“Burjuva karargahlarını bombalayın” diyordu başkan Mao hem de devrimden yaklaşık yirmi yıl sonra, sosyalizm yaşanırken. Mao yoldaşın bu çağrısı, sosyalizme rağmen, yani burjuvazi alt edilmişken, sınıf mücadelesinin tüm keskinliği ile devam ettiğini ve nihai hedefe varana dek bu mücadelenin durmayacağını öğretiyor bizlere. Nitekim sınıfların varolduğu bir koşulda bundan azade olmamak düşünülemez. İki sınıfın karşı karşıya gelişi her alanda Proletarya Partisi’nin içinde dahi varolduğu yadsınamaz. Mevzu Proletarya Partisi’nin ideolojik duruşu, donanımı ve sağlamlığıdır. Tarihsel deneyimlerle sabittir bu.
Bugünkü gibi zor süreçlerin daha da keskin virajlara evrildiğinde sınıfsal duruşun rengi belirgin hale gelir. Mesele mücadele etmede kararlı olmak değil, hangi mücadelede, neye karşı olduğunda kararlı olmadır. Sağa ya da sola sapanların verdiği cevaplara tarihimizden, dünya tarihinden tanığız. Keskinliğin berraklaştığı bir dil hakimdir. Ne yazık ki iyi niyet taşlarının çıkardığı toz duman erken dağılır.
“Büyük bir millet sanıp kendilerini
Kurumlanır akasya ağacındaki karıncalar
Dev ağaçları yıkmayı kurar mayın böcekleri”
Devrim tarihi zengin bir deneyimdir. Sayfalarını karıştırmak yeterlidir. Ne çok şey yaşanmış, nelere tanıklık edilmiştir. Okurken bir bir tüylerimizi diken diken eden onlarca olaya rastlarız. Fakat diyalektiğin hükmü vardır orada; Her şey değişir. Düşünceler, duygular, insanlar, devrimciler, komünistler… Derdimiz değişim değil, değişimin yönüyledir. Plehanov, Kautsky, Lim Şau Şi vs. hatırlamakta fayda var. Günümüz örnekleri de mevcut, biz, bir mum olanlar bir de olduğunu iddia edenler demekle yetinelim. Bu iki çizgi mücadelesini bilmek ile bizzat pratikte yaşamak arasındaki fark insana, gayet doğal olan, duygusal tonlu sorular sordurabilir: Dün yoldaştık? Sırt sırta omuz omuzaydık? Doğallığı aşındıran ise sorulara verilen cevaplarla belirlenen sınıfsal duruştur. Sınıf mücadelesinin içte yaşanılanı her daim daha boyutlu ve sarsıcı olmuştur. Öyle ki kimisi devrimin kaderini tayin edecek düzeydedir. Alman Devrimi’nin yenilgisini, Kamanev’in Ekim Devrimi öncesi ayaklanmayı ifşa edişini hatırlayalım. Yakın tarihimizde de farklı tonları mevcut. Tek tek sıralamaya ne hacet…
“Bir fırtına patlak verdi göklerde,
Ve bir kemik yığınından türedi şeytan.
Aldatılmış keşiş ışığının önünde değildi ama,
Uğursuz şeytan yakıp yıkmalı, öç almalıydı.
Altın maymun nefretle salladı çomağını,
Ve yeşim benzeri, gökyüzünü tozdan arındı.
Bugün hastalıklı bir sis gene yükseliyor.”
Anlatılan kimi zaman soyut kaçsa da düşünce o kadar uzağa gitmez. Zira sürecin kendisi kör göze parmak… Tırmalayan, kulakları sağır eden ne çok şey var. Okuduklarımız da cabası. Ağacı kesen baltanın sapı da ağaçtan hesabına yazılı olanlarından. Marks’ı hatırlamakta haksız sayılmayız: “Hani içinde tarih, tekerrür, trajedi, komedi kelimesi geçen geçen bir cümlesi var ya. İşlerin yolunda gittiği, belli bir ivme kazandığı, sürecin lehe ilerlediği zamanlar çelişkilerin uzlaşma haline gelişi nadir oluyor. Devran aleyhe döndüğünde bir çelişkiler yumağı beliriverir. Hastalıklı bir sis işte… En büyük savaşların barış zamanlarında hazırlandığı söylenir. Çelişkiler birden uzlaşmaz hale gelmez. Tabi bir de uzlaşmaz hale getirilenler vardır. Tarih veya tarihsel sorumluluk karşısında nasıl hesap verirler bilemeyiz. Bizim işimiz o değil. Böylesi anlarda Lenin ve Mao’yu daha çok anmalıyız. Devrimin zaferine önderlik etmiş iki komünistin deneyimleri, “özellikle “hastalıklı sistem” yönlerini bulmaları incelenmeli, öğrenmeli, öğretilmeli. Devrimin ne kadar meşakkatli olduğu günleri yaşıyoruz. Benzerleri hemen her devrim sürecinde yaşanıyor. Düz bir çizgi olmadığını söyleriz de gönül bazen ferman dinlemez. İnişler-çıkışlar denkleminde inişin daha fazla olduğu süreçlerde yaşanır. ÇKP’de Vang Ming dönemi vardır mesela. Sola sapmanın hüküm sürdüğü dört koca yıl yaşanır. Devrimi gerileten, erteleten, yenilgi uğratan dört yıl. ÇKP ordu gücünün üçte ikisini kaybeder bu süreçte. Sonra Mao dönemi ve uzun yürüyüş başlar. Devrim tarihine salt iniş veya çıkışlarla bakılamaz. Bir değerlendirme yargılama yapılamaz. İniş ve çıkışlarda bir bütün sergilenen ideolojik politik duruş, uygulanan devrimci politikanın öz ve biçimi, izlenen güzergah vs. nirengi noktalarıdır. Savaşarak yenilmek de var savaş gerçekliğinde.
