BOB AVAKİAN’IN DÜŞTÜĞÜ BATAKLIK! FİLİPİNLER KOMÜNİST PARTİSİ’NİN ÇIKMAZ SOKAĞI!
ABD emperyalist sistemi, 2008’de baş gösteren ekonomik kriz ile birlikte süreç içinde politik bir krizinde içine de sürüklenmiştir. Zira 2008 krizi basit bir finans ve üretim krizi değildir. Bu kriz çok kapsamlı, oldukça derin ve bir bütün sistemin birikim modelinin artık sürdürülmesinin zor olduğunu gösteren, yeni birikim modelleri tartışmasına yol açan bir niteliğe sahiptir. 2008 krizinin adeta tüm etkileri ve belli oranda sürekliliği ile birlikte bugüne kadar taşındığı görülmektedir. Ekonomide, büyük deprem sonrası bitmeyen artçı depremlerin devam ettiği ve yeni daha yıkıcı bir depremin gelmekte olduğu görülmektedir. Bu tablonun emperyalist sistemin politik krizine de çarpan etkisi yaptığı görülmüştür. Ortadoğu’dan Afrika’ya, Uzak Asya’dan Kafkaslara, Latin Amerika’dan emperyalist merkezlere, Balkanlardan Doğu Avrupa’ya kadar uzanan ciddi bir iktisadi ve politik kriz söz konusudur. Bu krizli ortam emperyalistler arası çelişkileri ve emperyalistlerle yarı-sömürgeleri arasındaki ilişkileri etkilediği gibi emperyalist ülkelerin kendi iç klikleri arasındaki mücadeleyi de etkilemiştir. Genel anlamda dünya emperyalist-kapitalist sisteminin derin bir politik kriz içinde olması durumu karşımıza çıkmıştır ve bu kriz durulmayacaktır.
Dünya emperyalist-kapitalist sisteminin başat gücü ABD’nin bu krizden en fazla etkilenen konumda olması bir kader ya da tesadüf değil diyalektiğin doğal seyridir. Zira başat güç olması, krizli ortamı diğer emperyalist güçler için daha iştahlı hale getirmekte, ABD emperyalizmini geriletecek hamlelerin daha güçlü yapılmasını getirmektedir. Çin’in ekonomik alanda Rusya’nın politik-askeri alanda bu hamleleri açık, net ve gün gün daha kararlı bir şekilde örgütlemesi söz konusudur. AB emperyalistleri ise “Batı emperyalist” blok içinde ABD’nin önderliğini ve etkisini kırma peşindedir. Bu çok katmanlı bir çatışma, gerginlik ve mücadele demektir. Bu çok katmanlı kriz ortamında ABD emperyalist sistemi içinde de tekelci burjuvazi arasındaki mücadele doğal bir seyir içinde boyutlanmış, boyutlanmaya devam edecektir. Gerileme eğilimi içine giren gücün, krizli yapısının içinde klikler arası mücadelenin kaçınılmaz olarak tırmanacağını diyalektik-tarihsel materyalizm bilimi bize öğretmiştir.
BAĞIMSIZ POLİTİK KİMLİĞİN ÖNEMİ!
Bu kliklerin çelişkisinin artması, devrim için ezilen halklar ve uluslar için yeni fırsatlar ve olanaklar anlamına gelmektedir. Ancak doğru bir politik tutum, gelişmeleri doğru analiz etme ve elbette işçi sınıfının, ezilenlerin örgütlülük düzeyinin gelişkinliği bu olanakları ciddi düzeyde kullanmayı başaracaktır. Ancak daha önemlisi bu durumdan faydalanmak ancak proletaryanın kendi sınıfsal çıkarlarına dayanan “bağımsız politik eylemi ve kimliği”ni kuşanması ile olanaklı olacaktır. Yani Mao yoldaşın deyimiyle proletaryanın “siyasi çizgisi” belirleyici olacaktır. Marks ve Engels, şu temel prensip sayılacak belirlemeyi proletarya kendi için bir sınıf olarak henüz sahneye yeni çıktığı süreçte belirlemiştir: “Bağımsızlıklarını korumak, kendi güçlerini ölçmek, devrimci tutumu ve duruşu kamuoyuna sergilemek, politik ilerlemenin gerçekleşmesi”. Bu tutumu gözden kaçıran proletaryanın siyasi temsilcilerinin, sınıf işbirlikçi, revizyonist ve oportünist çizgide demirlemesi çok uzun sürmemektedir. “Bağımsız politik eylem” meselesi Lenin, Stalin ve Mao yoldaşlar tarafından her türlü çelişki, ittifak, politik tutum ve konumlanışta asla unutmadıkları, hassasiyetle ve kıskançlıkla gözettikleri bir mesele olmuştur. Zira bu aynı zamanda ideolojik bir konumlanışa da tekabül eder. Bu ideolojik kimlik proletaryanın tarihsel yürüyüşü, devrimleri sürdürmesi ve komünizmi inşa etmesi açısından zorunludur, tarihsel bir zarurettir.
Yakın zamanda gerçekleşen ABD başkanlık seçimlerinde, ilerici-devrimci ve hatta kendine “Maoist” diyen kimi güçlerin aldığı tutum içinden geçilen tasfiyeci, reformist sürecin ve proletaryanın bağımsız politik eylem ve kimliğine yönelik kuşatmanın ne düzeyde büyük olduğunu göstermiştir. Joe Biden ve Donald Trump arasında geçen başkanlık yarışında, tüm dünya gözünü bu yarışa çevirip ve sandıktan çıkacak skor tabelasına kilitlenmiştir. Seçim tartışmasının ana ekseni ise “faşizmi, militarizmi, ırkçılığı, kadın düşmanlığını ve gericiliği” temsil eden Trump ile buna karşı kötünün iyisi sayılabilecek yani “burjuva demokratik normlara bağlı” kalacak Biden arasında bir mücadele algısı oluşturuldu. Yani tekelci emperyalist burjuvazinin iki kliği arasındaki bir mücadele değil iki ayrı değerler silsilesinin temsilcileri arasında bir mücadele gibi mesele tanımlandı.
Trump faşizmi emperyalist ABD’nin başına musallat etmeye çalışan gerici burjuva tekellerin en gerici, en şoven temsilcisi; Biden ise burjuva demokrasisini korumaya çalışan daha makul bir “burjuva.” İşte oluşturulan denklem, yapılan tartışmalar bu odaktan süreç boyunca kaymadı.
FAŞİZMİ ANLAMAYANLAR, GELİŞMELERİN NİTELİĞİNİ DE ANLAYAMAZ!
Bu tüm dünya halklarına sunulan tabloydu. ABD’nin vahşi, barbar ve acımasız bir emperyalist sistem olduğu, 75 yıldır dünya emperyalist-kapitalist sistemin önderi olarak ezilen halklara ve uluslara her türlü zulmü uyguladığı bu seçimler sürecinde olduğu kadar hiçbir dönem silikleştirilmemiştir. Çünkü barbar da olsa vahşi de olsa “burjuva demokrasisi” tercihiyle bir emperyalist sistem tercih edilebilir şeklinde bir pozitivizm adeta hortlatılmıştır. MLM’nin faşizm tahlili aşındırılarak, gelişmeler ve sürecin yanlış okuması, endişe ve korkularda tırmandırılarak adeta tarumar olmuş bir ideolojik konumlanış durumu oluşmuştur.
