“Gerçekte ve pratik materyalist için, yani komünist için sorun, mevcut dünyayı köklü bir biçimde dönüştürmek, var olan duruma pratik olarak saldırmak ve onu değiştirmektir.” (Karl Marks- F. Engels, Alman İdeolojisi, Sol yay. s.49)
2019 yılını geride bırakıp 2020 yılına adım attığımız bugünlerde yeni yılın nasıl geçeceğine dair kritik gelişmeler yaşandı. Emperyalistler arası pazar ve iktidar dalaşında ABD, 2 Ocak günü İran Devrim Muhafızları Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’yi ve Ebu Mehdi el Mühendis’i nokta operasyonuyla öldürdü. Süleymani İran’ın, Mühendis ise Irak’ın kritik iki ismiydi. Bu Amerikan hamlesi taşıdığı mesajlar ve yaşanması muhtemel gelişmelerle de oldukça kritik önemdedir. ABD bu suikastle Ortadoğu’da yeni bir süreci başlatmamış olsa da başlamış olan süreci kızıştırmıştır.
2019 yılında Bağdadi’nin öldürülmesiyle verdiği mesajı bu suikastle güçlendiren Amerika İran’ın Lübnan’dan Yemen’e Irak’tan Afganistan’a uzanan etki zincirini geriletme, bu zinciri kırma konusundaki planlarının hala devrede olduğunu gösterdi. ABD’nin bu hamlesinin karşılığını İran’ın hamlesi belirleyecek ve karşı saldırının “beklenmedik” bir noktadan gelişme gerçekliği, çatışma sahasının genişliğini de belirleyecektir. Başta ABD olmak üzere emperyalist-kapitalist sistemin varlığını koruma, iflas eden politikalarının devamını savaş ve saldırı ile koruma ve geliştirme seçeneği güçlü bir şekilde önümüzdeki dönemde de yaşanacaktır.
Ülkemiz hakim sınıfları da 2019 yılından devreden ciddi krizlerle girdi 2020 yılına. Yılın ilk günlerinde Libya’ya asker gönderme tezkeresi Mecliste çoğunluk oylarıyla kabul edildi ve “Mehmetçik”e Libya yolu açıldı. Asgari ücret 2019 yılının sonunda emekçilere verilen “hediye” oldu. Krizin faturasını ödemekle yükümlendirilen işçi ve emekçiler bir kez daha açlıkla imtihanda. Yine ekonomik kriz gerekçesiyle üniversiteli gençlerin kesilen yemekleri ve bunun devamında işten atılan taşeron işçilerin 2020’nin ezilenler cephesinden nasıl geçeceğinin güçlü verilerini taşıyor. Kapıda bekleyen zamlar, arka arkaya iflaslarını ilan eden şirketler ve bunlara eklenen Kanal İstanbul tartışmaları. Halkın tepkisini halihazırda görmezden gelenler tüm itirazlara rağmen yaptırma kararlığı içinde olduklarını söylüyorlar. Ve 2020 yılının ilk gününde kaldırımda bir kişi donarak ölüyor…
2020’ye hızlı bir giriş yapan emperyalistler 2019 yılını kötü kapattıkları için bu denli hızlı davranmak zorunda kaldılar. Zira 2019 yılının son çeyreği dünyanın birçok noktasında direniş ve başkaldırı ateşiyle tutuştu. Ortadoğu’dan, Latin Amerika’ya, Asya ve Avrupa’ya uzanan başkaldırı dalgasında ezilenler tüm meşru direnme silahlarıyla, yoksulluğa, baskıya isyan ediyor. Bolivya’da dinamit, Hong Kong’da ok, molotof, ve her yanda kurulan barikatlarla isyanlar ivmeleniyor.
