Faşizm olgusunun olduğu yerde hapishaneler gündemi, kendisine daima önemli bir yer edinmiştir. Faşizmin egemen olduğu ülkemizde de bu durum TC’nin kuruluşundan bu yana –özellikle belli tarihlerde daha ön planda olmak üzere- sürekli “sorun” ya da “gündem” olmaya devam etmiştir. Faşizmin saldırılarını toplumun en diri ve örgütlü kesimlerini, “katliam ve tutuklama” terörüyle zindanlara doldurması; zindanların dolup taştığı yerde ise yeni hapishanelerin inşa edilmesi, bahsettiğimiz hapishaneler gündeminin gerçekliğidir. Faşizmin “beka”sı için devrimci ve yurtsever tutsakların zindanlara atılması yetmemekte, tecrit ve tretman politikaları uygulanarak asıl saldırılar “içeride” gerçekleştirilmektedir. Türkiye Devrimci Hareketi’nin tarihi önemli zindan direnişleriyle doludur. Öyle ki devrimcilerin, diyalektiğin yasası ve mücadelenin gerekliliğiyle birlikte zindanları dahi örgütlü bir yaşama, kavganın bir siperine çevirmesine karşılık olarak faşist devletin saldırıları da bu yoğunlukla gerçekleşmektedir.
Zindan direnişleri, çeşitli eylem biçimlerini barındırsa da etkisi bakımından; süresiz açlık grevleri ve ölüm oruçları kitlelerde daha çok yansımasını bulan; tutsaklar üzerindeki baskılarda faşizme geri adım attıran araçlar olmuştur. Elbette örgütlü güçlerin bu tarz eylemleri gündemine alırken derinlemesine değerlendirmeleri, kazanım ve kayıplar noktasında daha planlı hareket etmeleri önemlidir. Böylesi bir eylem -özellikle zindanlar cephesinde- başlatıldığında devrimci ve yurtsever örgütlü güçlerin yapması gereken görevlerden biri de bu eylemliklere sahip çıkarak, kazanımla sonuçlanması için en az zindanlardakiler kadar aktif mücadele içinde olmalarıdır. Zindan cephesinde tutsakların önemli ve “son” silahlarından biri olan SAG ve ÖO eylemlerinin -çeşitli eleştiriler saklı tutularak- tabiri caizse sokaktaki gözü, kulağı ve sesi olmak gerekmektedir.
PKK lideri Abdullah Öcalan şahsında yurtsever tutsakların tecride karşı zindanlarda başlattığı süresiz açlık grevi eylemleri 100’lü günleri geride bıraktı. Yine eylemi ilk başlatan HDP Hakkari milletvekili Leyla Güven hapishanede başlattığı, tahliye edilince dışarıda sürdürdüğü açlık grevi eyleminin 150’li günlerini geride bıraktı. Yine Avrupa’da başta Strasbourg olmak üzere çeşitli yerlerde süresiz açlık grevleri devam ediyor. Eylemcilerin sağlık durumu gün geçtikçe daha riskli bir hal alırken, çeşitli kanallar zorlansa dahi taleplerin karşılanmaması durumu devam ediyor. Taleplerden en önemlisi olan Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılarak başta avukatları olmak üzere görüşme hakkının tekrar verilmesi konusunda, faşist devletin Öcalan’ı kardeşiyle kısa da olsa görüştürme “hamlesi” kendi cephelerinden istenilen sonucu vermemiştir. Bu hamleye karşı tutsaklar ve KCK tarafından yapılan açıklamalarda “devletin bu göstermelik oyununa gelmeyeceğiz, taleplerimiz kabul edilene kadar eylemimizi sürdüreceğiz” mesajı açık ve net olarak kararlılıklarını göstermiştir.
SAG ve ÖO eylemlerinde “dışarı”nın etkisi ve yaptırım gücü de önemli bir yerdedir. Özellikle Türkiye Devrimci Hareketi’nin zindanlarda gerçekleştirdiği bu eylemlerde kazanım ve kayıplar noktasında “dışarı”nın gücü belirleyici etkenlerden biri olmuştur. Zindanlar dışında, sokaklarda ve bulunulan her yerde tutsakların sesi olma meselesi dışarıdakilerin sorumluluğu olan bir görevdir. Bu noktada “zindandakiler bedel ödüyor” diyerek duygusal bir yaklaşımla sadece “saygı ve sevgi duyma” meselesinden çıkıp, açlık grevinde olan tutsakların dışarıdaki yansıması ve gücü olma görevi devrimci ve yurtseverlerin önünde durmaktadır. Yine her açlık grevi eyleminde olduğu gibi bu eylemde de eylemcilerin “hayatını kaybetmemesi” için acıma duygusuyla karışık eylemi bitirme çağrıları dillendirilmektedir. Bu noktada bırakalım örgütlü bir güç ya da insanı, yukarıda bahsettiğimiz “saygı ve sevgisi” olan her insan, eylemcilerin mücadele içindeki tercih ve fedakarlık ruhuna, karşı pratik sergileyen bir tutum içerisine girmektedir. Bu yaklaşımın da özü elbette ideolojiktir; mücadeleyi içselleştirmeyen, bedel ödeme-ödetme olgusunu bilince çıkaramayan, faşizm gerçekliğini küçümseyen (ya da yüceleştiren) anlayışlar bu söylemleri doğurmaktadır.
Özetle; Türkiye/T. Kürdistanı hapishanelerinde, dışarda ve Avrupa’da süren SAG eylemleri kitlesel bir katılımla sürüyor. Tutsakların diliyle söylersek “talepler kabul edilene kadar sürecek olan bu eylemler”in kazanımla sonuçlanması için tutsaklar kadar onların yoldaşlarına ve dostlarına da önemli görevler düşmektedir. O zaman tutsakların mücadelesini bulunduğumuz her yerde gündemleştirme görevimizi yerine getirmenin sorumluluğu da bizim omuzlarımızdadır. Bu sorumluluk bilinciyle hareket edildiği oranda tutsakların eyleminin kazanımla sonuçlanması “ulaşılabilir” bir hal alacak, “hücreleri parçala” sloganı ete kemiğe bürünecektir.