Birincisi, emperyalist-kapitalist sistemin diktatörlüğünü sürdürmesi için iki tip yönetim ihtiyacı vardır. Birisi burjuva demokrasisi diğeri ise faşizm. Faşizm emperyalist çağın bir çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Tekelleşen burjuvazinin, rekabetçi kapitalist dönemdeki kısmen ilerici barutu artık tükenmiş, sistemi kapsamlı ve çok yönlü krizlere gebe hale gelen bir yapıya kavuşmuştur. Bu durum burjuva gericiliğinin ulusal çıkarlarını, sermayesinin krizli yapısını yönetmek için en gerici, saldırgan, şoven ve çürümüş bir yönetim biçimine ihtiyaç duymasını getirmiştir. En kaba haliyle faşizm “finans kapitalin en gerici, en şovenist, en emperyalist unsurlarının açık terörcü diktatörlüğü” olarak tanımlanır. Bu burjuva egemen sınıfların diktatörlüğünün bir başka biçimidir aynı zamanda. Tekelci burjuvazinin, burjuva demokrasisi seçeneğine emperyalist çağda eklemek zorunda kaldığı sistematik bir yönetim biçimi. Burjuva demokrasisine sahip bir emperyalist-kapitalist sistemin faşizme geçişi, evrilmesi öyle kolay olmayan, oldukça kanlı, büyük politik krizler eşliğinde, tarihsel şartların zorunlu itimi ile mümkün olabilir. Sistem biçim değiştirirken zorlu, büyük çelişkileri bağrında taşıyan, kanlı bir yolla bunu hayata geçirir. O durumda egemen sınıf klikleri arasındaki çelişkinin boyutu, kitlelerin konumlanışı, güç dengelerinin yeniden kurulması, uluslararası çelişkilerin niteliği gibi bir dizi gelişmenin elverişliliği aranır. Hele başat emperyalist bir güç için bu daha fazla geçerlidir.
İkincisi, faşizm bir kişinin faşist yapısıyla açıklanabilecek bir mesele değildir. Bu bağlamda burjuva demokrasisinde şoven, gerici, bağnaz şahsiyetlerin belli şartlar ve koşullar içinde bakan, başbakan ve başkan (cumhurbaşkanı) olması o sistemin faşist bir karaktere büründüğü, sistem değişiminin gerçekleştiği anlamına gelmez. “Bir seçim” yarışının sonucu ile sistem biçim değiştirmez, yeni şekil almaz. Tarihsel deneyimler bunun göstergesidir. Pek ala ki tarih bize şunu da göstermiştir: kurulu sistem içinde “sosyalizm” söylemiyle ve kişilik yapısıyla bir “liderin” eşliğinde burjuva diktatörlüğün yürütülmesi ya da faşist karakterde özellikleriyle seçilmiş bir “lider” aracılığıyla aynı sistemin işlevlenmesi. Mesele egemen burjuva sınıflarının çıkarlarının ne olduğudur. Kurulu sistemin kuralları, yasaları içinde o liderin kendini var edip var etmediğidir. Faşizme geçiş ise kurulu sistemin artık çatırdadığı, toplumsal-siyasal-iktisadi çelişkilerin artık yönetilemeyecek noktaya gelmesi ve egemen sınıf klikleri arasındaki güç dengelerinde beklenti ve gelecek kaygılarında köklü değişimin onları artık başka bir arayışa zorlamasından ortaya çıkar. Almanya’da Hitler önderliğinde faşizmin gelişini doğuran şartlar böylesi şartlardır. Savaş kaybetmiş, büyük krizler içinde debelenen, var olan sistemin artık kitlelerde karşılığı olmayan, Alman burjuvazisinin yeni pazar alanları için doymak bilmeyen bir iştah ve hevesle yanıp tutuştuğu, sosyalizmin dünya sistemi için tehdit haline geldiği ve tüm ezilenlerin gündemine girdiği, emperyalist egemenlikte güç dengelerinin değişim arayışına durduğu bir koşulda oldukça kanlı, zorlu ve ağır bir sürecin sonunda faşist diktatörlük biçimi hayat bulmuştur. Köklü burjuva demokrasisine sahip emperyalist ülkelerin, faşizmin tarihsel olarak kargış edildiği gerçekliğini unutması, çok zorunlu ve baş edemediği kriz koşullarında bu sistemi bir bütünlük içinde, burjuva demokrasisini kenara bırakarak tercih etmeye yöneleceğini unutmak, burjuvazinin aklını ve tarih bilincini fazla küçümsemek olacaktır. Ekonomik şartların yanında politik-ideolojik-kültürel ve siyasal geleneklere yönelik üst yapı öğesinin yok sayıldığı bir tek yanlı idealizmle sorunu ele almak olacaktır. Bu durumda da burjuva demokrasisine dayalı emperyalist sistemlerin faşizmi tercih etmeye zorunlu kalacağı tarihsel zaruretlerin ve yoğunlaşan çelişkilerin onlar için ciddi bir beka sorununun boy vermesiyle olanaklı olacağını görmek gerekir.
Üçüncüsü, emperyalizm çağında faşist devlet biçimi yarı-sömürge, yarı-feodal ülkelerin iktisadi ve siyasi şartlarından kaynaklı süreklilik arz eder. Aynı şekilde yarı-sömürge, yarı-feodal ülkelerin de “burjuva demokrasisine” geçmesi onun istemi, niyeti ile ilgili değildir. Emperyalizm çağında bu ülkelerde demokrasi sorunu artık bir devrim sorunu, proletaryanın önderliğini üstlendiği bir devrim sorunudur. Mao yoldaşın eşsiz katkılarıyla gerçekleşecek devrimin sistematiği ise YENİ DEMOKRATİK DEVRİM olarak adlandırılır. Yani proletarya önderliğinde sosyalizme tarihsel geçiş koşullarını sağlayacak bir demokratik devrim. Bu bağlamda egemen sınıfların faşizmden burjuva demokrasisine geçişi ya da burjuva demokrasisinden faşizme geçişi kolay bir mesele değildir. Birincisi proletarya önderliğinde bir devrimi şart koşarken, ikincisi ise dünya sisteminin yaşadığı krize, emperyalist güçler arasındaki çelişkinin boyutuna ve egemen burjuva sınıfların yönetmede yaşadığı zorluklara bağlıdır.
Dördüncüsü, gerici burjuva-demokratik yönetim biçimlerinde saf bir demokrasinin olmadığı gibi faşizan uygulamaları sistemin kendisine içkindir. Gelişmelerin seyri, krizi yönetme ihtiyacı olarak faşizan uygulamalar burjuva-demokratik biçimin egemen olduğu durumlarda da tırmanıp etkin bir hale gelebilir. Bu gerici, şoven, ırkçı ve en gerici baskıya dayalı saldırganlık emperyalist sistemin her zaman ihtiyaç duyduğu, faşist biçime bürünmeden burjuva-demokrasinin sınırlarını aşmadan ancak onun içinde yer alarak hayata geçer.
Emperyalist merkez ülkelerde yani burjuva demokrasisi ile diktatörlüğünü sürdüren ülkelerde şovenizm, ırkçılık, militarizm, kadın düşmanlığı, anti-komünizm ve işçi-emekçilere yönelik siyasal baskılar her zaman var olmuştur. Bazı dönemler gericilik dalgasının boyutlanması bu var olan sistemin faşizme evrildiğini göstermez. Faşizm başlı başına bir yönetim biçimidir. Zira faşizmin inşa olduğu koşullarda artık sistem dışına çıkarılan sınıflar, katmanlar, kesimler genişler ve tüm toplumsal denge ve toplumsal devrimin araçları, sınıf ittifakları değişime uğrar. Proletaryanın ittifak politikası, mücadele biçimi faşizm koşullarda başkadır burjuva demokrasisinin olduğu koşullarda başkadır.