Dünya’nın önemli bir kısmını yangın yerine çeviren bu isyanların ortak noktası yoksulluk, açlık ve “hiç” yerine konulmaktır. Çıkışına neden olan ulaşım zammı, petrol zammı, eğitim zamları, vergi zamları, yolsuzluk, baskı politiklarına tepki olarak açığa çıkan öfke patlaması milyonları aynı meydanlarda buluşturmuştur. Bir kıvılcımın yettiği bu patlamalar bir birikimin ve en nihayetinde emperyalizmin çürüyen, can çekişen gerçekliğinin bir sonucudur. Bardağı taşıran son damlanın farklılığını bir kenara bıraktığımızda bardağın dolu tarafında kokuşmuş sistemlere duyulan tepki vardır. Emperyalist-kapitalist sistemin krizden çıkış umuduyla uygulamaya soktuğu neoliberal politikaların iflasıdır ve geliştirilen “çözüm” yeni krizleri biriktirerek ilerlemiş ve gelinen aşamada iflasını ilan etmiştir. İsyanların yaşandığı ülkelerde kıvılcımı ateşleyen farklı kesimler olsa da kısa zamanda tüm ezilenleri kapsayan bir niteliğe bürünmüştür.
Emperyalist- kapitalist sistemin krizi, kapsadığı alan bakımından hacmini genişleterek ilerleyen bir seyir izlemektedir. Ekonomik krize sosyal sefalet, politik kriz, ekolojik kriz, etik yozlaşma eşlik etmiştir. Açıkcası bir konsantre kriz durumu söz konusudur. Kapitalist sistemin her yandan patlaklar vermesi, bir patlağı dikmeye çalışırken hemen bir başka yerde yeni patlaklar oluşması bundan dolayıdır. Halk kitlelerinin ruhi durumunu açığa vuran bu hareketler sistemin, kitleler tarafından doğrudan veya dolaylı olarak sorgulandığı ve yine sistemin bir meşruiyet sorunu yaşadığını gösteriyor. Egemenler buna karşı ne mi yapıyor?! Emperyalizm ve uşaklarının bu konuda da yol ve yöntemleri, çözüm araçları sınırlanmıştır, baskı ve şiddeti tırmandırmaya, milliyetçi, şoven ve dini söylemlere yüklenmeye devam etmektedirler. Gelinen aşamada bu yöntemler de halkın gidişata rıza göstermesine yetmemiştir.
Kendiliğinden gelişen bu kitle hareketleri nitelikliğine uygun özellikler taşıyarak ilerlemiştir. Hedef ve talepleri, örgütlenme ve sürekliliği siyasal önderlikten yoksun bir biçimde gelişmiştir. Ancak bu gerçek; “Kendiliğinden olan çıkışlar devrimin gelişmesinde kaçınılmaz durumlardır. Onlar olmadan hiçbir devrim olmamıştır ve hiçbir devrim olamaz.” (“Lenin”, Marks-Engels-Lenin, İşçi Sınıfı Partisi üÜerine, Sol yay., s. 309)
Bu başkaldırı dalgası devrim sonucunu doğurmaz ancak devrimi mayalar. Taleplerin kabul edilip edilmemesi güçler dengesi ile bağlantılıdır ancak bu isyanların kazanımını değerlendirmede bir kriter olamaz. Bu isyanların esas kazanımı politik ve ideolojik kazanımlarıyla değerlendirilmelidir. Sistemin sömürü ve baskı sembollerini tutuşturan kitleler öfkeleriyle kokuşmuş düzeni yakmaya kalkışmıştır.
YANGININ ORTA YERİ; TÜRKİYE
Neoliberalizm, emperyalistler krizi atlatsın, krizsiz bir sermaye düzeni oluşsun diye geliştirilmiş politikalar setidir. İşte bugün bu politikalar tıkanmış, bir çözüm enstürümanı olarak iflas etmiş ve ama geriye “çığrından çıkmış bir dünya” kalmıştır. Elbette ki ülkemiz hakim sınıfları açısından durum daha bir trajiktir. Türk hakim sınıfları ve onların faşist devleti bir yangının orta yerindedir ve yanıp kül olmamak için tüm gücüyle saldırıyor. Saldırı ve işgallere girişiyor ve her girdiği saldırıdan mağlubiyetle çıkıyor. Emperyalist efendilerinin çizdiği sınırlar içinde gerçekleştirmeye çalıştığı devriyelerden fenerleri söndürerek dönmenin dışında hiç bir şey yapamıyor. Kendisine çizilen sınırı aşmaya kalktığı noktada efendilerinin duruma “ayar” verme hamleleri gelişiyor ve tüm efelenme halleri, halkın gözünü boyama çabasının ötesine geçmiyor.
