AKP, hükümet olduğu günden bugüne kadar, birçok vaatte bulundu. Ancak bunların neredeyse hiçbirini yerine getirmedi. “Çözüm Süreci”, “Alevi Açılımı”, “Roman Açılımı” vb. onlarca açılım ve vaat, devleti yeniden yapılandırma ve süreci yönetme biçimi olarak kullanılmış, esas anlamda hedefine ulaşamamıştır. Bu vaatler yalancının mumu misali yarı yolda sönerek, ona umut bağlayanların hayallerini de suya düşürmüştür.
AKP hükümetinin bu planları hayata geçirebilmesi için, ilk elde belli bir hedef kitle üzerinde etkili olabilecek “popüler” birtakım kişi ve kuruluşları kendi yanına alması, onlar üzerinden ajitasyon ve propaganda başlatması gerekiyordu. Ağacın kurdunun kendi içinde olması misali, her dönem “kendi halkını düşünen”, “gözüne uyku girmeyen” birtakım “gönüllü“ kişiler çıkmıştır. Bunların hepsinin tipik özelliği; kraldan çok kralcı olmaları ve dün söylediklerini hemen bir çırpıda yalayıp yutarak en koyu devletçi veya dönemin hükümet gücü kimse onların koruyucu meleği kesilerek, dün içinden geldikleri hareket, parti veya inanç gruplarına saldırmalarıdır.
Şimdi faşizmin bu “apartları” TC tarafından, ÖSO denilen katil sürüleriyle beraber Rojava’nın Efrin kantonuna dönük başlatılan işgal girişimi vesilesiyle ekran ekran dolaşarak, katliamı sahiplenmekte, TC devletini aklamaya çalışmaktadır. Devletin bu dönemde en çok öne çıkardığı kişiler AKP içindeki Kürt milletvekilleri ve gazetecilerdir. Orhan Miroğlu, Mehmet Metiner, Galip Ensarioğlu, Nevzat Çicek, Yasin Aktay, Muhsin Kızılkaya, Savcı Sayan ve adını sayamadığımız birçok isim…
Devlet için en iyi Kürdün “ölü Kürt” olduğu gerçekliğinden yola çıkıldığında, satın alınmış, davasına ihanet ettirilmiş Kürdün vereceği zararın, sistematik ve topyekûn savaş planlamasının önemli ayaklarından biri olduğu karşımıza çıkar.
DEVLETİN KURŞUNUYLA KOMAYA GİRİP, AYNI KURŞUNU HALKINA SIKAN İHANETÇİ KÜRTLER
Kürtlerin mücadele tarihinde yaşanan yenilgilerde ya da gerilemelerde kendi içinden çıkan ihanetçilerin önemli bir payı olmuştur. Bugün bu role soyunmuş kişilerden iki bilinen kişiliği kısaca irdeleyelim…
Orhan Miroğlu, Mardin doğumlu bir Kürt’tür. 1970-1980 yılları arasında demokratik gençlik hareketi içinde bulunmuş, 1980 Askeri Faşist Cuntası sonra tutuklanarak yargılanmıştır. Türkiye Kürdistanı Sosyalist Partisi davasından 15 yıl mahkûmiyet cezasına çarptırılmış ve Diyarbakır Cezaevi’ne gönderilmiştir. 1999 yılından bu yana HADEP, DEHAP ve Demokratik Toplum Partisi Genel Başkan Yardımcısı olarak görev yapan Miroğlu, şimdi ise AKP Mardin Milletvekili…
80 AFC’si sonrası Diyarbakır Hapishanesi’nde devrimci, demokrat ilerici tutsaklara yönelik uygulanan insanlık dışı uygulamalardan elbette o da payına düşeni almıştır. İşkenceler, tecavüzler, dışkı yedirmeler… Eğer Miroğlu o dönem farklı bir pozisyonda değilse doğal olarak bunların hepsinden nasibini almış bir işkence mağdurudur. Miroğlu, Diyarbakır 5 No’lu Cezaevi İnceleme Alt Komisyonu Başkanı olarak komisyonun toplantısında ağlayarak o günleri anlatmıştır.
Orhan Miroğlu’nun serüveni bununla da bitmiyor. 1992 yılında TC’nin eli kanlı tetikçileri tarafından katledilen gazeteci ve Kürt aydını Musa Anter’le aynı arabada bulunan Miroğlu ağır yaralanır. Acaba Miroğlu bunu da mı unuttu? Sanmıyoruz… Ancak kendisine yapılan -bugün partisi tarafından yeniden uygulanmaya çalışılan TTE dayatması dahil- onca baskıyı, işkenceyi, ölüm tehdidi ve suikastı unutturan ve kendisine sıkılan o kurşunu şimdi kendi halkına yönelten bir katil durumundadır.