Yani sistem değişikliği olmadan liderlerin tutumu, sistemin dönemsel olan ya da belli parçalarda saldırıları faşizan biçimlerde hayata geçirmesini faşizm olarak tanımlamak yanlıştır. Bu faşizmin teorik tanımını sulandırır. Nesnel durumu toplumsal devrimin şartlarını ve koşullarını yanlış çözümlemeye, kitlelerin doğru temelde bilinçlenmesini ve doğru araç ve yöntemlerle sisteme karşı savaşıma girmesini sorunlu hale getirir.
BURJUVA DEMOKRASİSİ FAŞİZAN UYGULAMALARA İÇKİNDİR! SAF DEMOKRASİ ARAYIŞI AHMAKLIKTIR!
ABD başkanlık seçimleri vesilesiyle, faşizm ve burjuva demokrasisi meselesi, liderlerin faşizan eğilimleri ve temsil ettikleri burjuva sınıfların burjuva-demokratik ölçüleri aşındırmaya yönelik daha gerici yönelimleri üzerinden ciddi bir bilinç kırılmasına, sınıf ittifakları meselesinde ve taktik politikalarda sınıf işbirlikçiliğine yol açan, reformist hatta demirleyen bir hattı örgütlemeyi getirir. Ve bunun emarelerini bugün tespit etmek olanaklıdır.
Trump’ın ABD emperyalist politikalarında ve yöneliminde esasta bir değişikliğe gitmeksizin, iç politikada ırkçılığı körükleyen, kadın düşmanı ve gerici gelenekleri destekleyen, işçi ve emekçileri yeni ekonomik saldırılarla kuşatan, devletin zor aygıtlarının şiddetini boyutlandıran, şoven-ırkçı örgütlenmelerin ve silahlanmalarının önünü açan, devlet mekanizmalarında gerici “beyaz” ırkın mensuplarını ve tarikatları etkin kılan, tüm bunlara uygun yasal düzenlemeler yapan bir tutumu vardır. Bunun yanında tekelci sermayenin krizine çözüm için ulusal sınırları daha güvenli alan haline getirmeye yönelik ticaret savaşları-gümrük duvarları ile dönemsel ve geçici yapıya sahip kapanmacı politikaları daha güçlü savunması ve bunun özellikle “batı değerleri”ne yönelik aşındırmayı ve “batı emperyalist” blok arasında gerginliği arttırması, neo-liberal politikaları daha tartışılır hale getirmesine yol açmıştır. İşte tam da Trump kliğinin burjuvazinin “liberal” ekonomik ve politik argümanları kısmen aşındırması, bunu yaparken doğal olarak “sağcı” bir hatta daha gerici söylemleri kullanması, kısmi ulusal kapanma eğilimi yönelimi ve dönem dönem tekelci burjuvazinin iç politikada bu hatta girdiği tarihsel gerçeklik unutularak FAŞİZM tartışmasına yol açmıştır.
Trump’ın salgın sürecini yönetme biçimi, emekçilerin büyük bir sağlık sorunu karşısında gerici argümanlar ve pervasız yaklaşımlarla ele alması onun “faşizmi inşa ettiğine” yönelik iddialar ve yaklaşımlar için yeni argümanlar eklenmesine neden olmuştur. Polisin ABD’de rutin hale gelen ırkçı ve siyahilere yönelik saldırılarına ve katliamlarına karşı “beyaz ırk” savunmasını daha önceki seleflerinden daha açık yapması bir olgudur. Mayıs ayında siyahi bir gencin katledilmesiyle başlayan ve aylarca süren “Black Lives Matter” hareketine karşı, kendi gerici kitlesini bu harekete karşı açıktan düşmanlaştıran ve saldırganlık dozunu bu vesileyle arttıran yaklaşımı da bir olgudur. Bu olgular Trump ile ABD sistemi ve önceki başkanlar arasında bir ayrım yapmaya götüren yaklaşımlara yeni dayanaklar oluşturmuştur. Bu hareketin daha önceki anti-faşist hareketlere göre nispeten radikal niteliklere sahip olması ve pandemi koşullarına da meydan okuyan bir cesaretle sokakları doldurması durumu vardır. Trump gericiliğinin hareketin bu özellikleri karşısında, seçim ortamının da yarattığı iklimle kendi belirlediği hedef kitleyi paralize etme, seçim dolgusu olarak kullanma çabası gözden kaçırılmayacak bir gerçektir. Bu pervasız konumlanış, anti-faşist hareketi hem kabartmış hem de Trump karşıtlığı niteliğini öne çıkarmıştır. Bu isyanın seçim öncesi dönemde ve ABD emperyalist tekelleri arasındaki klik çatışmasının arttığı ortamda ortaya çıkması, Biden önderliğinde Demokratların bu hareketi Trump’un tersine kendi lehine kullanma girişimleri ABD seçimlerini daha güçlü şekilde faşizm ile demokrasi arasındaki bir seçim yarışı iklimine sokmuştur. Seçimlere yönelik ilginin ekonomik ve politik kriz, salgının etkilediği koşullarda olabildiğince politize olan yapısına bir de bu durum eklendiğinde, kitlelerin politik şekillenişi sorun karşısındaki tutumu da uç noktalara doğru savrulmuştur.
Tüm bunlara özellikle son 20 yıldır, emperyalist-kapitalist sistemin ve onlara bağımlı uşak devletlerin liderlik profilinde oluşan “seviyesiz”, “lümpen”, “popülist” karakterlerin adeta bir eğilim olarak şekillenmesi eklenmelidir. Bunların olabildiğince düzeysiz, bilindik diplomatik kaideleri aşan, iç siyasette kitlelerin ulusal gurur ve popülist yönlerine oynayan bir tutumu vardır. Bu lider profili aşırı pervasız, hasımlarıyla ilişkilerinde aşağılayıcı, kendini destekleyen kitlelerin ruhuna hitap ederek desteğini güçlü tutup varlığını uzatmaya çalışan bir çizgiyi oluşturmuştur. “Sol” cenahta bunun örneği Chavez iken o sosyalizme ya da demokratik devrimde ilerlemeye yol açmayı sağlamayan, kitlelerin devrim ve sosyalizm sempatisini kuru ve kabadayıvari anti-ABD’ci ama içerikten yoksun bir siyasi çizgiyle “sol popülizmin” ötesine geçmeyen bir liderlikle gerçekleştirmiştir. Diğer gerici egemen devletler ve sistemler ise Fransa’da Sarkozy ile başlayan Macron ile devam eden, Türkiye’de Tayyip Erdoğan, Filipinler’de Dutarte, Ukrayna’da Timeşenko, Gürcistan’da Saakaşvili, Macaristan’da Orban, Brezilya’da Bolsonaro, İngiltere’de Johnson ve nihayet Trump ile lümpen, cinsiyetçi, şovenist ve gerici söylemlerle dayandıkları kitle tabanını tutmak ve gerici sağcı dalganın üstünde sörf yaparak bir liderlik oluşturmuşlardır. Bu düzeysiz, lümpen, içeriksiz ve seviyesiz liderlik tarzının dünya gericiliği içinde bir trend olduğunu belirtmekte fayda var. Bu liderlik profili devletlerin bir sınıfın egemenliğini sürdüren bir aygıt olarak şekillendiğini es geçip, liderlerin iki dudağı ve istekleri ile biçim aldığı yanılgısında olanların yanlış sonuç çıkarmasına büyük olanaklar sunmuştur. Bu lider profillerinin kitle desteğine olabildiğince fazla ihtiyaç duyduğu, çelişkilerin keskinleştiği durumda bu desteği sağlamlaştıran bir siyaset tarzı izlemesi durumu açık bir gerçektir. Bu liderlerin söylemleri, yaklaşımları üzerinden sistemlerin değiştiğini, kolaylıkla başka bir biçim alacağını savunmak tarih ve toplum biliminin yasalarına hakim olmamak anlamına gelmektedir. ABD’de Trump’ın çağın “yeni lider” profili ile öne çıkıp, direksiyonda daha fazla durmak için gerici argümanlara sarılması ve sadece var olan sistemin esaslarını koruyarak daha gerici bir rotaya devleti sokması söz konusudur.
