Emperyalistler arası hegemonya savaşı, Dünya’nın emperyalistler arasında yeniden paylaşım ihtiyacı henüz bir dünya savaşına yol açmamış olsa da çeşitli boyutlarda, özellikle yarı sömürgelerde kıyasıya yöntemlerle sürmektedir. Bu durum kimi zaman askeri müdahaleler, kimi durumlarda bölgesel iç savaşlar, kışkırtılan gerici güçlerce gerçekleştirilen darbeler-darbe girişimleri ile ilerlemektedir. Tüm bunlar Dünya’nın bütün coğrafyalarında büyük kaoslara yol açmakta; kuşkusuz emperyalistler arasındaki şimdilik örtülü ve dolaylı süren çatışma, en çok da dünya halklarının yaşamlarına gün geçtikçe büyüyen açlık, yoksulluk ve katliamlar olarak yansımaktadır.
Bu çatışma alanlarının başında da bir önceki sayımızda emperyalistlerin çıkar ve hegemonya dalaşındaki önemine vurgu yaptığımız Afrika kıtası gelmektedir. Emperyalist sistemin hegemonya mücadelesinin yoksulluk, sömürü, açlık ve ölüm taşıdığı Afrika coğrafyasında büyük bir kaos ortamı hâkim durumdadır. Bu durumu elbette tek başına emperyalistler arasındaki hegemonya savaşının yansımasıyla vuku bulan darbeler ve iç çatışmalarla tanımlamak yetmez. Bu tanımlama, bölge halklarının iç dinamiğiyle kendiliğinden gelişen, anti sömürgeci, anti emperyalist mücadelesini; açlığın, yoksulluğun, yoğun sömürü şartlarının ortaya çıkardığı isyan ve direnişlerin karakterini ve gücünü gölgeleyen bir özellik taşıyacaktır.
Nitekim Afrika, yakın tarihin en büyük halk direnişlerinden birinin işaret fişeğinin atıldığı coğrafya olma özelliğini taşımaktadır. Bu direnişler, emperyalistler arasındaki dalaşa bağımlı olarak süren yerli egemen sistemlerin, halkın yaşam koşullarını gün geçtikçe daha olumsuz etkileyen (ki zaten Afrika kıtası ülke halklarının neredeyse kölelik düzeni şartlarında sömürü ve talanla, açlık ve yoksullukla boğuştuğu makus talihi süreğen halde devam etmektedir) koşullarına karşı isyan ruhunun dışa yansıması olmuştur. Arap Baharı olarak tanımlanan isyanların Tunus, Libya ve Asya ile Afrika’nın kesişme merkezi olan Mısır’da başlaması, aynı zamanda emperyalist sömürü ve dalaşın bölge haklarına dayattığı yaşam koşullarına bir isyan niteliği taşımaktadır. Arap Baharı’nın etkisinin Afrika kıtasındaki yansımasını, kendi dalaşlarının kaldıracı olarak kullanmak isteyen emperyalistler, hegemonya savaşında gerici güçleri kullanarak kendi emellerini hayata geçirme uğraşındadır. Gelinen aşamada, Afrika’da bir yandan özellikle Batı-Afrika Sahel bölgesinde yoğunlaşan emperyalist hegemonya dalaşı; diğer yandan ise son dört yılda büyüyen, büyüyerek gelişen işçi-emekçi grev ve eylemleri ikili karakter taşıyan bir kaos ortamının Afrika’da hüküm sürmesine yol açmaktadır. İlk kaos emperyalist dalaşın gerici karakterinin ürünü olarak halkın sırtına daha ağır bir karabasan gibi çökerken, ikinci kaos var olan koşullara isyan özelliği taşıyan ve tünelin ucundaki aydınlığın bölge halkının kurtuluş ışığı olduğuna işaret eden karakterdedir.
Halkın sömürü ve yoksulluk düzenine karşı gelişen öfke eylemleri ve direnişleri, özellikle Rus emperyalizmi ve Çin sosyal emperyalistlerinin iştahını kabartmaktadır. Bu direnişlerin aynı zamanda ABD ve AB emperyalizminin bölgedeki hegemonyasına karşı gelişen tepkiyi de bağrında taşıması, Rusya ve Çin’in batılı emperyalistlerin bölgedeki hegemonyasını kırma mücadelesinde kendisine bir dayanak olarak görmesine yol açmaktadır.