İşsizlik, yoksulluk ve borç batağındaki halkın siyanürle intiharı, açlık feryadı, gençliğin geleceksizlik korkusu, arka arkaya iflas veren marka ve şirketler, doğanın dizginsiz talanı, tarımın tasfiyesi, kadın cinayetleri, çocuk istismarı…
Halihazırda ekonomik tablo, borçla döndürülmeye çalışılan bir değirmen gibi. Ancak değirmenin çarklarını döndürmek hiç de kolay olmuyor. Ekonomik krizi yok sayan açıklamalar ve istatistik verilere boğularak anlatılan büyüme rakamlarının halkın yaşamındaki karşılığı, birikmiş maaşların alınamaması, işsizlik korkusudur. Yoksul ve emekçi halk borçla yaşamını idame ettirmeye çalışırken, biriken borçların ödenememesinin yarattığı bunalım ve buhranla boğulmaktadır.
Hazırlanan 2020 bütçesi “büyüme” amacıyla halkın sırtına borçların bindirilmesi planlamasıyla yüklüdür. Ülke ekonomisi borçlanma yoluyla döndürülüyor ve bu borçların kapatılması amacıyla yapılan zamlar ve vergilendirme oranları gelinen aşamada yetmiyor. 2020’ye dair yapılan planlamada vergilerin daha da ağırlaştırılması yani daha fazla zam öngörülüyor. “Yapılandırma” diye ifade edilen ekonomik düzenlemelerin tümü halkın sırtına zam küfesiyle binmek anlamına geliyor ve önümüzdeki yıl da olacak olan budur.
Halkın yoksullaşmasına paralel AKP’ye olan desteğin azalması, ciddi bir tepkinin birikmesi ve yanı başındaki ülkelerde yaşanan halk isyanları sistemin mevcut krizini daha fazla derinleştirmiş ve korkularını büyütmüştür. Suriye’de Kürt ulusunun kazanımlarına dönük saldırı ve işgal bu çemberi dağıtma, sisteme olan güveni yeniden toparlama, yoksulluğu saldırı ile unutturma hesaplarıyla gündeme gelmiş ve emperyalist efendilerinin izin verdiği ölçüde de gerçekleştirilmiştir.
Bu işgal ve saldırı bir öncekilerden farklı olarak S. Kürdistanı’nın bütün kazanımlarını yok etmeye, Baba Esad’ın yaptığı “Arap Kemeri”ne benzer bir cihadist kemer oluşturma ve böylece demografik yapıyı değiştirmeye odaklıdır. Yalnız bunlar değil, esasında faşist TC, S. Kürdistanı’nda demokratik bir Kürt Ulusal Hareketi’nin güçlenmesine, hatta varlığına tahammül edemiyor. Başta ABD olmak üzere diğer emperyalistler de aynı anlayışa sahip olduğu için koşullar olgunlaştığında Rojava’ya, Kürt Ulusal Hareketi’ne karşı en kapsamlı, en kan dökücü saldırıların kapısı TC’ye çabucak aralanmaktadır.