KARMAŞIK DÖNEM VE ÇELİŞKİLER ÖNDERLERİN NİTELİĞİNİ BELİRGİNLEŞTİRİR!
Tüm bunların toplamı, çakışması ile birlikte Trump’ın ABD’ye faşizmi getireceği, faşist bir ABD sistemi inşa ettiği ve tam bir kurumsallaşma için bir seçime daha ihtiyacı olduğu, hatta ve hatta ortaya çıkacak seçim sonuçlarını tanımayacağı, faşist saldırılarının dozunu arttırmakla kalmayıp artık burjuva demokrasisini kesin ve net bir şekilde askıya alacağı iddia edildi. Bu bağlamda Trump’ın militarist güçler örgütleyip iç savaşa hazırlık yaptığı, nükleer bombaları elinde tutan ve bunu kullanıp dünyayı tümüyle yok etmeyi göze alacak bir çılgın faşist olduğu, tüm dünyayı felaketlere sürükleyecek kadar gözü döndüğü argümanı ağır bir politik söyleme dönüşmüş nihayetinde “devrimcilik ve komünistlik” adına taktikleri buna göre belirleyen hareketler zuhur etmiştir. Bu seçim meselesinde alınan tutumlara, ittifak politikasını ele alışa yansımış ancak bu düzeyde ciddi bir sistem değişimi öngörüsüne karşı örgütsel politika ve konumlanış da mücadele biçimi de “komünistçe” bir şekilleniş tutturulmamıştır.
ABD’de seçimlerde Bob Avakian önderliğindeki hareket, Joe Biden’a faşizme karşı mücadele ve “burjuva demokrasisinin” sahiplenilmesi adı altında bir desteği açıktan yapmış, örgütleme çalışmalarına girişmiştir. Dünya genelinde ise Trump gericiliğine karşı sol-devrimci-demokrat-ilerici hatta “komünist” kesimlerde seçimlerde Trump karşıtlığına dönüşen, bu bağlamda gericilikte “baş tehlikenin” Trump olduğunu, faşizmi getirecek bir emperyalist beladan kurtulmayı içerecek politik tutum benimsenmiştir. Öyle ki bu liberal burjuva kesimler tarafından estirilip, anti-emperyalist ve demokrat, devrimci ve ulusalcı ve hatta “komünist” öznelerin de ciddi kafa karışıklığına neden olmuştur. Bu eksen Filipinler Halk Savaşı’nın önderi Filipinler Komünist Partisi tarafından Trump’ın seçimle yenilgiye uğratılmasına yönelik tebrik mesajı dahi yayınlanmıştır. Kuşkusuz ezilenlerin direnişi, mücadelesi ve elde ettiği başarıları kutlamak, ondan esin oluşturmak komünistler ve devrimciler için rutindir. Ancak ABD emperyalist sisteminin gericiliğin dümeninde kimin oturacağına karar verdiği bir seçimde bir gericinin kaybetmesinden (Kazanan Biden’dır.) dolayı, onun kaybetmesini oy vererek sağlayan halk kitlelerini kutlamak bir kafa karışıklığının, bir sapmanın, bir bilinç bulanıklığının sonucudur. Bu tutum kitlelere yanlış bir bilinç taşımak, komünistlerin devrim hedefi ve daha da ilerisi olan komünizm mücadelesinde “seçimlere” yüklenen aşırı, gereksiz ve saçma bir anlam, emperyalist bir merkezde bir gerici kliğin yerine başka bir gerici kliğin gelmesiyle değişmeyecek emperyalist politika ve saldırganlığa halkın cephesinde bir moral destek anlamından başka bir şey ifade etmez. Aynı zamanda işçi sınıfı ve ezilenler cephesinde kafa karışıklığının ne boyutta olduğunu bize gösterir. Bu açıdan önemlidir ve üzerine durulması gereklidir.
Avakiancı çizginin tüm aşırı sol, radikal söylem ve MLM’ye katkı yaptığı yaygarası, hatta Bob Avakian savunulmadan Maoizm savunulmaz noktasına varan saçmalığın evrildiği nokta trajik olmuştur. ABD’de lümpen, seviyesiz ve gerici dalganın üstünde sörf yaparak kurulu sistemin kendisini “benimsemeyen” yapısı içinde yer edinmeye çalışan Trump karşısında sınıf işbirlikçi bir noktaya demirleme çıkmıştır. ABD kurulu düzeninin yüz yıllardır, ekonomide ki krizli dönem ya da görece istikrarlı dönemlerde, tehdit algısı ve buna paralel politik kriz koşullarında saldırılarının dozunu arttırdığı ya da azalttığı görülmektedir. Burjuva demokrasisi üzerinden faşizan özellikler ve saldırılar bu sistemin özünde ve yapısında vardır. Nihayetinde bir kriz teorisi üzerinden ve ABD’nin başat emperyalist gücündeki kırılmadan yola çıkarak “faşizme” ihtiyaç duyduğu tespiti yapmaksızın, Trump ve temsil ettiği bir kliğin faşizm istemesi olgusu üzerinden yapılan süreç çözümlemesi Trump karşıtlığına kilitlenerek politika belirleme noktasında bu hareketi savurmuştur. MLM’nin üstünlüğünün sistemin tüm dinamikleri, niteliği, bileşenleri ve tarihsel şartları üzerinden krizleri açıklama yeteneği Avakiancı çizgi tarafından unutulmuştur. Bu eksende gelişmelerin seyri içinde taktik politikanın belirlenmesine dair inceleme, çözümleme ve analiz yok sayılmıştır. “Taktik, her verili devletin (ve onu çevreleyen devletlerin ve tüm devletlerin, yani dünyadaki tüm devletlerin) tüm sınıf güçlerinin soğukkanlı ve sımsıkı nesnel bir değerlendirmesine ve devrimci hareketlerin deneyimlerinin hesaba katılmasına dayandırılmak zorundadır” diye öğüt veren Lenin yoldaşın uzağına kaçarak, üstün körü ve idealist bir süreç çözümlemesi, devlet tahlili, faşizm kavrayışı ile taktiğini belirlemiştir.
AVAKİANCILIĞIN EKLEKTİK, BAŞ EDİLMEZ ÇELİŞKİLER YUMAĞI İLE ÖRDÜĞÜ REFORMİST HAT!
