşumu üç reaksiyondan biri ile yaratılmaktadır: Füzyon, atomik parçaların birleşme tepkisi; fisyon, atom çekirdiğinin zorlanarak parçalara ayrılması ve yarılanma, çekirdeğin parçalanarak daha kararlı biçime kavuşması. Reaksiyonların değişen tepkilerine göre, nükleer santrallerde ve atom bombası için kullanılan tepkilemeler fisyon reaksiyonları kategorisinde değerlendirilir. Akkuyu’da inşa edilen dört reaktör ise uranyumun parçalanma yerlerini oluşturur. Nükleer enerjinin zorlanmasıyla yaratılan enerji ve bu enerjiyi diğer enerji türlerine dönüştürmek için nükleer reaktörlerden yararlanılır. Dışarıdan bakıldığında uranyumun parçalanmasıyla ortaya çıkan karbondioksit salınımının düşük seviyede olması santrallerin güvenilir kaynaklar olduğu izlenimini yaratmaktadır. Göz yumulan, kulak tıkanılan boyutunda ise nükleer santrallerin olası bir doğal afette çevrede yol açacağı ağır tahribatlardır. Bunun yanında atomun işlenmesi sonrasında ortaya çıkan atıkların akıbeti de Akkuyu için muamma olarak kalmaktadır. Nükleer enerji üreticileri atıkların tekrar işlenebileceğini akademik mecralarda ısrarla üstünde dursalar da Akkuyu Nükleer Santrali’ndeki atıkların nerede olduğu sorusuna henüz bir cevap verilmemektedir. Nükleer santrallerde ortaya çıkan atıklardan radyoaktif atık yeniden işlenebilir özelliğe sahip ve doğada 30 yıl ömrü olduğu söylense de plütonyumun doğadaki ömrünün 600 yıl veya daha fazla olduğu ifade edilmektedir. Akkuyu Nükleer Santrali’nin inşası 2023 yılında, nükleer santralde enerji çıkarımı ise 2080 yılında sonlandırılacak. Henüz inşası bitmeden başlayan sorunların, santralin ardında bırakacağı enkazın yaratacağı sorunlarla büyüyeceği de aşikardır.
EMPERYALİSTLERİN YARI SÖMÜRGELERDEKİ RAHATLIĞI
Emperyalist güçlerin enerji üretiminde yarı sömürge ülkelere rağbet göstermesinin birçok nedeni bulunmaktadır. Ekonomik olarak yarı sömürgelerdeki düşük iş gücü ücretleri ve krizin neden olduğu işsizliğin tehlikeli işlerde çalışacak insan sayısını artırması öncelikli görülür. Siyasal boyutta ise yarı sömürge, yarı feodal ülkedeki faşist diktatörlüğün baskıladığı grevler, emperyalistlere sunduğu rahat çalışma alanları ve sömürgecilerin taleplerine karşı gelememe durumu egemenlerin iştahını daha da kabartmaktadır.
Akkuyu Nükleer Santrali üzerinden emperyalist sömürünün yarı feodal, yarı sömürge nitelikte olan Türkiye ile ilişkisi örnek teşkil etmektedir. 2010 yılında Akkuyu’nda nükleer santralin kurulumu için imzalanan anlaşmanın maddelerine bakıldığında, Rus emperyalizminin Türkiye üzerinde kurduğu hegemonya da görülebilmektedir. Anlaşmaya göre Rusya’ya talebi doğrultusunda kendisi için toprak kamulaştırma hakkı tanınması ve arta kalan elektriğin Rusya tarafından Türkiye’nin serbest piyasasına satılabilmesi emperyalist kliklerin ülkenin siyasi-ekonomik yapısındaki söz hakkının büyüklüğünü göstermektedir. Akkuyu’da üretilen enerjinin istatiksel verileri incelendiğinde var olan sömürü daha da somutlaşmaktadır. Buna göre, Türkiye, Akkuyu Nükleer Santrali’nde üretilen elektriği dünya ortalaması üstünde bir fiyatla geri satın almak zorunda bırakılmıştır. Türkiye’nin kWh 12,35 cent ödeyerek aldığı elektrik birçok ülkenin ödeyeceği tutarın üstündedir. Yukarıda