Kürt Ulusal Hareketi Türkiye, Irak, Suriye olmak üzere üç parçada da faşist TC devletinin işgal ve saldırıları altındadır. T. Kürdistanı başta olmak üzere bütün ülkede 2014 yılı Ekim ayıyla birlikte devreye konulan “diz çöktürme” politikası o günden bugüne daha sistamatize olarak devam ediyor. Bu politika; Sur, Nusaybin ve diğer kimi yerlerde baştan sona bombardıman, yangın ve yıkım; Cizre’de kuşatılan bodrumlar, Taybet Ana ve buzdolaplarına konulan ölüler; ya da tutuklanan vekiller, parti yöneticisi ve faaliyetçiler, veya kayyımlar anlamına geliyor. Bu faşist saldırı ve işgale karşı sokakta çıkartılmak istenen seslerin tümü saldırı, gözaltı ve tutuklamayla bastırılmaya çalışılıyor. Çeşitli milliyetlerden Türkiye halkına, Kürt ulusu ve diğer azınlık milliyetlere reva görülen bu saldırılar karşısında HDP’nin şimdiki tutumu direniyormuş gibi yapmak ve daha vahimi “kazandığımız mevzileri terketmeyeceğiz” politikasını benimsemiş olarak kitlelerin enerjisini sandık yoluyla soğurmaya yönelmektir. Kürt halkının “sine-i millet” talebine verilen erken seçim cevabı ise durumdan hiç bir şey anlamadıklarını göstermektedir.
Sistem yaşadığı yönetme krizini bir yandan fiili saldırılarla kontrol altına almaya çalışırken ve bunu belli oranda da başarırken diğer yandan da kitlelere şovenizm ve milliyetçilik söylemleriyle ulaşıyor. Kitleler şovenizm zehriyle açlığını ve yoksulluğunu bastırıyor. “Vatan-millet-sakarya” denklemi sofralarından aç kalkan emekçilerin temel yaşam gıdası haline getirilmiştir. “Kardeşlik” diye tariflenen aldatmaca T. Kürdistan’ında en azgın biçimde saldırılarla somutlanmıştır. Devletin Rojava’ya dönük saldırıları bu dönem içinde devam edecek ve Kürt ulusunun kazanımları hedef olmaya devam edecektir. Çünkü TC’nin ayakta kalabilmek için bu saldırı ve işgale ihtiyacı var. Bu bağlamda içerde de şovenizmi körükleme ve saldırıları tırmandırmaya ara vermeksizin sürdürülmekte…
SOKAKLARI TUTUŞTURMAYA HAZIRLANALIM!
“Bir savaşıma ancak beklentilerin lehte olması koşuluyla girilmesi söz konusu olsaydı, dünya tarihini yapmak gerçekten kolay olurdu.” (Marks-Engels)
Dünyada ve ülkemizde yaşanan bu gelişmeler 2020 yılının egemenler ve ezilenler açısından nasıl geçeceğinin güçlü ipuçlarını ele vermektedir. Şu bir gerçek; Emperyalist-kapitalizm hiç olmadığı kadar can çekişmekte, çürümektedir. Diğer bir anlamda Başkan Mao’nun sözleriyle ifade edersek yeryüzünde kaos hakim, durum mükemmel! Bu olabildiğince mükemmel duruma rağmen, Hindistan ve Filipinler’i saymazsak komünistlerin iktidara aktığı coğrafyalar yok gibidir. Eğer komünist partilerin önderliğinde değilse, bir hareket ne kadar güçlü olursa olsun proletaryanın çıkarları yönünde savaşı sonuçlandıramaz. Enternasyonal proletaryanın bütün ülkelerde sınıf biliçli proleterlere-komünistlere güçlü bir komünist parti inşa etme görevini yüklemiş olması tam da bundandır. Bizler güçlü bir KP derken her şeyden evvel nitelik olarak güçlü yani ideolojik olarak güçlü bir KP’ yi anlarız. Proletarya Partisi, MLM’yle bilimsel sosyalist ideolojinin bugün en gelişmiş en ileri düzeyini sahiplenmiş ve savunmaktadır. Bu gerçek güçlü bir KP olmanın esasına, olmazsa olmazına sahip diye diğer her şeyin ardı sıra geldiği anlamına gelmiyor. İdeolojimiz, onun yol göstericiliğinde biçimlenen teori ve politikalarımız kavrandığı, uygulandığı ve geliştirildiği kadar güçlü oluruz. Güçlü bir devrimcilik en yalın ifadeyle uğruna savaştığımız ölüm dahil her türlü bedeli göze aldığımız davayı kavramaktan geçer. Bu kavrayış “niçin savaşıyoruz”la sınırlı değildir, olamaz da “Niçin savaşıyoruz”un yanına “nasıl” ve “neden” sorularını da eklemeli ve cevaplamalıyız.