Faşizmin iktisadi, sosyal, toplumsal ve siyasal zeminde emperyalist-kapitalizmin ürettiği bir sistem olduğunu gözden kaçırarak, sonucu neden yapmıştır. Yani Trump’ı faşizmi inşa edecek neden olarak koyarak MLM teoriyi baş aşağı çevirmiş ve idealist tek yanlılık ile baltayı komünist çizgiye vurup, dümeni reformizme ve sınıf işbirlikçiliğine hızla kırmıştır.
İşte Avakiancı çizgi bu bağlamda 2017’de kavrayamadığı faşizm, devlet olguları ile bir Trump korkusu ile titremiş, sarsılmıştır. Trump korkusu, Trump’ın pervasız ve hoyrat lümpen tarzı ve tüm dünyada salınan gerici siyasi çizgiye dayanarak faşizan saldırıları (ABD emperyalizmin tarihi burjuva demokrasisinin egemenliğinde faşizan saldırılar tarihidir, yani Trump’ta özgünleşmiş bir şeyden bahsetmiyoruz) ve kendi gücünü arttırmak, sistem içinde etkisini büyütmek için geniş kitleleri dolgu yapmaya dayalı onların gerici çizgisine yönelik güçlü hamleleriyle beslenmiştir. Bu zemin ABD içindeki güç dengelerini, ABD emperyalist kliklerinin niteliğini, hala dünyada başat güç olan ABD’nin köklü bir sistem değişikliğiyle ciddi sorunlar yaşayacağı gerçekliğini, Hitleri besleyen dünya konjonktürünün ve zeminin bugün hala olgunlaşmadığını, bir sosyalist sistem tehlikesinin varlığının söz konusu olmadığı gibi bir dizi dinamiği unutmuş ve ABD emperyalizminin Trump’la faşizme geçeceği belirlemesi yapılmıştır. Ve Biden ile Trump arasındaki seçimlerde “Trumpçı” gericiliği alt etmek için seçimlerde Biden gericiliğine oy verme çağrısı yapmıştır.
Bob Avakian seçimlere dair tutumu içeren yazısında şunları ifade etmektedir: “Bu kritik zamanda bu rejimi iktidardan uzaklaştırmak için şiddet içermeyen ve uygun olacak her yoldan yararlanılmalıdır. Ve eğer Trump/Pence rejiminin devrilmesini talep eden kitlesel protestolara rağmen bu rejim oy verme zamanı geldiğinde iktidarda kalırsa -temel olarak buna dayanmadan- bu rejimin gitmesi için gerekli tüm araçlar kullanılmalıdır ve bu süreç Trump aleyhine oy vermeyi de içermek durumundadır (eğer seçimin fiilen yapıldığını varsayarsak). Açık olmak gerekirse, bu durum kazanma şansı olmayan bazı adaylar için “tepki oyu” vermek demek değildir, Trump’a karşı etkili bir şekilde oy kullanmak Demokrat Parti adayı Biden’e oy vermek anlamına gelir.”
Alıntıdan da anlaşılacağı gibi günah sadece yanlış analizle sınırlı değildir. Seçimlerde “faşizmin gelmesini engelleme” adına aktif bir şekilde emperyalist tekellerin diğer gerici kliği ve temsilcisi Biden’ı desteklemekte beis görmeyen bu anlayış, “Black Lives Matter” hareketinin şiddeti de kullanarak sokağa çıktığı isyan zamanında kitleleri “barışçıl eylemde” kalmaya davet edecek kadar, sistemde “faşizm tehlikesi” sezmiş, kitlelerin “faşizmin dilinden anlayan” yöntemiyle hareketine dur ihtarı çekmiştir “öncü” olarak. Bunu seçim döneminde izlenecek mücadele hattında da “aman şiddetten uzak durun” diyerek pekiştirmiştir. Kitlelerin eyleminin gerisinde kalma durumunun bu hareketin kavrayışı, yetenekleri ve sınıfsal niteliği açısından anlaşılır yanı olabilir, ancak faşizm ve faşizmle mücadeleye dair MLM kavrayıştan ne kadar uzak, kopuk olduğunu, “faşizmin ayak seslerini” duyduğuna dair yaygarasında da pek ciddi olmadığını bu tavrıyla göstermiştir. Uluslararası proletaryanın tarihsel deneyimine yüz çevirmiş, oradan beslenmek yerine kendi dar deneyciliğine ve olmayan teorik derinliğine güvenerek faşizm tahlilleri yapmakla yetinmemiş, bu tespitin gereğine göre şekilleniş politik tutum geliştirmeden ise adeta kaçmıştır. Kitlelerin hareketinin, varsa bir faşizm tehlikesi büyütüp yetkinleştirilmesi daha güçlü örgütlülüklere çevrilmesi hatta silahlı mücadeleye en ciddi şekilde hazırlık zeminini yaratması gerektiğini unutmuştur. Çıkarılan bir sonuç vardır BİDEN gericiliğine oy verme çağrısı yapmak. Seçimler sonucunda ise “O halde seçimdeki zaferi kutlayın, bunu savunun. Ve ortaya çıkacak sonuçları, bunlarla nasıl yüzleşeceğimizi ihtiyacımız olan dünyaya nasıl ilerleyeceğimizi çok ciddi bir şekilde düşünün” (Yeni Komünizm internet sitesi) diyerek sandıkları sahiplenme çağrısı ile bağımsız eylem ve bağımsız kimlik ortalama bir siyasi hareketin dahi kaybetmeyeceği bir noktaya taşınmış ve kitlelere “sandıkları sahiplenme” çağrısı yapılmıştır. Bu parlamentarizm hastalığıdır, Engels’in “hareketin geleceği pahasına’ ‘anlık başarı için didinme’ eğilimi, yani oportünizmdir” diye nitelediği tüm özellikleri taşımaktadır.
Avakiancı hareketin bu süreçte ve seçimler meselesinde günahı sadece bunlarla sınırlı değildir. Trump karşıtlığında kullanılan bir argümanda “iç savaş” tehlikesi ve nükleer silahların yaratacağı büyük sorunlar olmuştur. Bir devrimci hareketin “iç savaştan” halk için tehdit algısı çıkarması, bunu tehlikeli bir mesele olarak görmesi onun artık devrim kaygısından uzaklaştığı, proletaryanın ve devrimci sınıfların her şeyi kazanma mücadelesine yabancılaştığını gösterir. Devrimci sınıflar iç savaştan korkutularak ileriye taşınamaz, iç savaşın ortaya çıktığı sınıfsal ve toplumsal koşullar devrimci sınıflar ve onun öncüsü için büyük fırsatlar ve olanaklar anlamına gelir. Bu durumu devrimci savaşa çevirme çabasıdır devrimciliğin kendisi. Avakiancı hareket bu MLM olguyu unutmuş, buna göre bir politik şekilleniş yerine bir orta sınıf partisinin, bir liberal hareketin düşeceği kaygılara ve sınıfsal konumlanışa düşmüştür. Nükleer silahlar meselesinde de aynı korkutma siyaseti devreye girmiştir. ABD-Sovyetler arası gerginlikte Mao yoldaşın, revizyonizmi nükleer savaştan korktukları için eleştirildiği, ABD emperyalizminin bu gücü göstererek halkları terbiye etmesine karşı meydan okuyarak “kağıttan kaplan” anıştırmasını net bir şekilde yaptığını unutmuştur.
