AB emperyalizmi bir emperyalist birlik olarak sürdürdüğü militarist politikaları merkezileştirmeye doğru adımlar atıyor. 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrası Batı Avrupa’da bugünkü Avrupa Birliği’nin kökeni olan ve 1951 yılında Belçika, Hollanda, Lüksemburg, Almanya, Fransa ve İtalya arasında kurulan Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu’nun öncülüğünde Batı Avrupa ülkeleri, İskandinavya ülkeleri, Portekiz ve İspanya gibi ülkeler Avrupa Savunma Topluluğu’nun (EVG) amaçları üzerinden birleşik bir ordu kurma tartışmalarını topluma yayarak sürdürür durumdaydılar. 2. Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrası sınırların yeniden düzenlenmesi temelinde ABD, İngiltere, Fransa ve SSCB’nin 1943 Moskova Deklarasyonu’nun hedefleri 1945’de bu devletlerin öncülüğünde Potsdam Konferansı ile “Potsdam Kararları” olarak yasal anlaşmaya dönüştü. Müttefik Devletler olarak ifade edilen ABD, Birleşik Krallık, Fransa ile Sovyetler Birliği arasında çeşitli anlaşmalarla Avrupa’da ulus devletlerin kuruluşu fiilen 1955’e kadar sürdü. 1949 yılında Demokratik Alman Cumhuriyeti’nin (DDR) kuruluşu ve 1955 yılında ise Polonya, Çekoslovakya ve Avusturya’nın parlamento ve anayasalarını oluşturarak kurulması ile Avrupa kıtasındaki “yeni düzen” sonuçlanmış oluyordu.
Ancak 1954 yılında kurulan Avrupa Savunma Topluluğu ile temeli atılan birleşik savunma ordusu düşüncesi, “yeni dünya düzeninde” bir sonuca ulaşması Avrupa emperyalist devletleri açısından olanaklı gözükmüyordu. 1957’de Avrupa Ekonomik Topluluğu ismini alan bu birliğe 1973 yılında İngiltere’nin de dahil olması ile Birleşik Avrupa Ordusu girişimleri emperyalist bloklar arasındaki çıkar ilişkileri temelinde sonuçsuz kalsa da İngiltere, Almanya ve Fransız emperyalistleri askeri anlaşmalarını; Birlik içerisinde silahlanma ve silah satım anlaşmalarını 90’lı yıllara kadar sürdürdüler. 2005 yılında ise başını Alman ve Fransız emperyalistlerinin çektiği “Avrupa Birliği – Savunma Birlikleri” Avrupa Parlamentosu’ndan da geçerek Avrupa Birliği savunma yasalarıyla tüm AB devletlerinin uyması gereken bir yasal anlaşma haline getirildi. 2005 yılında 3.000 kişilik bir özel ordu olarak açıklanan bu birliklerin mevcut sayısı ise sürekli değişkenlik halinde. AB anlaşmasının 42. ve 46. maddeleri değiştirilerek Avrupa Birliği savunması için AB’nin deyimiyle öncelikli olarak dünyanın “kriz bölgelerinde” konumlandırılmak üzere askeri birlikler kuruldu. Ancak AB emperyalistleri arasında ekonomik bütçe anlaşmaları ve buna bağlı görevlendirmeler noktasında istenilen düzeyde bir uzlaşma sağlanamadığı için ve yine Avrupa dışında NATO birlikleri dışında askeri üslere karşı duran İngiltere’den kaynaklı Avrupa içerisinde Birleşmiş Milletler ile yapılan anlaşmalarla bu askeri birlikler Bosna Hersek ve Arnavutluk’ta konumlandırılabildi.