Özellikle son birkaç yıldır Sahel bölgesinde gelişen darbelerin ana karakteri, emperyalist dalaşın boyunduruğundan kurtulamayan gerici güçler bizzat kullanılarak batılı emperyalist hegemonyanın hedeflendiği; ancak buna karşılık Çinli ve Rus emperyalist güçlerin boyunduruğuna girildiği pratikler olarak hayat bulmaktadır.
Gabon, Nijer, Sudan, Mali, Burkina Faso, Gine-Bissau ve Çad’da arka arkaya gerçekleşen darbelerin tamamında direkt emperyalist müdahalenin olduğunu ifade etmek zor; ancak kimilerinde direkt, kimilerinde dolaylı olarak bir emperyalist müdahalenin varlığı kuşku götürmezdir. Son süreçte gelişen darbelere Rusya’nın açık destek verdiği ABD ve AB’li emperyalistlerce açıktan dillendirilmekte, birçok politik-pratik hamle de bunu desteklemektedir. Elbette burada ABD ve AB emperyalistlerinin Rusya’yı hedef tahtasına koyması emperyalist dalaşın bir sonucudur. Bu emperyalistler arası bir sorundur. Ancak bu dalaşın esas olarak bölge halklarının yaşamına yansıması emperyalist sisteme karşı mücadele gerekliliğinin de en önemli gerekçesidir.
Bugün özelinde, Rusya’nın ABD ve AB’li emperyalistler ile Çin sosyal emperyalistlerinin aksine, bölgedeki nüfuzunun henüz zayıf olduğunu görmek gerekir. Ancak gün geçtikçe büyüyen şekilde bir yöneliminin olduğunu, sahadaki konumlanmasının daha görünür olmaya doğru yol aldığını ifade etmeliyiz.
2020 ve sonrasında gelişen tüm darbelerin özellikle Fransa’nın yarı sömürgelerinde ve kısmen de ABD’nin nüfuz alanlarında gerçekleşiyor olması, Rusya’nın darbelerin arka planındaki etkisini gözler önüne sermektedir. 2019 yılında Soçi’de gerçekleşen “1. Rusya-Afrika Zirvesi” ve 2023 Temmuz’unda gerçekleşen “2. Rusya-Afrika Zirvesi ve Ekonomik-İnsani Forumu”nun insani çıkarları hedeflemediğini, emperyalist sistemin ana kodlarına baktığımızda anlamak pek de zor olmasa gerek. Özellikle Rusya-Ukrayna savaşında, Ukrayna’ya ABD ve AB’nin verdiği açık desteğin rövanşını Afrika’da alma girişimleri, darbelerin arka planında Rusya’yı işaret etmektedir. Afrika Zirvesi’nde çoğunluğu silah satışı ile oluşan 23 milyar dolarlık borcun silinmesi ve tahıl hibe edilmesi sözü veren Rusya’nın, hemen akabinde Wagner’i sahaya sürerek bölgede etkinliğini artırma girişimleri de Afrika’da yeni bir sürecin darbelerle gelişeceğine zemin sunan karakterdedir. Elbette darbelerin tarihini bunlarla başlatmak doğru değildir. Afrika, iç savaş ve darbelerin eksik olmadığı bir coğrafyadır. Dünü okurken bugünü anlamak bir bütün emperyalist hegemonya savaşını, ama yine de bu dalaşın şu anki öznel koşullarını, değişen güç dengelerini bütünlüklü değerlendirmek önemlidir. Çin’e ayrı bir parantez açmak oldukça önemlidir. 250 milyar dolarlık yatırımı ile daha çok ekonomik hegemonya temelinde ilerleyen Çin politikasının Afrika’daki dengeleri etkileme düzeyi çok büyüktür. Nitekim birçok Afrika yerli egemenlerinin Çin’e yüzünü dönmesi, kaosu besleyen karakter barındırmaktadır.