Gerici emperyalist ABD devleti, onun klikleri arasındaki keskin mücadelede ve seçim yarışında Avakiancı hareketin bu ideolojik siyasi çizgisi revizyonizm lekeli, kirli ve harap olmuş bayrağının sahiplenilmesi ve dalgalandırılmasıdır. Bu tavrın dünya ölçeğinde esen komünist ve devrimci çizgiyi kuşatan tasfiyeci, reformist, sistem içi çizginin tipik bir sonucu olduğu görülmelidir. Avakiancılar emperyalist bir merkezde egemenlerinin emperyalist politikalarının esas ve tehlikeli hat olduğu, tüm klikleriyle birlikte bu emperyalist çizginin uygulanmasının esas hedef olması gerektiğini korkunç bir burjuva bakış açısıyla unutmuş ya da kalıcı olarak toprağa gömmüştür. Biden’ın ezilen halklara ve uluslara, ABD işçi sınıfı ve emekçilerine karşı işleyeceği her suça ortaklık yapmış, yaptığı çağrıyla emperyalist cephaneliğe mütevazi şekilde kurşun taşımayı başarmıştır.
“BATI DEĞERLERİ ELDEN GİDİYOR KORKUSU” VE AYDINLANMACILIK!
Avakiancı çizginin en uç veren bu sapmasına neden olan bir yanında Trump’ın “batı emperyalist” bloğu içindeki çatlakları büyütme, onların gerici burjuva değerlerini taşıma kabiliyetine (ki bu değerleri olabildiğince güçlü taşımaktadır) haiz olmadığına dair tartışmanın etkisinde kalmasıdır. AB’li egemen sınıfların ve liberal kesimin statüko oluşturmuş “evrensel demokratik” değerleri Trump’ın rafa kaldıracağı algısı bu hareketin pozitivist, aydınlanmacı damarlarını kabartmıştır. Emperyalist politikaları faşizmi inşa ederek uygulayacağı ve bunun da Hitler faşizminin yarattığı felaketlerin tekrarı olacağına inanmıştır, inanmak istemiştir. Bu aydınlanmacılıktan devralınan politik-ideolojik bir defodur. Emperyalist tekellerin gericileşme boyutunu, bu sistemin ezilen halklara ve uluslara yönelik düşmanlığını ve o demokratik değerlerin emperyalist emellerin bir payandası olarak gericiliği ürettiği unutulmuştur. Bu örtülü bir şekilde var olan batı blokunun ve ürettiği değerlerin korunmasını içeren çizgi, aydınlanmacılığın en banal halidir. Emperyalist güçler arasındaki çelişkinin derinleşmesine odaklanması gereken devrimci yaklaşım yerini “batı emperyalist” blokunun dağılmasının getireceği korkuya yerini bırakmıştır. Utanç verici bir ideolojik şekilleniştir bu.
FİLİPİNLER KOMÜNİST PARTİSİ VE ABD SEÇİMLERİNE TEBRİK!
Ancak ilerici, devrimci ve kendisine komünist diyen güçlerde ki kafa karışıklığı sadece Avakian çizgisi ile sınırlı değildir. Trump’ın kaybetmesi (Biden kazanmıştır) ile anlam verilmeyecek, ne amaçladığı anlaşılmayacak bir şekilde Filipinler Komünist Partisi kimi muhatap aldığı belli olmayan, ama “halk” diye tanımladığı bir özneyi “tebrik” etmiştir. FKP kutlama mesajında “Trumpçı faşizmi, militarizmi, ırkçılığı, kadın düşmanlığını ve gericiliği engellediği için övgüyü hak etmektedir” diyerek seçim sonuçlarını hangi bağlamda kutladığını belirtmiştir. Mesajın diğer bölümlerinde ise ABD’nin 75 yıllık kesintisiz emperyalist politikalarında, Trump’ta hiçte özgünleşmeyen gerekçelerle süslemiş ve yine içerde de halka yönelik kurulduğundan bugüne hayata geçen şu saldırıları eklemiştir:“Trump; vergiyi artıran, zenginliği tekelci kapitalistlerin ellerinde daha da yoğunlaştıran ve işçi sınıfından milyonlarca kişinin yaygın işsizlik, düşük maaş, halk servislerine ulaşmada eksiklik, evsizlik ve diğer sosyal hastalıklardan mustarip olmasına sebep olan ekonomi politikalar uyguladı. Trump hükümeti altında ABD emperyalist militarizmi, baskı ve gerilim arttı. O, vergi kesintileri (büyük tekellerden vergilerin alınmaması -Ç.N-) ve bağımsızlık haklarını savunan ülkelere karşı ekonomik ambargoyu genişletmeye devam etti. Askeri baskıyı devam ettirmek için “terörle mücadeleyi” genişletti.”
FKP son tahlilde emperyalist bir ülkede iki gerici kliğin seçim yarışında kitlelerin aldatılması, manüple edilmesi ve gerici kliklerden birinin temsilcisi olan Biden’a destek veren kitleye övgü ve tebrik yollamıştır. Yani kitlelerin bir klik tarafından kandırılması, kitlelerin kanmış olması tebrik edilmiştir. Objektif olarak mesaj bunu kutlamaktadır. Seçimlerin ve parlamentonun ya da başkanlık yarışının, emperyalist ABD’de Lenin yoldaşın seçimlere dair vurgusunu boşa çıkaracak özgün bir durumu varmış gibi bir tablo yaratılmıştır. ABD’de gerçekleşen bu seçimler, hangi kliğin halkı dört yıl boyunca ezeceği, sömüreceği, baskı altına alacağı; dünya halklarının ve ezilen ulusların hangi emperyalist klik tarafından katledileceği, barbar ve vahşi finans, politik ve askeri saldırıları yöneteceğini belirlemiştir. Daha fazlasını değil.
FKP’nin, ABD seçimlerin olabildiğince politize olması, büyük bir krizli ortamda gerçekleşmiş olması karşısında seçimlerde Trump’ın gidişatını bir başarı, halka yapılması gereken bir övgü olarak görmesi, seçimlere biçtikleri rolle doğrudan ilgilidir. Halkın iki gerici klik arasında birisini tercih etmeye yönlendirilmesi, mücadele enerjisinin, sisteme olan tepkisinin bu seçim ortamında klikler tarafından emperyalist politikanın onayı için işlev görmesi gerçekliği adeta silikleşmiştir. “ABD başkanı seçilen Joe Biden tüm ülkeyi saran devasa bir demokratik kitle dalgasının zirvesine çıktı. Mayıs ayının başından beri “Black Lives Matter” hareketi Amerikan işçilerinin, göçmenlerin, kadınların, gençlerin ve Amerika toplumunun diğer kesimlerinin ardından kitlesel muhalefetin en son göstergesidir” şeklinde yapılan tespit anti-faşist hareketle seçimler arasında kurulan ve komünistlerin bakış açısıyla kurulması gereken ilişkiyi yanlış kurmuştur. Bu hareket sistemin salgınla birlikte ortaya çıkan krizi, gerici yasaların boyutu, ekonomik saldırganlığın aldığı yeni biçimleri de içeren bir öfke ve tepki hareketi olduğu bir gerçektir. Bu hareketi, ABD egemen sınıflarının bir kliğinin Trump korkusu, faşizm heyulası, Amerikan demokrasisinin tehdit altında olması gerekçesiyle manipüle ederek, seçimler üzerinden bir dinamizme dönüştürdüğü de bir gerçektir. Böylelikle sistem dışına çıkma potansiyeli olan öfkeli ve tepkili hareket, seçimler vesilesiyle sistem içine çekilmiş, yetmemiş emperyalist bir klik olan Biden tarafından bu hareket klik mücadelesinde kendine güç katan bir duruma sokulmuştur. Burada Trump’ın gitmesinin karşılığının ne olduğu, nasıl bir sonuç ürettiği, kitlelerin taleplerine “sempatiyle yaklaşarak” kendini sahiplendiren bir diğer kliğin, bu kitle hareketinin tüm devrimci ve ilerici enerjisini sokaklardan çekme, dizginleme olanaklarını da eline geçireceği unutulmuştur.