AVRUPA BİRLİĞİ ORDUSUNA GİDEN ADIMLAR İLE MİLİTARİZM
2005 yılında AB’nin uygulamaya koyduğu savunma birlikleri öncesinde AB Konseyi’nin resmi belgesi olan “Avrupa Savunma Metni” raporu adı altında 2004’de bir strateji metni yayınlandı. Burada dünyada uluslararası düzeyde sonuçlar yaratacak krizlere ve savaş durumlarına ilişkin AB`nin kontrol ve güvenlik araçlarının yetersiz olduğuna dair belirlemeler yapılmaktaydı. Avrupa Birliği’nin sınırları dışında askeri müdahalelere ve koruyucu askeri operasyonları yönetecek düzeye gelmesi için adımların hızlanması gerektiği gibi hedefler açıklanırken bu konuda çarpıcı örnek ise Körfez savaşına atıfta bulunarak yapılıyordu. “Avrupa Birliği kendisini Ortadoğu’daki askeri sorunları çözecek düzeyde geliştirmek durumundadır. Ortadoğu’da askeri müdahale gücünü ve gelişimini 1990-91 yıllarındaki Körfez Savaşı’nın askeri kapasite düzeyinden daha üstün düzeye ulaşarak gerçekleştirebilir”, “Ulaşmamız gereken düzey hava saldırıları, karadan askeri saldırıları ve merkezi nokta hedefleri askeri operasyonda kombine edebilen bir güç düzeyi oluşturmaktır” gibi hedeflerin açıklandığı raporda ABD emperyalizminin 90’lı yıllarda ve Irak işgalindeki askeri çapının aşılmasını bir hedef olarak belirlemesi öne çıkıyordu. Raporda ifade edilen ABD’nin Kuveyt’in işgali üzerinden yaşanan Körfez Savaşı’nda resmi sayılar bakımından yaklaşık 300 bin insan ölmüştü. (European Defence Paper, ISS, 2004)
Neo-liberal ekonomik politikalar emperyalistler açısından belli çıkmazları beraberinde getiriyordu. 2007’de patlak veren emperyalist mali krizin ardından AB emperyalistleri ekonomik buhranın sarsıcı etkilerini aşabilmeye dönük politikalarını “AB Ekonomi Paketi” anlaşmaları ve benzeri ekonomik kararlar ve anlaşmalar üzerinden uygulamaya çalıştı. Avrupa Birliği içerisindeki ülkelerin büyük çoğunluğu farklı düzeylerde, sosyal hak ve kazanımların yok edilmesi, sosyal yıkım uygulamaları ve özelleştirme politikaları ve çokuluslu tekellerin eline geçen devletin sanayi ve çeşitli üretim alanlarının satılması ile sürdürülen bir neo-liberal ekonomi oluşturdu.
Burjuva ekonomistlerin dahi satır aralarında ifade ettiği gibi temel kuralın kendisi “Radikal Neo-Liberalizm İçin Radikal Militaristleşme” olarak ifade ediliyordu. Bu ifadenin kendisi AB ordusu hedefi için 2009’da AB ülkeleri dışişleri ve savunma bakanlarının imzaladığı yeni anlaşma ile “Güvenlik Ve Savunma Politikaları Ortaklığı” adı altında varılan anlaşmanın temel anlayışını oluşturmaktadır. Bu anlaşma ile birlikte AB ülkeleri olağanüstü durumlarda alınacak kararlar ile AB içerisinde ve sınırlarının tehlikesi durumunda askeri müdahalede bulunabilecek. Anlaşma herhangi bir AB ülkesinin dışarıdan gelen askeri bir saldırıya uğraması durumunda diğer AB ülkelerinin askeri müdahalesini zorunlu hale getiriyor. Yine bununla birlikte dönemin AB Komisyon Başkanı Jean Claude Juncker ise 2015 tarihinde birleşik bir AB ordusunun gerekli olduğunu ifade ederek adımların hızlandırılması gerektiğini ifade etti. Juncker ayrıca AB Parlamentosu’nda savunma bakanlarının çalışmalarını hızlandırması ve stratejik askeri anlaşmayı hayata geçirmeleri gerektiği “talimatını” verdi.
