İsrail’in, 7 Ekim “Aksa Tufanı Operasyonu” sonrası başlattığı Gazze işgali ve devamında Lübnan’a yönelik saldırıları tüm hızıyla sürüyor. ABD’nin, İngiltere’nin ve AB’li emperyalistlerin açık desteğine sahip İsrail Siyonistlerinin hedefinde, bölgede kendisine rakip olan, bu yolla bölgedeki gericiliğin yeniden üretilmesine zemin sunan İran yer almaktadır. Bununla amaçlanan İsrail’in bölgedeki “hegemonyası” değil elbette, arka planda bahse konu emperyalistlerin Orta Doğu planları bulunmaktadır.
İran gerek vekalet ettiği gerekse de İsrail’e karşı olmakla aynı doğrultuya sahip güçlerle Filistin’de yoğunlaşmış olan İsrail’in bölgedeki yayılmacı politikasını frenleyen devlet konumundadır. Aynı zamanda o, 11 Eylül saldırısıyla kendince meşruiyet sağlayan ABD’nin “Büyük Ortadoğu Projesi” ve sonrasında “Genişletilmiş Ortadoğu Projesi”ni de sınırlandıran bir duvardır. Orta Doğu’daki çıban olarak değerlendirilen İran ABD, İngiltere ve AB’li emperyalistler açısından aynı zamanda ve belirleyici düzeyde bölgedeki gerici dengenin korunmasını sağlayan gerici, faşist bir devlettir.
Bu faşist devlet bölgedeki diğer gerici devletlerle birlikte emperyalizmin politikalarına zemin sunmaktadır. ABD emperyalizmine biat etmiş Körfez ülkeleri ile mezhepsel farklılıklara dayandırılmış düşmanlık İran’ın sözünü ettiğimiz dengeyi kurmasında ve sürdürmesinde en önemli etkendendir. İran bölgedeki “Sünni ittifak” tarafından düşmanlaştırılmış ve halklar da bu düşman iki gerici kampın arkasında durmaları için manipüle edilmiştir. Orta Doğu’daki genel durum ve emperyalizmin politikalarını esasen olanaklı kılan güç dengelerinin korunması eğilimi bölgesel savaş için aslında gerçek bir nedenin olmadığını gösterir. Buna rağmen İran devlet sistemindeki anti Amerikancı kanadın tasfiyesi amacının korunduğunu söylemek mümkün.
Söz konusu anti Amerikancı kanadın bilinen en güçlü özelliği bölgedeki “direniş ekseni”nin en güçlü parçası olmasıdır. Son dönemdeki direnişte de bu özelliğe tanıklık ettik. Gazze ve Lübnan’daki direnişe destek olan İran İsrail ile arasındaki gerginliği canlı tutuyor. İsrail de İran’ı savaşa çeken hamleler yaparak aynı gerginliği kendi çıkarına destekliyor. Vekalet savaşının bir bölgesel savaşa dönüşme potansiyeline İran özellikle önem veriyor. Bu noktada ABD’ye uşaklık yapan Körfez ülkeleri de çekinceler yaşamaktadır.
Büyük bir kuşatma altında olan İran tehditkâr olmaktan öteye geçecek adımlardan imtina etmektedir. Bunun istisna örneği İsrail tarafından gerçekleştirilen Hamas Siyasi Büro Sekreteri İsmail Haniye suikastı, nisanda Şam’daki İran konsolosluk binasına saldırı, Hasan Nasrallah ve onlarca Hizbullah liderinin ölümüne yol açan bombardımana karşı 350 füze ve SİHA ile yapılan misillemedir.
Şimdilik “yıpratma saldırıları” olarak tanımlanabilecek misillemelerin sürmesi ihtimali giderek zayıflasa da ABD’de iktidara gelen Trump’la birlikte şekillenecek “yeni” doktrin beklenmekte. Stratejik olarak İran’a yönelik herhangi bir değişikliğin olmayacağı bilinse de kısa ve orta vadeli, taktiksel hamlelerin nasıl şekilleneceği merak konusu.
Ekonomisi Alarm Veren İran Direnmeye Devam Ediyor
İran ekonomisinde işlerin yolunda gitmediğini gösteren çok fazla veri var. 1 Ekim misilleme saldırısının hemen öncesinde ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya İran’ın devam eden Rusya-Ukrayna savaşı için Rusya’ya balistik füze ve SİHA temin ettiği gerekçesiyle yaptırım kararı aldığında akla ilk gelen İran ekonomisinin yaşayacağı sarsıntı oldu. Yaklaşık 40 yıldır devam eden bu ambargo ve yaptırımların İran ekonomisine ciddi olumsuz katkıları var.
2022 yılında Türkiye gibi en büyük 20 ekonomiden biri olan İran’ın ekonomisi 2021’de yüzde 5,5, 2022’de yüzde 5 ve 2023 yılında yüzde 7,5 büyüdü. 2024 ekonomik büyüme oranı ise 3,5 oranında bekleniyor. Bu gerilemenin GSMH’ye enflasyona (yüzde 59,1) etkisi göz önünde bulunduğunda İran’da işçi ve emekçilerin yaşamına etkisi büyük olacaktır. ABD ve AB’li emperyalistler açısından bu koşullar yeni hamleler için olanak demektir.