FKP Trumpçı faşizm tespiti ile yanılgı içindedir. Yukarda bu meseleye değindik. Trump ve temsil ettiği sınıf daha fazla faşizan saldırılarla, daha ırkçı yapısıyla sistemin biçimine dair bir değişim öngörmemektedir. 4 yıllık izlediği politikalar, ABD emperyalizminin işleyen devlet mekanizmasında devreye giren sigortaları ve Trump’ın buna boyun eğme zarureti bunu açık göstermiştir. Yani Trump’ın gerici saldırılarında ve kitle tabanını bu söylemlerle güçlendirmesinde “faşizm” tespiti yapmak MLM’nin faşizm teorisinde bir kavrayışsızlık belirtisidir. Trump’ın ABD emperyalizminin yönelimine uyumlu olmayan her çizgisi, en fazla ABD’nin politikalarının git-geller yaşamasını, başkan ile uyumsuz olacak istisna durumların oluşmasını getirmiştir. Ancak her defasında büyük emperyalist tekellerin çıkarları doğrultusunda devlet mekanizması yönünü bulabilmiştir. Bu bazen Trump’ı kandırmak (Suriye’de asker çekme kararının uygulanmaması gibi -James Jeffrey açıklamalarından-) bazen de Trump’ı tutarsız bir konuma itme pahasına hayat bulmuştur. Bu eksende yaklaşık 4 yıllık Trumpçı ABD politikasının, rejimi ve ABD sistemini değiştirmeye ve faşist karaktere büründürmeye dair referansı söz konusu değildir. Trump, daha önceki ABD başkanlarından öz olarak farklı değildir. Hayata geçirdiği şey ABD emperyalist tekellerin çıkarlarıdır. Daha lümpen, daha hoyrat, daha salak, daha pervasız, daha seviyesiz, daha ağzına geleni söyleme gibi özelliklerinin ise izlenen politik yönelimde bir karşılığı yoktur. Anti-komünist saldırıların yoğun olduğu döneme değil, hemen yakın tarihe bakmak bile bize belli oranda yol gösterecektir. Oğul Bush’un “Ya bizdensiniz ya terörden yanasınız” konseptiyle izlediği çizgiden, uluslararası terörle mücadele adı altında 2001’de yürürlüğe soktuğu Vatanseverlik Yasası ile saldırının dozunu ne düzeyde arttırdığı anımsanmalıdır. ABD 75 yıldır her bir başkanın diğerini arattığı bir sistemin, emperyalist barbarlığın devleti durumundadır. Tarihsel deneyimlere, ABD başkanları ve icraatlarına bakıldığında bu anlaşılacaktır. Bu eksende Trump’da tam olarak seleflerinin izinden gitmiştir. Biden ise Trump’ın izini, ufak rötuşlar yaparak, geleneksel devlet yönetme tarzını oluşturarak takip edecektir. Bu tabloda Trump tehlikesi aldatmacasına, genel olarak dünyada ABD emperyalizminin işlediği suçları karartacak şekilde; klikler arası bir mücadele dolayısıyla, bir kliğin kaybetmesi ve başka bir gerici kliğin kazandığı gerçekliği unutularak tebrik etmek komünistlerin işi olamaz. Komünistler açık bir şekilde halkı bekleyen tehlikeler, klikler arası mücadelede halkın devrimci enerjinin heba olmamasına odaklanır.
KİTLELERİN DEVRİMCİ ENERJİSİNİ SİSTEME YEDEKLENMESİNE KOMÜNİSTLER KARŞI ÇIKAR!
Trump ve Biden arasındaki yarış, ABD sisteminin krizini büyütmüştür. Dünyaya model olan ve dünya sistemine öncülük eden ABD emperyalizmi ve onun demokrasisinin bir düzmece olduğu açığa çıkmıştır. Seçimlere güvensizlik bir kriz ve tartışma eşliğinde oluşmuştur. Bunda Trump’ın katkısını ve etkisini görmek gerekir. Egemen klikler arasındaki çatışmanın ne düzeyde büyüdüğü sonucu çıkarmak gerekir. Komünistler bu tabloda ABD emperyalizminin tüm kurum, oluşum ve klikleriyle teşhir edilmesini, sistemin çürümüş yapısını açığa sermeyi ve kitlelerin bu çürümüşlük içinde devrimci seçeneği zorlamasına destek olmalıdır.
FKP’nin kutlama mesajı ve tavrı, seçimlerin rolü ve üstlendiği misyonu karartmak olacaktır. Bunun yanında her ne kadar FKP Biden eleştirileri ile bir tebrik mesajı yazmış olsa da, kaybeden Trump’un gitmesinden dolayı sevinmek objektif olarak gelenden bir beklenti oluşturmaya, kitlelerde bu bilincin gelişmesine hizmet eder.
Bizler ABD halkının salgına, ırkçılığa, ekonomik saldırılarına karşı gerçekleştirdiği kalkışmanın, kitlelerin taşıdığı öfkenin ve kinin yanında dururuz. Onların bu eyleminin, bağımsız ilerici ve demokratik kimliğinin güçlenmesi, hiçbir gerici klik tarafından kullanılmamasını teşvik eder, bunun gerekliliğine dair uyarılar yaparız.
“Proletarya siyasi ve toplumsal sistemin tamamen demokratikleştirilmesini gerçekleştirme kapasitesine tek başına sahiptir çünkü bu, sistemi işçilerin ellerine teslim edecektir”, “diğer sınıf ve grupları demokratik özlemlerinin işçi sınıfının demokratik faaliyetinin birleşmesinin, demokratik hareketi zayıflatacak olmasının, siyasi mücadeleyi zayıflatacak olmasının, onun daha az kararlı, daha az tutarlı ve daha uzlaşmaya yatkın hale getirecek olmasının nedeni budur. Öte yandan işçi sınıfı demokratik kurumlar için yürütülen mücadelenin öncü savaşçısı olarak öne çıkarsa, bu, demokratik hareketi güçlendirecektir, siyasi özgürlük mücadelesini güçlendirecektir…” Lenin yoldaşın proletaryanın yeteneklerine, siyasi amaçlarına yönelik bu vurgusu anımsanmalıdır. Şimdi bizde ABD halkının demokratik hareketi için, ezilenlerin oluşturduğu bir ittifak için, onların talep ve eylemi için aynı yaklaşımı uyarlayabiliriz. ABD proletaryası tüm sistemi demokratikleştirecek kapasiteye sahiptir. ABD demokratik hareketi ve mücadeleci güçler sistem karşıtlığında yalpaladığı, başka bir gerici emperyalist kliğin oyununa gelerek, daha bağımsız ve dinamik bir hareket yaratma yerine bu gerici klikle kol kola girdiği noktada demokratik ve ilerici hareketin zayıflayacağı açıktır. Halk hareketinin seçim yarışı ile politize edilerek Biden kliği tarafından zayıflatıldığı gerçeği apaçık ortadadır. Bu komünistler için, açık ve kesin bir olumsuzluktur. Bu olumsuzluğun, açığa çıkarılması yerine tebriğe dönüştürülmesi kuşkusuz soruna bakış açısıyla doğrudan ilişkisi vardır.