2016 yılının Eylül ayında Bratislava’da gerçekleşen AB Bakanları buluşmasında Avrupa Birliği ordusunun ön koşulu olarak PESCO (Permanent Structured Cooperation/Sürekli Yapısal İşbirliği Anlaşması) 25 AB ülkesi tarafından onaylandı. PESCO, AB ordusunu oluşturacak sürecin tek tek AB ülkelerinin askeri işbirliği, silah satışı ve askeri operasyon birliklerinde geniş işbirliği uygulamaya dönük gerçekleşiyor. AB ülkelerinin farklı biçimlerde aralarında askeri birlikler oluşturması ve anlaşmalara gitmesinin pratik olarak önünü açan bu anlaşma İngiltere`nin AB`den ayrılması ile birlikte hızlanarak sürdürülmekte.
Bu adımların bir yansıması olarak 2016`nın sonunda AB Savunma Fonu oluşturularak AB bütçesinden 2021 ile 2027 yılları arasında her yıl birleşik bir ordu için 3,5 milyar Euro’nun yatırılması kararlaştırıldı. Savunma fonuna yapılan yatırım ile birlikte Avrupa Yatırım Bankası’nın da ülkelere bölünmüş kredi uygulamaları ile silahlanma projelerini finanse etmesi sağlanacak. 28 AB ülkesi içerisinden 25 ülke “stratejik sürekli işbirliği” anlaşmasını imzalayarak AB Savunma Anlaşması’nın maddelerinin değiştirilmesi ile bütçeye yatırım yapmaya zorunlu hale getirildi. AB`nin kendi içerisinde kısmi çelişkiler olsa da AB Ordusu’nun 2021 ile 2027 yılları arasında oluşturulması için Alman ve Fransız emperyalistleri çalışmalarını hızlandırmış durumda.
2009 yılında Fransa ve Almanya Libya savaşına askeri müdahale hedefli adımlar noktasında istediğini alamasa da Kuzey Afrika ülkelerinde şimdiden askeri üslerini oluşturmanın hedefi içerisinde. Buna göre Libya, Fas, Tunus ve Cezayir’de ortak askeri üsler oluşturmaya çalışan Almanya ve Fransa devletlerinin bu işbirliğini İtalya, İspanya, Avusturya ve Hollanda da desteklediğini açıkladı. Suriye’de emperyalistlerin eliyle sürdürülen bölgesel savaşın emperyalist güçler arasında farklılaşan ve sürekli değişken işbirliğine karşın ise AB giderek büyüyen bir silahlanma sanayisi oluşturuyor. Emperyalist militarist politikalarını tarihsel gelişim içerisinde birleşik ordu noktasında somutlayan AB ülkelerinde 2008 ekonomik krizi ile birlikte kesintiye gidilmeyen tek alan silahlanma ve ordudur. Rakamlar düzeyinde ise silahlanma bütçeleri AB’de sürekli yükselir şekildedir.
Ancak militarist politikalar ülke içerisinde baskı politikaları ile sürdürülerek “güvenlik kurumlarının” ülke içerisinde toplumsal alanda ve sokakta güçlendirilmesini birlikte getirdi. 2009 Avrupa Futbol Şampiyonası ile birlikte Avrupa Birliği ülkeleri yer yer ordu birliklerini sokağa çıkararak “güvenlik sınırları” oluşturdu. Toplumsal yaşam içerisinde ordunun görünürlüğü Almanya, Belçika, Fransa, İtalya ve Avusturya’da güçlenirken basın ve medya olmak üzere, okullarda ve eğitim alanlarında askeri propagandalar sistematik olarak sürdürülüyor. Henüz profesyonel ordu (paralı ordu) oluşturamayan devletler 2009 ile 2011 yılları arasında zorunlu askerlik yerine profesyonel ordunun oluşturulması için halk oylamaları gerçekleştirdiler. Örneğin Avusturya’da dönemin hükümeti 2013 yılında bu konuda meclisteki muhalefeti geçemeyince bir halk oylaması gerçekleştirmek durumunda kalmıştı. Halk oylamasında profesyonel ordunun halkın çoğunluğu tarafından reddedilmesi ile birlikte mevcut hükümet meclise yeniden bir taslak önerisi sunmaya hazırlanıyor.