Ağır bir süreci geride bırakarak bugüne geldik. Saflarımızda bulunan kadro militanlarımız, Proletarya Partisi’ne gönül vermiş emektarların Proletarya Partisini tasfiye saldırısına karşı yanında durarak, onu gözbebeği gibi koruyarak olağanüstü bir görevin üstesinden gelmişlerdir. Fakat gerçekliğimize iltimaslı, “hoşgörülü” değil de objektif yaklaştığımızda yapmak zorunda olacağımız, yapmamız gerekenlerin yaptıklarımızın çok ilerisinde olduğu görülecektir. Komprador patron ağalara, onların faşist devletine yönelik güçlü vuruşlar, güçlü yürüyüşler yapmamız bizi içine alan, ayağımıza pranga olan zaaflarımız, alışkanlık ve yaşam biçimlerimiz nedeniyle istenilen düzeyde olmamaktadır. Emperyalizm en yoz, en geri kültürü temsil eder, girdiği her yere bu kültürü taşır ve bu kültürle hegamonyasını pekiştirir. Bizimki gibi yarı-sömürge yarı feodal ülkeler emperyalizm tarafından kültürel kimliksizleştirme siyasetiyle de kuşatılır. Sınıflı toplumda yaşıyor olmamız ve emperyalizmin kültürel hegamonyası her bir yoldaşta ve bir bütün olarak Proletarya Partisi gerçekliğimizde sınıf mücadelesinin, onun biçimi olan ideolojik cephede nasıl bir şiddetle yaşandığını gösterir. Durmaksızın sürüp giden ve en acımasız biçimde hayat bulan bu savaşımın yeterince bilincinde miyiz? Cümleyi şöyle de kurabiliriz; kendimizde ve içinde bulunduğumuz yapımızda süreklileşmiş biçimde seyreden iki çizgi mücadelesine doğru ve tavizsiz biçimde müdahale ediyor muyuz? Sınıf mücadelesi içerisinde etkin ve güçlü bir konumlanış içerisinde olmamız “geçmişin ölü yükünü”, bizi düzene bağlayan -ki bunlar burjuva-feodal alışkanlık, yaşam biçimi, düşünüş tarzı vb.- tüm bağlara sistematik ve ısrarlı bir savaşla mümkündür.
Proletarya Partisi; Türk hakim sınıflarının içinde bulundukları ekonomik ve siyasi durumu, sınıfların karşılıklı ilişkisini tahlil ederek
- a) Türk hakim sınıflarının komprador karekteri nedeniyle emperyalist sermayenin krizinden, buna bağlı olarak sermaye hareketlerinden en derin biçimde etkilendiği ve bunun da bir yansıması olarak ekonomik büyümeye dair göstergelerin olumsuz olduğunu ve gerileme sürecinin devam edeceğini;
- b) İflasların süreceğini ve KOBİ türü işletmelerin iflaslara çok daha yakın ve yatkın olduğunu;
- c) İthalata ve inşaata dayalı büyümenin imkanını tükettiğini
- d) Ekonomik krizin yükünün her zamanki gibi emekçilerin omuzlarına yıkılacağı; zam ve işsizliğin çok daha büyüyeceğini
Dışarda ise I. Kürdistanı’nda ve özellikle Rojava’da işgal ve saldırıların süreceği, ABD emperyalizminin bölge politikalarına bağlı çizginin çok daha öne çıkacağı; özellikle İran’a yönelik kuşatma, izole etme saldırısında aktifleşeceği tespitini yapmıştır. Bu politika ve pratikler gerek T. Kürdistanı’nda ve gerekse genel olarak emekçi halk üzerinde faşist baskı ve saldırıların yoğunlaşmasını getirecektir. Fakat bir de çelişkinin diğer yönü olan sınıfsal, ulusal cinsel ve inançsal olarak ezilenler cephesi var! Bu cephe yalnız öfke biriktirmekle kalmıyor, bu öfkesini zamanlı zamansız şu ya da bu vesileyle dışa da vuruyor.