FKP mesajında şunu aktarmaktadır; “Amerika işçi sınıfı ve halkı, Biden hükümetinin bu acil taleplere hızlı reaksiyon göstermesi için örgütlenmeye ve seferber olmaya devam etmelidir. Koşullar, proleter devrimcilerin saflarını güçlendirmeleri ve önderlik kapsamlarını genişletmeleri için elverişlidir.” FKP bu mesajla açık bir beklenti ölçütü koymakta, kötü bir şekilde başka bir ülkenin “komünist öncüsü” misyonu ve sorumluluğu ile yanlış öğüt vermektedir ABD halk kitlelerine ve proleter öncülerine. Komünistler örgütlenme ve mücadeleyi acil talepler ile hapsetmez, iktidar mücadelesine bu mücadeleyi sıkıca bağlar. Bu başka taktik, günlük politikanın ve bir bütün stratejik hattın tamamlayanıdır. FKP, adeta ABD’de bir reformist hareket ve özne gibi öğütler vermekte, gereksiz bir şekilde seçimler karşısında bir garip konumlanış almaktadır. FKP emperyalist ABD devletinin bir bütün suçlarına karşı kendi mücadelesini ve tüm ABD halkının bu emperyalist politikalara ve kendilerine yönelik saldırıya karşı mücadele etmesini talep etmeli, böylesi mücadeleleri desteklemelidir. Seçimler vesilesiyle elde edilen başarıdan, hele de bunu başka bir gerici emperyalist klik hanesine yazmış ve klikler arası mücadelede lehine çevirmişken, komünistlerin buradan bir başarı öyküsü çıkarması açık bir sapmadır, ABD halkını ve kendi halkını yanlış bilinçlendirme, bağımsız siyasi kimliklerini köreltmedir.
“Gerçek reformları gerçekleştirme olasılığı en az olanlar reformist taktiklerdir. Gerçek reformları elde etmenin en etkin yolu, devrimci sınıf mücadelesi taktikleri izlemektir” bizim kendimize ve tüm dünya halklarına vereceğimiz öğüt, tutunacağımız çizgi Lenin yoldaşın bu açık hattı olmalıdır. Bunun dışına çıkan bir çizgi acil talepleri karşılamayacağı gibi, reformcu iyileşmeleri de sağlayamaz. Bırakalım gerici emperyalist tekelcilerin bir kliğinin sloganlarıyla, onların başarılarıyla birleşmeyi, reformist burjuvazinin sloganlarıyla ve sınırlarıyla birleşme meselesi bile komünistler için açık bir mücadele konusudur. Lenin yoldaş “Sloganlarımızı reformist burjuvazinin sloganlarıyla birleştirerek devrim davasını ve sonuç olarak aynı derece de reform davasını da zayıflatırız, çünkü bu şekilde devrimci sınıfların bağımsızlığını, cesaretini ve gücünü azaltırız” demektedir. Peki ABD seçimlerinde gerçekleşen nedir? Gerici sınıfların bir kliği reformist burjuvaziyi kendisine yedekleyerek birleşmeyi içeren eylem çizgisine teşvik etmiştir. Seçimlerde Biden apaçık bunu kullanmış ve sonuç elde etmiştir. Komünistler, reformcu burjuvazinin bu yalpalayan sınıf tavrına karşı netliği belirginleştirdiği noktada, karşı-devrimci sınıfların temsilcilerine karşıda nasıl ve düzeyde bir savaşım vereceğini daha güçlü belirleyecektir. Aksi durumda gerici kliklerin, güç mücadelesi içinde yanlış taktikler ile sınıf işbirliğinin en kötü hali içinde, tüm kimliklerini ve bağımsızlıklarını kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya kalacaklardır. FKP’nın yaptığı budur. ABD proletaryası ve halk kitlelerinin seçimlerde Biden çizgisi ile kaynaşması, ona kan taşıması eleştiri, uyarı ve çizgileri daha belirgin hale getirme konusu iken FKP bunu tebrik etmektedir.
Bu çizgi anti-emperyalist hatta ezilenlere verilen doğru ve iyi bir mesaj değildir. Onları emperyalist egemenler noktasında, onların klik mücadeleleri noktasında yanlış bilinçlendirmek, zaten karmaşık hale gelmiş olguları berraklaştırmak yerine daha da karmaşık hale getirmek olacaktır. Bu anti-emperyalist çizgiyi sakatlayacaktır. Kitlelerin mücadele ve bağımsız eylemlerinde kırılmalara vesile olacak, sınıf işbirlikçi reformist çizgilere kapının aralanmasına neden olacaktır. En önemlisi de dünya genelinde devrimci-demokratik güçler içinde de esen sağ çizgiyi besleyecek, büyütecektir.
SONUÇ OLARAK;
ABD seçimleri bir Trump korkusu yaratılarak politize edilmiştir. Trump ise anti-komünist damardan beslenerek kendini korumak ve gericileşme zemini güçlü olan toplumsal tabakayı kemikleştirmek istemiştir. Bu eksende kazanan ABD devleti, emperyalist tekelleri olmuştur. Bir ucunda Trump bir ucunda Biden ile Trump tarafından gericilik körüklenip halka “ölüm” olarak sunulmuş, Biden ise “sıtma” olarak kabul ettirilmiş ve halk muhalefeti adeta sistem içine huzur içinde çekilmiştir. İçinden geçilen süreç gericiliğin sürekli dinamik bir ilerleme içinde olduğu süreçtir. Bu bağlamda devletlerin verili rejiminin esasını koruyarak gericiliği nispeten daha fazla kullanan kliklere karşı, ona göre yine nispeten daha yumuşak olan ve yaygara koparma ihtiyacı duymayan ancak aynı sistemin dümenine oturmaya çalışan kliklere karşı ezilenler sürüklenmektedir. Türkiye’de Erdoğan korkusu yaratılarak, tek adam faşizmi türküleri söylenerek 97 yıldır işleyen faşizm ve onun gerici klikleri aklanmakta, kitleler seçimler yoluyla bu kliklerin peşine sürüklenmektedir. Her türlü tasfiyeci anlayış seçimlerle her şeyin değiştiğine inanan ve kitleleri inandıran, onların mücadelesini ve yüzünü seçimlere dönmesini sağlayan bir çizginin etkisi ve girdabı içindedir. Bu bizzat ilerici-devrimci-demokrat ve hatta komünist olduğu iddia edilen öznelerinde çanak tutuğu bir durumdur. Sınıf ayrımına dayalı siyasal konumlanış, ideolojik şekilleniş unutulmakta, proletaryanın ve ezilenlerin bağımsız eylemi ve kimliğinin geliştirilmesi, yetkinleştirilmesi ve güç olması yerine, yedeklenen kuyrukçuluğa hapsedilen ve onları sistemin seçimle de olsa değişeceğine inandıran bir hatta sürüklemektedir. ABD seçimlerinde de olan budur.
Yazının İngilizcesi: https://www.yenidemokrasi33.net/elections-in-usa-cajoling-people-into-accepting-the-lesser-of-two-evils.html