Açlık Grevleri Sürerken; Faşizmin Tırmandırdığı Kürt Düşmanlığı

Kuruluş ideolojisi “tek”çiliğe dayanan ve tarihi boyunca ezilen bağımlı Kürt ulusuna ve azınlık milliyetlere yönelik devlet terörünü ve  katliamlarını sistematik olarak sürdüren  faşist TC devleti, içinden geçtiğimiz süreçte Kürt Ulusal Hareketi’nin siyasal temsilcilerine yönelik tutuklama furyasını ve faşist saldırganlığını hız kesmeden arttırarak devam ettirmektedir.

Kürt Ulusal Hareketi’nin önderlerinden Abdullah Öcalan’ı İmralı Hapishanesi’nde yoğun bir tecrit altında tutarak sürdürdüğü izolasyon politikasına karşı, DTK Eş Başkanı ve  HDP Hakkari milletvekili Leyla Güven’in tecridi kırmak için, tutuklu olduğu Diyarbakır Hapishanesi’nde 7 Kasım 2018 tarihinde başlattığı süresiz açlık grevinin ardından hapishanelerdeki tutsakların kitlesel olarak katıldığı ve Avrupa kentlerinde sürdürülen dayanışma açlık grevlerinin devam etmekte olduğu bir durumda, Türk devletinin ezeli Kürt düşmanlığı  da ivme kazanarak devam ediyor.

31 Mart Yerel Seçimleri kapsamında faşist Türk hakim sınıflarının  klikleri arasında süren dalaş ve çıkar çatışmasında dahi konu Kürt ulusu olunca tüm hakim sınıf partileri Kürt ulusunun hak  ve mücadelesi karşısında ortaklaşmakta ve aralarındaki çıkar dalaşını bir kenara bırakarak “milli menfaat”, “beka sorunu” argümanlarıyla “tekçilik”te aynı safta birleşmektedirler.  Burjuva-gerici medya ve TV kanallarında hemen her gün yapılan programlarda ve sürmanşetlerde HDP’nin belediye seçimlerinde belediyeleri tekrar kazanması durumunda “terör” örgütüne imkan ve olanak sağlayacağı, bu durumda yeniden kayyım atamalarının yapılacağı, başta  Tayyip Erdoğan olmak üzere, tüm “görevli” gazeteci, araştırmacı ve stratejist sıfatlı medya silahşörlerince  de dillendirilmekte ve Kürt ulusuna mensup halk kitlelerine gözdağı verilmeye çalışılmaktadır.

Mevcut süreçte HDP üzerinden Kürt ulusal mücadelesine karşı sürdürülen faşist saldırganlık, linç kampanyası, tutuklamalar, açlık grevine destek amacıyla dışarda sürdürülen açlık grevi eylemlerinin yapıldığı mekanlara baskınlar, Tayyip Erdoğan ve Bahçeli ikilisinin Türk milliyetçiliğini körükleyerek “vatanı böldürmeyiz” hezeyanları  miting meydanlarında da  sürdürülmektedir. “Kürdistan isteyen ülkeyi terk etsin” diye miting meydanlarında  konuşmalar gerçekleştiren Tayyip Erdoğan’ın ırkçı söylemleri ve tehditleri, önümüzdeki süreçte Kürt Ulusuna ve bağlaşıklarına yönelik daha kanlı ve saldırgan politikaların izleneceğinin işaretlerini vermektedir.

Türk devleti  ülke içerisinde gerek Kürt ulusuna, gerekse toplumsal ilerici, devrimci dinamiklere yönelik dozu artan saldırılarında, emperyalist devletlerin de desteğini almaktadır. Avrupa coğrafyasında Kürt diasporasının demokratik mücadeleleri baskı altına alınmakta, faaliyetçiler tutuklanmakta, kurumları kapatılmakta, sembolleri yasaklanmaktadır. Avrupa ülkelerinde sürdürülen yaygın  açlık grevleri  ve eylemlilikler görmezden gelinmekte, CPT gibi işkenceyi ve tecridi önleme komitesi  dahi vurdumduymaz davranmakta, AB emperyalist sisteminin sözcüleri, hükümetler “stratejik” çıkarları gereği Türk devletiyle olan her türlü ticari, ekonomik, askeri ve istihbarat paylaşımları gibi çıkarlarına dayalı ilişkileri sürdürmektedir.

Bu gerçekliğin ışığında, Kürt Ulusal Hareketi ve tüm devrimci, demokrat güçlerin emperyalist devletlerden ve kurumlarından duyarlılık ve Türk devletine baskı yapmalarını bekleme ve oradan bir gelişme olabileceği beklentilerine kapılma eğilimlerini bir kenara bırakarak, halkın öz gücü ve direnişleriyle kazanımlar yaratılabileceği gerçeğini görmeleri gerekmektedir.

Geçtiğimiz Newroz etkinliklerinde alanları dolduran yüzbinlerin  öfkesini doğru örgütleyerek, direnmeye ve kazanmaya odaklı bir mücadele hattının örülmesi elzemdir. Daha büyük saldırılara karşı daha büyük direniş ve karşı koymaya hazırlıklı olunması gerektiği kavranarak, gerek Kürt cephesinde gerekse devrimci yapılarda artan biçimde oluşan düzen içi iyileşme, sandık, seçim yoluyla kazanımlar elde etme ve demokrasi cephesi yaratma gibi, uzlaşmacı boş beklentilere yol açan, düşünce dünyasından ve pratiğinden kurtularak, yığınların bilincini karartan ve enerjilerini çar çur eden reformizmin, revizyonizmin yaratttığı erezyonlardan koparak,  militan devrimci mücadeleye yönelmek gerektiği bilince çıkartılmalıdır.