Militarist politikalar paralı askerliğin devlet kurumları ve özel taşeron şirketler eliyle teşvik edilmesinde belirgin bir biçimde görülmektedir. AB emperyalistleri dışarıya dönük militarizmi güçlendirmenin önkoşulu olarak profesyonel orduyu görmekteler. Avrupa`daki ırkçı partiler ve burjuvazinin büyük bir bölümü kendi güvenliklerini ülke içerisinde bir profesyonel orduda görmektedirler. Avrupa`da sınıf mücadelesinin gelişimine ve toplumsal muhalefetin, gençliğin sokaklarda militan bir harekete dönüşme ihtimaline karşı profesyonel ordu öne çıkarılmaktadır. Zorunlu askerlik yapan gençliğin halka karşı silahlanması veya emirlere uymasında bir garanti olmadığı gibi egemenler açısından engeller oluşturmaktadır. Profesyonel ordu ise farklı bir militarist devlet gücü olarak paramiliter bir nitelik taşımaktadır. Burjuvazi için dışa dönük militarizm içte faşistleşme ve militarizm biçiminde gelişmektedir. Bunu I. ve II. Emperyalist Paylaşım Savaşları’nın tarihsel deneyimlerinde; emperyalizmin henüz sosyal emperyalist olduğu aşamada SSCB ile arasındaki güç savaşında; dünyanın talan edilmesi ve sömürülmesi hedefli körüklenen savaşlarda görebiliyoruz. Vietnam Savaşı, Afganistan işgali, Yugoslavya’daki savaş ve benzeri savaşlarda militarizm aynı zamanda içte baskı politikaları ve gericileşmeyi güçlendirmiştir.
Alman işçi sınıfının komünist önderi Karl Liebknecht 1.Emperyalist Paylaşım Savaşı öncesinde uluslararası komünist harekete, komünistler açısından günümüzde de geçerliliğini koruyan enternasyonalizm ve sosyalist anti-militarizm noktasında programatik görüşler sunmuştur. Militarizmin içe dönük bir saldırganlık olduğuna dair K. Liebknecht şunları belirtmektedir: “Sürdürdüğü amaçlar ve görevleri bakımından, dış siyaset iç siyasetin devamı, uzantısından başka bir şey değildir. Birbirlerini destekler ve tamamlarlar; dış siyaset iç siyasetin araçlarını ve yöntemlerini kullanır, iç siyaset de dış siyasetinkileri kullanır.” (s. 293)
“Militarizmin “içsel” boyutu, “halkın ve özellikle de işçi sınıfının bağımlılık altında tutulması amacıyla ordunun iktisadî ve siyasal mücadelede zor aracı olarak kullanılması” ile doğrudan bağlantılıdır. Bu anlamda militarizmin başlıca görevi “iç düşmana” karşı mücadeledir” (s. 118)
Emperyalist-kapitalist burjuvazi için “iç düşman“ ilk olarak işçi sınıfının örgütlü güçleri ve anti-emperyalist, anti-faşist örgütlü güçlerdir. Bu açıdan emperyalizme karşı mücadele aynı zamanda tutarlı bir anti-militarist siyasal çizgi temelinde gelişebilir. Uluslararası proletaryanın enternasyonal mücadele olanaklarını yaratma ve her ülkenin proletaryasının emperyalizme karşı mücadelesi sınıf kardeşleriyle birlikte kendi ülkesindeki burjuvaziye karşı mücadele olarak sürdürülmek zorundadır. Bu ilkesel yaklaşım bilince çıkarılmalı ve buradan doğru bir mücadele geliştirilmeli ve desteklenmelidir.