[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Tarımsal üretim uzunca bir süredir tartışılır durumdaydı. Özellikle geçtiğimiz yıl üretimdeki sorunlar, baskılar sıklıkla gündeme gelmekteydi. 2022 yılının sonuna doğru kuraklık gündemiyle karşımıza daha yoğun çıkan tarımsal üretim bugün depremler ile birlikte durma noktasına gelmiştir. Depremin yıkımı ciddi boyutlara ulaşmıştır. Sadece sanayi alanları değil köyler de bu yıkımdan ciddi oranda etkilenmiştir. Maraş, Adana, Malatya, Antakya, Adıyaman ve diğer iller tarım ve hayvancılık bakımından önemli iller olarak bilinmektedir. Dolayısıyla depremin etkisinin özellikle tarım ve hayvancılık açısından ciddi problemler yaratacağı öngörülmektedir.
2023 yılına enflasyon, zam, kuraklık ile giren köylülerin beklentisi ektiği ürünün maliyetini çıkarmak üzerineydi. Depremin ardından bu bölgelerdeki köylülerin neredeyse ekim için yapacağı hiçbir şey kalmadı. Zaten enkaz altında yüzlerce yakını kalan köylüler depremin üzerinden belirli bir süre geçtikten sonra üretim alanlarına tekrar dönebildi. Döndüğünde ise depolardaki ürünlerin enkaz altında kaldığı görüldü. Elde kalan ürünler ise tüccarlar tarafından üretim maliyetinden daha ucuza alındı!
DEPREM İLE DEĞİŞEN NEDİR?
Maraş merkezli depremlerin yıkıcı etkisi çok büyük. Şehir merkezlerini adeta yok eden deprem, kırlık bölgeleri de ciddi derecede etkilemiş durumda. Köylerdeki yıkım şehirlere göre daha az olmakla birlikte yıkımın etki çeperine giren köylerin de bakıldığında epey etkilendiği anlaşılmaktadır. Yine de daha güvenli alanlar olmalarından kaynaklı köylerin nüfusu depremden sonra arttı. Zaten şehir, kasaba merkezlerine yakın olan köylere göç hızlı bir şekilde gerçekleşti. Birçok köyde bundan kaynaklı tedarik sorunu baş gösterdi. Şehir merkezlerine dahi ulaşamayan devlet, köylere gitmedi ya da çok geç gitti. Kendi imkânları ile merkezlere ulaşan köylüler yardım ulaştırdı, yardım istedi. Köylerde özellikle ve en sık karşılaşılan tablo enkazları köylülerin kendilerinin kaldırmasıydı. Devletin bu konudaki acziyetinin en görünür yerleri köylerdi. Depremin üzerinden 1 ay geçmiş durumda. Egemen sınıfların temsilcilerinin “hızlıca inşa edeceğiz” söylemleri ve şovları bitmiş durumda. Zira henüz tonlarca enkaz şehir merkezlerinde duruyor. Köylüler ise kendi kaderine terk edilmiş durumda. Kendi kaderine terk edilme hali ise yeni değil. Zira depremden önce köylülerin sıklıkla dile getirmiş oldukları üretimi ve yaşamı idame edebilme sorunları bugün daha yakıcı bir biçimde hissediliyor. Malatya’da enkaz altında kalan kayısı ağaçlarının, Adıyaman’da geçim kaynağının büyük bir çoğunluğunu oluşturan tütün tarlalarının yok olması, Antakya’nın meyve, sebze üretiminin durmuş olması sorunların somut göstergesidir. Bunun yanı sıra neredeyse binlerce büyükbaş ve küçükbaş hayvan enkaz altında kalarak telef olmuş durumda. Köylülerin tek geçim kaynağı olan tarım ve hayvancılık tükenmiş durumda. Devletin köylüler için maddi destek ve borç silme gibi girişimleri olsa dahi bunların somut olarak köylere gitmemiş olması, bu yardım sözlerinin hiçbir karşılığının olmadığını gösteriyor. Zaten borç yükü altında olan köylülerin borçlarının 1 yıl ertelenmesi gibi trajikomik bir açıklamanın köylüler açısından hiçbir karşılığı yok. Ektiği bu yılki ürünler ile borçlarını ödeyemeyeceklerini defalarca söyleyen köylülerin öfkesi yeni durum karşısında daha fazla artmış durumda. Malatya’dan bir köylünün isyanı bunu özetler durumda: “Devlet malzeme ofisi fiyat açıklamadı. Biz de kurtarabildiğimiz ürünleri kendi imkânımızla satmaya çalışıyoruz. Burada emek var. Kimseden bir beklentimiz kalmadı artık. Zaten devlet burada 20 yıldır yok.”