Süreç tek başına darbelerle ilerlememekte, egemenler arası çatışma aynı zamanda sınır çatışmalarıyla da ilerlemektedir. Sömürgecilik tarihinin çizdiği sınırların yarattığı anlaşmazlıklara, bağımsızlık mücadelesinde bölge ülkeleri arasında sınır kavgalarına ve mücadelelerine de tanıklık edilmektedir. Bu durum Afrika ülkelerinde halklar arasındaki düşmanlığı körüklemek ve böl-parçala-yönet politikasına hizmet eder tarzda kullanılmaktadır. Buna rağmen, gerek tarihsel olarak sömürgeciliğe karşı mücadele, gerekse de günümüzde güdük de olsa anti emperyalist mücadele sahada yansımasını bulmaktadır. Bir önceki yazımızda da belirttiğimiz gibi, başlangıçta “yardım ve kalkındırma” vaatleriyle başlayan Afrika’da sahaya inen Çin’in, gün geçtikçe ekonomik hakimiyetini artırması hem bölge egemenlerinin çıkarlarına hem de Afrika halklarının yaşamlarına sömürü ve talan olarak doğrudan etkisinin hissedilmeye başlanması, Çin sosyal emperyalizmine karşı bir mesafe oluşmasına yol açmaktadır. AB ve ABD’li emperyalistlere yönelik konumlanış da hesaba katıldığında, Rusya’nın politik-askeri-ekonomik konumlanmasına yönelik koşulların olgunlaştığına vurgu yapmak önemlidir. Bölge, emekçiler aleyhine, emperyalist dalaş, bunun yarattığı yıkım, sömürü ve açlık ile buna bağlı gelişen darbelere sahne olmaktadır. Gerici karakterdeki El-Kaide, IŞİD gibi cihatçı örgütlerin özellikle sivilleri hedefleyen silahlı eylemlerine de sahne olan bir coğrafya olma özelliği taşımaktadır. Emperyalistlerin yol verdiği, büyütüp beslediği bu gerici örgütlerin halkın yaşamına olumsuz etkisi küçümsenemeyecek düzeydedir. Bunu ortaya koyduğumuz yerde özellikle Suriye’de IŞİD’e ve Cihatçı örgütlere karşı “mücadele” imajı çizen Rusya’nın bir sempati topladığını ve anti emperyalist mücadele ve yerli egemen sınıfların “bağımsızlık(!)” hedefini kendi çıkarları için kullanmaktan imtina etmediğini görmek gerekir. Nitekim bunun bir karşılığının olduğunu da darbe ve darbe girişimlerinde taşınan Rus bayrakları, atılan Rus yanlısı sloganlarda görmek mümkündür. Bunun esas rengini verdiğini söylemek doğru olmaz, ancak önemli bir etkinliğinin pratik yansıması olarak okunabilir.
Afrika coğrafyasında kaosa önderlik eden emperyalist dalaş ve hegemonya mücadelesidir. Darbeler, iç savaşlar, gerici karakterdeki örgütlerin hizmet ettiği tam da bu hegemonya savaşının parçası olma eğilimidir. Ancak kendiliğinden gelişen halk hareketleri zayıf da olsa, anti emperyalist mücadele yeni isyan ve direnişlere gebedir. Bu hareketlerin emperyalist dalaşın kaldıracı olarak emperyalistler tarafından kullanılmasının önüne geçecek tek şey, halkın bağımsız eyleminin sınıf mücadelesinin kaldıracı haline getirilmesidir. Afrika’daki sınıf mücadelesi, anti emperyalist mücadele ile iç içe geçmiş özellik taşımaktadır. Bunun örgütlü bir mücadeleye dönüşmesi kendi iç dinamikleri ile mümkündür. Ancak halk hareketlerinin gelişimi, bölgedeki anti emperyalist mücadele eğilimi enternasyonal görevler de yüklemektedir. Paylaşım rekabetine ve hegemonya savaşına karşı gelişen halk hareketlerinin anti emperyalist mücadelelerini desteklemek, sınıf mücadelesinin omuzlarımıza yüklediği görevlerdendir. “Sömürge ve yarı sömürgelerde anti emperyalizmi herhangi bir emperyalist ülkeyi hedef alarak sınırlamak anti işgalci veya şu ya da bu emperyalist güç karşısında olmak anlamına gelir ama bütünlüklü ve tutarlı olarak anti emperyalist olmakla eşdeğer değildir.” (Anti Emperyalist Lig’in ideolojik-politik dökümanlarından)
Kıta coğrafyasında tezahür eden durum budur. Koşulların ortaya çıkardığı bu durum, tutarlı ve gerçek anti emperyalist bilinç ve mücadelenin yükselme-gelişme eğilimine zemin sunacak olumlu bir karakterdedir. Ancak “Sömürgelerin ve bağımlı ülkelerin ezilen halklarının emperyalizme karşı giriştikleri devrimci savaşım, onlar için baskıdan ve sömürülmekten kurtulmanın biricik yoludur.” (Anti Emperyalist Lig)
devam edecek…