“Yenilgiye yenilmemek, yenilgi sonrası takınılacak tavırdır” (Ateşi Çalmak, Galina Serebryakova)
“Var gücümüzle ve esirgememek için
İzlemeye devam edelim
Yarı yolda durmayalım
Başı boş defneler uğruna”
Belki kaftan karasıdır sarmalın adı. Öyle bir sarmaşıktır ki bünyeyi, kazıyordur her şeyi. İnancı, güveni, sebatı, cesareti kararlılığı… Belki de engerek zehridir fek ediyordur tüm organları. Öyle ki ta! Umuda dokunuyordur. İnsana yönünü şaşırtan bir tufandır belki de yaşanılan. Şubat devrimi geliyor insanın aklına kitlelerin Bolşeviklere sırtını dönmesi… Lenin’in devrim coşkusunu, kitlelere güvenini ve umudunu azaltmadı bu. Aksine “onlar” dedi “geri dönecekler.” Çok geçmedi zaten. Mücadelenin bilimsel kavranışı muhteşem bir zırhdır. Aynı zırh Demirdağ yoldaşta da vardır. Darbeciliğe karşı “Durum iyidir, çünkü gerçekler devrimcidir” diyen duruşu dün gibi hatırımızda. Her yönden saldırı ablukası var. Dünya kaynıyor. Egemenler eskisi gibi yönetmek istemiyor. Üçüncü paylaşım savaşı kapıda. Kapitalizm çoklu kriz içinde açlık ordusu büyüyor, iklim değişikliği daha yakıcı hissediliyor, göçüyor insanlar bir kıtadan diğerine… Duyuyor kulaklarımız dünya sokaklarının sesini: Ezilenler de eskisi gibi yönetilmek istemiyor. Hayalet her kıtada. Yok yere artmıyor diktatörlerin sayısı. Duymak bize yetmez, adımız “duyumculara” çıkar sonra! Duymayalım o zaman. Hep kimi durdurabildi ki prangalar, fikirler firarda oldukça? Bozkırlar tutuşmayı, kıvılcımını bekliyor.
“Dört deniz yükseliyor
bulutlar ve sular öfkeli
Beş kıtada sallanıyor
Gürlüyor gökler
Gürlüyor rüzgar
Bu güç ki bizde var
Yakıp geçeriz bütün engelleri”
Hani, nerde, kim deme! “biziz/sen, ben, hepimiz” diyor. B. Brecht. Haksız mı? Zihnimizde çelişkiler yaratan eleştiriler, sorular, sorunlar vardır belki. Olmalı da zaten. Güzeldir de hani öyle durgun kalmaktan. Zira orada bir hareket var demektir, bir arayışı çözüm arayışı. Karışmasın kafalar “senin taşıdığın su ne ki?” diyene karıncanın verdiği cevap misali “safımız belli bizim”. Kenara çekilmek, beklemek, izlemek yok felsefemizde. Herkesin yapacağı bir iş vardır mutlaka, esirgeyenler gitti zaten. Tarihimizi anlatan kaynaklar var. Okuyoruz, okuyalım. Görüyoruz ki ne süreçler yaşanıyor. Her biri kendi içinde en zoru. O süreçleri atlatan, partiyi ayakta tutan yoldaşları düşünelim. Partiye halka devrime bağlılığı, özveriyi, güveni, coşkuyu, sevgiyi, umudu… Demedi ki biri hani, nerde, kim?
“Demirden duvarmış boş laf
Uzun ve sağlam adımlarla aşacağız
Aşacağız tepeyi
Tepeler deniz mavisi
Kan kızıl, göçen güneş”
Paris Komünü’nde Komünarlar; Çar’ın gerici güçlerine ve Beyaz Ordu’ya karşı Bolşevikler; Stalingrad’ta Kızıl Ordu; Uzun Yürüyüş’te çelik gözlü yoldaşlar; Küba’dan Vietnam’a dünya devriminin isimsiz kahramanları zorluk nedir tanımadı. Dağları, tepeleri nehirleri aşarken, bombalar kurşunlar yağarken, aç/biilaç günlerde, taciz-tecavüz insanlığın dibinde, işkencede, darağacında, ihanette, kör pusularda tanımadılar zorluk nedir. Tarih böyle yazıldı. “Günler Ağır” daha da ağırlaşacak belli. Naziler, Nazi karanlığını çöktürdüğünü sandığı noktada, iki kardeş Alman duvarlarına Nazi karşıtı sloganlar yazı. Nazi “korkusu” iki kardeşin yüreğinde tuzla buz oldu. Ne kadar koyu ise karanlık aydınlık o kadar yakındır aydınlık…