“Devlet nerede” söylemi gündemde yer almaya devam ediyor. Deprem bölgelerindeki kitleler için “devlet nerede” isyanı ise daha çarpıcı. Yardımların ulaşamadığı köylere tüccar ulaşıyor! Tüccarlar mahsulleri maliyetinden daha aza alarak sözde yardım sağlıyor. Öyle ki tüccarlar “sizden bu ürünleri kimse almaz” diyerek ucuz fiyata mahsulleri alıyor. Köylüler ise, başka bir olanakları olmamasından kaynaklı mahsullerini elden çıkarmak zorunda kaldı. Bu tarz sorunlar deprem bölgelerinin birçoğunda geçerli. Köylülerin bu isyanının evveliyatı asıl dikkat çekilmesi gereken noktadır. Deprem yalnızca var olan durumu kötüleştirdi. Fakat deprem hiç olmasaydı da kriz ve enflasyon koşullarında üretim alanları boşalmaya başlayacaktı. Bugün köylerde artan nüfus ise ihtiyaçların daha fazla sorun olacağını gösteriyor. Başta sorduğumuz soru da bu yüzden önemli. Deprem ile değişen nedir? Deprem ile değişen tek durum, var olan koşulların daha fazla kötüleşmesidir. Depremden önce tarım alanlarının ekimi ve hayvancılık zor koşullarda gerçekleşmekteydi, sorunlar çözülmeyip artmakta, birikmekteydi. Özellikle sık sık dile getirilen maliyet artışlarındaki sorunlar bugün köylülerin karşısına devasa borçlar olarak çıkıyor. Tohum, gübre, ilaç, hayvan yemi gibi temel üretim gereksinimlerinin karşılanması zorlaştı. Üretim yapmaktan başka geçim kaynağı olmayan köylülerin sorunları bugün daha fazla artmış durumda. Devletin acziyeti, halkı çaresiz ve yalnız bırakması depremle olan bir şey değil. Var olan koşullarda da zaten geniş halk kitlelerinin, özelde de köylülerin görebildiği, hissettiği çelişkilerdi. Bugün devletin köylülere dönük cılız adımlarının hiçbir karşılığı olmamasının sebebi de budur!
KÖYLÜLERİN ÇELİŞKİLERİNİ ALEVLENDİR
Depremin yaratmış olduğu yıkım şehirlerde moloz yığınları ile görünürdür. Bu moloz yığınlarının şehir merkezlerinden kaldırılması, taşınması ayrı bir sorundur. Şehirlerde kalan halkın hemen yanı başlarında enkaz kaldırma çalışmaları sürüyor. Bu çalışmalarında en sık sorun ise asbest ve hava kirliliği… Halkın büyük bir kesimi bu havayı solumakta ve yaşamı için büyük bir risk almaktadır. Molozların döküldüğü alanlar ise başka bir sorunu içeriyor. Molozlar genellikle tarım arazilerine, akarsu yataklarının yakınına, köylerin çevresine dökülmektedir. Bu durum kapsamlı bir sorunu beraberinde getiriyor. Öncelikli olarak insan sağlığı açısından ne kadar riskli olduğu bilinir bir durum. Bunun neden olabileceği diğer sorun ise tarımsal üretimi yok edecek olmasıdır. Malatya’da bunun çok açık örneğini gördük. Malatya/Yeşilyurt ilçesine bağlı 17 köy bu moloz yığınlarından etkilenme riski taşıyor. Bu köylerden biri olan Üzümlü köyünün 667 metre uzağına moloz dökülüyor. Köylüler yolları kapatarak moloz dökümüne engel olmaya çalışsa da jandarma bu eylemi engelledi. Bu yalnızca bir örnektir. Benzer durumların birçok yerde yaşanması kaçınılmazdır. Hem köylülerin sağlığını hem de yaşam alanını tarumar edecek olan moloz dökümü ciddi bir sorundur. Özellikle şehir merkezlerine yakın olduğu için tercih edildiği düşünülürse merkeze yakın civar köyler bu durumdan en fazla etkilenecek konumdadır. İlerleyen süreçte tarımsal üretim yapacak olan köylülerin moloz yığınlarından kaynaklı üretim yapması olanaksızdır.
Bugün verili koşullar içerisinde köylülerin çelişkileri görünür, hissedilir durumdadır. Tepkisi büyüyen köylülerin çelişkilerini örgütlemek gerekmektedir. Özellikle orta köylü daha fazla yoksullaşma riski taşımaktadır. Uzunca bir süredir mevsimlik işçi azlığından yakınan orta köylünün bugün iş gücüne ulaşması da zorlaşmış durumdadır. Zaten ürettiğini ucuza satmak zorunda kalan, ürünleri yok olan, enflasyon ve zamlardan üretimi zorlaşan köylülerin sırtındaki küfe büyümektedir. Doğrulması ve yükleri bertaraf edebilmesi için örgütlülük temel ihtiyaçtır. Depremde sıkça söylenen “enkaz altında kalan devlet” söylemi geçici değildir. İlk andaki kadar gündem olmasa da halkın hafızasında bu kalıcı olacaktır. Yeniden inşa söylemlerinin temel sebebi de bu enkaz halini unutturma çabasıdır. Cumhurbaşkanı Erdoğan depremden 14 gün sonra “Mart ayında 200 bin konut inşasına başlayacağız” diye açıklama yapmıştı. Enkazların hâlâ durduğu şehirlerde iki ayda konut inşa edeceğiz söyleminin gerçeklikten uzak olduğu kanıtlanmıştır. Seçim gündeminin hâlâ sıcak olarak tartışıldığı bugünlerde depremin devletin imajında yarattığı yıkım unutturulmaya çalışılıyor. Unutturmayacak olan ise halkın acılarında mayalanan öfkedir.