Miroğlu son Efrin saldırısına yönelik değerlendirmesinde şunları ifade ediyor: “Afrin operasyonu Kürt toplumunun özgürleşmesini sağlayabilir. Afrin operasyonu bölgede PYD ve YPG’nin kurduğu iktidar mekanizmasını dağıtacaksa, -ki operasyondan beklenen budur- diğer Kürt partilerinin bölgeye dönüp siyaset yapmalarını sağlayacaksa bu bir özgürleşmedir…” ABD emperyalizminin Irak’a yaptığı askeri müdahaledeki gerekçelerinin bire bir aynısı… Ancak bu defa faşizm, Kürt kimliğini sahiplenen ve Kürtlerin hakları için mücadele etmiş bir “şahsiyete” bu sözleri söyletiyor. Kürtler ihanetçilerine “cahş” derler. Miroğlu ise bu sınırı aşalı epey oldu.
Mehmet Metiner ise sanırız kendi halkına ihanetin en çarpıcı örneklerinden biridir. Mehmet Metiner AKP yöneticilerinin bile savunamadığı, söyleyemediği her şeyi çok kolay bir şekilde, büyük bir pişkinlikle dile getirmektedir. “Çözüm” sürecinin AKP’ye “kazandırdığı müstesna” bir kişiliktir.
Mehmet Metiner Kürtlerin AKP’ye tepkisine şu şekilde yanıt veriyor: “Onların genellemeci bakış açısıyla onlara AK Partili olmaktan gurur duyan bir Kürt olarak cevap vereyim: Kürtler AK Parti’ye değil, asıl PKK/HDP canibine küskün… Çünkü AK Parti Kürtlere her türlü kazandırırken, PKK/HDP Kürtlere tümden kaybettirdi…” (15 Ocak 2018 Star) AKP’nin Kürtlere kazandırdığı nedir acaba? Katliam, yıkım, işkence, asimilasyon… Bunların dışında belli bir kesim Kürt burjuvazisi ve büyük toprak ağası dışında bir şey kazanan varsa buyursun söylesin. Tarihi, kültürü, yaşamı, dili yok sayılan, işsizlik ve yoksullukla beli bükülen bir halkın, kendi kurtuluşu için mücadelesini “kayıp” olarak gören anlayış, ancak efendisinin artıklarından nemalanmaya çalışan bir zavallı olabilir.
Bu iki örnek bilinen ve çarpıcı örneklerdir. AKP içinde milletvekili ve parti yöneticisi düzeyinde yer alan Kürt kökenli birçok kişi bulunmaktadır. Bunların çok büyük bir kesiminin geçmişi, devlet tarafından mağdur edilmiş bir sürece dayanmaktadır. Kimi “kariyer”, çıkar hesapları yüzünden kimi ise TC devletine yönelmesi gereken tarihsel kinlerini kendilerine ve halkına çeviren, akıl almaz bir ihanet çemberi içinde faşist AKP ile ilişkilenmekte, bununla da kalmayarak en korkunç planların hayata geçirilmesinde ön ayak olmaktadırlar. Dünden bugüne bunlar faşist diktatörlüğün inkarcı, asimilasyoncu ve katliama dayalı politikalarının kolaylaştırıcı unsuru olarak işlev görmüşlerdir. Şimdi TV ekranlarında milletvekilinden gazetecisine, Efrin işgalinin faydalarını anlatarak psikolojik savaşın aktif militanları durumundadırlar.
Kürtlerin tarihinde geçmişten bugüne her dönem ihanetler olmuştur, olmaya da devam edecektir. İdris-i Bitlisi’den, Hamidiye Alayları’na, Şemdin Sakık’tan Orhan Miroğlu’na uzanan bu zincirde, kendi küllerinden yeniden doğmaya çalışan bir halkın haklı ve meşru mücadelesi bastırılmaya, yok edilmeye çalışılmaktadır. Ancak tüm bu ihanet saldırılarına karşı onurluca, başı dik mücadele eden ve halkı için tereddütsüz canını veren yiğit kadınlarımız, erkeklerimiz var. Bu halkın Diyarbakır Zindanları’ndaki zulme karşı, “Teslimiyet ihanete, direniş zafere götürür” diyerek direniş meşalesi olan Mazlum Doğanlar’ı, KDP’nin ihanetine karşı teslim olmaktansa bedenini kayalıklardan aşağı bırakan ve bir direniş simgesi olan Beritanlar’ı, DAİŞ çetelerine karşı direniş sembolü olan Arin Mirkanlar’ı, Efrin’de halkını korumak için düşmanın beyninde bedenini patlatan Avesta Xaburlar’ı var.