Diğer yandan İran’ın iç siyasetinde öteden beri varlığını sürdüren ulusal sorunlar da depreşmeye devam ediyor. Azerilerin ve Belucilerin ulusal istemleri de emperyalizmin kullanabileceği araçlar olarak değerlendirilmektedir. İran Kürdistanı’nda yaşananlar da bunlara eklenebilir. Belucistan’da yaşanan isyanların bu politikalarla bağını kurmak ulusal mücadelenin özünü karartmak olsa da ABD emperyalizminin bir gözünün, kulağının orada olmasına yetmektedir. Öte yandan özellikle Mahsa Amini’nin katledilmesini izleyen isyanlar İran’da ciddi siyasal-ekonomik etkiler yaratmıştır.
İran egemen sınıflarının bu iç tehditleri dış müdahale tehlikesine işaret ederek gölgelemesi bilindik bir yöntem. İran İslam Cumhuriyeti halk kitlelerinin güçlü anti emperyalist bilincini manipüle ederek kendine yedeklemeye odaklanmaktadır. Hamaset siyaseti İran halkında kısmen karşılık bulmaktadır. Ancak yine de bir bütün ekonomik-siyasal baskılanma sağladığı ve iç siyasî krizlerin önüne geçtiği söylenemez. Emperyalistlerin kışkırtıcı hamleleri, devlet içine İsrail-MOSSAD aracılığıyla sızma eylemleri (bu konuda belli başlı veriler mevcut) iç kargaşa yoluyla İran’ı dizayn etme hamlelerinin sürdüğünü göstermektedir.
İran’ın bunlara yanıtı gene “nükleer silah ajandasını” vurgulamak oldu. Son olarak İran dışişleri sözcülüğü tarafından yapılan açıklamayla “nükleer silah üretimine dair önümüzdeki en büyük engel Hamaney fetvasıdır. Ancak bu fetva yeniden tartışılıp değiştirilebilir” çıkışı, İran’ın el yükseltmesi olarak okunabilir. Hamaney fetvası “2003 yılında her türlü kitle imha silahının üretilmesini, stoklanmasını ve kullanılmasını yasaklayan bir fetva”ydı. İran dışişleri sözcülüğü tarafından yapılan “Hayatta kalmamıza yönelik bir tehdit varsa İran nükleer politikasını değiştirir” çıkışı dengeyi değiştirebilir. Öte yandan Hazar petrol üretimi dünya ekonomisini etkileyen boyutuyla İran açısından büyük bir koz. Nitekim bu, İsrail’e ABD tarafından yapılan temkinli hareket uyarısının belirleyici etmendir. İsrail-İran arasında gelişebilecek bir savaş Hürmüz Boğazı’nın kapanmasına, tankerlerin alıkonmasına ve dünya petrol üretiminin 12 milyon varil kaybına yol açabilir. Bu ABD ve AB’li emperyalistler kadar Körfez ülkelerini de tehdit eden bir olgu. Ayrıca İran’ı yalnızlaştırma politikası onun yalnız olduğu anlamına gelmiyor. Özellikle Rusya ve Çin ile ilişkiler temkinli adımların bir başka kaynağıdır.
İran’ın Rusya ile askerî, Çin ile ekonomik ilişkileri güçlenmiş durumda. Çin ambargo ve yaptırımlardan en fazla yararlanan ülke. İran petrolünden özellikle faydalanmaktadır. İran’ın Rus teşviki ve desteği ile geliştirdiği Kamikaze SİHA’larla özellikle Ukrayna’da Rusya’nın elini rahatlattığı bilinmektedir. 2021 yılında İran ve Çin arasında imzalanan 25 yıllık askeri strateji anlaşma da İran’ın korunaklarına dair bir veridir.
Yakın zamanda Rusya ile Demokratik Kore Cumhuriyeti arasında gelişen askerî stratejik iş birliğinin benzerini İran da geliştirmek istemektedir. Bu da bölge siyasetine doğrudan etkide bulunacak bir gelişme olur. Ancak Rusya kimi görüşmeler olsa da pratik olarak henüz bu adımı atmaya gönüllü değil.
İran halkı için yaşam çekilmez seviyede zor olmaya devam ediyor. Gerici ve baskıcı politikalar alttan alta büyüyen bir tepki mayalamaktadır. Bu tepki Mahsa Amini örneğinde olduğu gibi sahaya yansımaktadır.
Emekçiler cephesinden gelişecek bir karmaşanın özellikle ABD ve İngiliz emperyalizmi için kullanışlı olmayacağı ortadadır. Daha bütünlüklü bir anti emperyalist bilincin İran egemenlerini de hedefleyen bir harekete dönüşmesi halkın gerçek kurtuluşunu sağlayabilir. Aynı bilinç Rus ve Çin emperyalizmini de dost değil, düşman saflarında görmeyi ve kurtuluşun kendi dinamikleriyle gelişecek mücadeleye odaklamayı yaratacaktır.