belirtildiği gibi satılmayan ve arta kalan elektrik ise Rusya’nın tekelinde özelleştirilerek Türkiye piyasasında satılabilecek. Son süreçte gündemde yer alan, Rusya’nın tek taraflı feshettiği sözleşme, Türk hâkim sınıflarının Akkuyu Nükleer Santrali kazancından kovulmasını barındırmaktadır. İhale aşamasında ‘Beşli Çete’nin de içinde olduğu şirketlerin teklif götürmeyerek ihaleyi yalnızca Rus burjuvazisine bırakması, siyasi olarak yarı sömürge konumunun yarattığı hüsran olarak egemenlerin kalbini kırdı. Diplomatik olarak bakıldığında, Türkiye ve Rusya ortaklığının bozulup ihalenin yalnızca Rusya tarafında kalması ihalenin de iptal edilmesini zorunlu kılması gerekirken ihale kanunla kabul edildi. Bu anlamda yüzde 50’si İŞTAŞ üstünden yerli olması gereken Akkuyu Nükleer Santrali yüzde 51 ile Rusya’nın tekeline (Rosatom şirketi) bırakılmak zorunda kalındı. Dolasıyla Rusya, üretimini Türkiye’de yaptığı halde değiştirme ve söz söyleme hakkına sahip tek ülke konumuna geldi. Rusya’nın kazandığı haklar, Türkiye’yi deneme tahtası rolüne büründürdü. Öyle ki çok daha teknolojik ve yeni reaktörlere (VVER-1300 veya VVER-1700) sahip olmasına rağmen, Rusya Akkuyu’da en gelişmemiş reaktör olan VVER-1200 ile çalışmalarını sürdürmektedir. Ayrıca kullanacağı VVER-1200 reaktörü ilk defa Türkiye’de kullanılarak denemesi gerçekleştirilecek.
AKKUYU’DA EMPERYALİST HAYDUTLUK ve İŞÇİ SINIFINA BİÇİLEN ROL
Akkuyu Nükleer Santrali’nde öne çıkan bir diğer konu da işçilere yönelik saldırı ve onlara biçilen rollerdir. Rus emperyalizminin bir ürünü olan Akkuyu’da, yarı sömürgeliğin emperyalizme kazandırdığı ucuz iş gücü ve sağlıksız çalışma koşulları kendisini göstermektedir. Santralde çalışan Türkiyeli işçilerin çalışma saatlerinin fazlalığı, iş güvenliğindeki eksiklik ve düşük ücret sorunları Akkuyu işçilerinin ifade ettiği sorunların başında gelmektedir. Türkiye’nin sahip olmadığı ileri teknoloji ve Rusya’nın Türkiye varken sahip olmaya gerek duymadığı iş gücü, kapitalist-emperyalist pazarın ihtiyaç duyduğu bileşeni de oraya çıkarmaktadır. Bu anlamda Rusya’nın elindeki mühendislik bilgilerini paylaşmadığı bilinirken; Türkiye’nin sahip olduğu iş gücünü yalnızca inşaat aşamasında kullandığı da şahit olduğumuz bir diğer durumdur. Bu onun emperyalistlere karşı duyduğu zorunlu görevdir. Bu anlamda 2023 yılında inşaatı bitecek olan Akkuyu Nükleer Santrali’nde toplu işçi kıyımlarının olacağı bizim için sürpriz değil, siyasi-ekonomik krizin yarattığı gerçekliktir.
Son söz olarak;
Rusya’nın içinde bulunduğu siyasi kriz ve savaş durumu, yarı sömürge Türkiye’deki emperyalist saldırıyı körüklemiş, Türk egemen sınıfları ise emperyalizmin yarattığı doğa tahribatlarını ve Rus kliklerin ülkedeki siyasi mekanizmada hegemonya kurma girişimlerini kendi çıkarları için desteklemek zorunda kalmıştır. Akkuyu’nun siyasi ve ekonomik boyutlarıyla anlaşılabilir zemine oturmasıyla birlikte doğa katliamı riskini de kimlerin aldığı apaçık ortadadır. Deprem bölgesi olarak görülen Türkiye’nin, sahip olmadığı güvenlik ortamı emperyalistlerin nükleer santralleri için uygun değildir. Proletaryanın öncülüğünde gerçekleşecek devrimin kovacağı emperyalist haydutların arkasında bırakacağı enkazı engellemek ise görevlerimizdendir.