Özetlemeye çalıştığımız bu objektif durum örgütsel gerçekliğimizle birlikte ele alınarak bir politik yönelim belirlenmiştir. Bu yönelim, emperyalizmin can cekişen sistemlerini ayakta tumak için geliştirdiği saldırganlığa, Rojava’da faşist işgal ve saldırıya; çesitli milliyetlerden emekçi Türkiye halkının sürüklendiği sefalete; Kürt ulusu üzerindeki milli baskıya; cins kırımına; Alevi halkımıza yönelik inançsal baskıya karşı mücadeleyi yükselt olarak ifade edilmiştir. Yürütülecek siyasal faaliyetin genel çerçevesini ifade eden bu başlıklar, ülkemizde ve dünyada yaşanan siyasal gelişmeleride içine alarak büyütülmelidir. Ülkemizde işçi sınıfının geliştirdiği lokal direnişlerden, öğrenci gençliğin akademik-demokratik talepli mücadelesine, ezilen ve sömürülen tüm kesimlerin hak alma mücadelesinin destekçileri değil sahiplenicileri olma bilinciyle süreci örgütlemeliyiz.
2020 yılının Ocak ayında başlayacak ve Mayıs ayında sonlanacak kampanya çalışmamızın takvimsel günlerle çakışan durakları vardır. Ocak ayı Parti ve Devrim Şehitlerini Anma, Mart ayı gündemleri, Proletarya Partisi’nin kuruluşu ve 18 Mayıs İbrahim Kaypakkaya’yı anma etkinliklerinin tümü yoğunlaştırılmış politik faaliyetler olarak ele alınmalı ve bu bilinçle bu günlere yaklaşılmalıdır. Bu takvimsel günler, tüm örgütlülüklerimizin ve emek veren taraftarlarımızın yoğun katılımıyla güçlenecek ve amacına uygun hale gelecektir. Bu dönemle sınırlı kalmayacak şekilde çalışmalar planlanarak örgütlenecektir. Bunun için eldeki tüm materyal ve araçlar en aktif biçimde kullanılmalıdır.
Yoğunlaştırmayı hedeflediğimiz faaliyet dönemi boyunca tüm A/P araçlarının yaygın kullanımı hedeflenmeli, bu konuda olanakların yaratılması, geliştirilmesi tüm örgütlülüğümüzün görevleri arasında olmalıdır. Yürütülecek A/P faaliyetinin kapsamı dönem içinde olan takvimsel günler ve gündemlerle sınırlı kalmayarak çalışmamızın politik gündemleri ile genişletilerek sürdürülmelidir. Kürt ulusal sorunu, faşist devletin kazanılmış haklara saldırısı, ekonomik kriz ve bunun yarattığı sonuçlar, kadın cinayetleri, geleceksizliğe mahkum edilmiş gençlik, arttırılan şovenizm ve milliyetçilik gibi arttırılacak gündemlerin tümü A/P faaliyetimizin politik zemini olmalıdır.
Şimdi bir adım ileri çıkma zamanı! Şimdi komünist bir nitelik için devrimci eyleme yönelme zamanı! Şimdi uyuşukluğu, tembelliği bırakma; görev başına geçip önümüzdeki şanlı mücadele yıllarına hazırlanma zamanı! Şimdi adım atıp başarmaya, başarıyla kazanmaya, kazanımlarla büyümeye kilitlenmenin zamanı!