Dünya jandarmalığına soyunan ABD, bu kez de 3 Kasım günü yapılacak başkanlık seçimleri, seçim kampanyaları ve tartışmalarla gündemde. ABD seçimleri, büyük bir hegemonya mücadelesinden kaynaklı, neredeyse bütün ülkelerin önemli gündemlerinden biri haline gelmiştir. Bir tarafıyla diğer rakip emperyalist güçlerin, “acaba kiminle yarışacağız bu dönem” hesap ve beklentileri, diğer taraftan ise sömürge, yarı-sömürge ve bağımlı ülkelerin, bundan sonraki süreçte nasıl baskı altına alınacağı, ne gibi yaptırımlara maruz kalacakları ya da kendilerine bir sonraki dönem hangi rol ve misyonlar biçileceğine yönelik beklenti ve endişeleri temelinde gündemlerinden düşmemektedir.
Diğer yandan ise dünyanın dört bir tarafında yaşayan işçi ve emekçilerin, ezilen ulusların da gündemine girmektedir bu seçimler. Bu gündem oluş elbette büyük beklentiler yerine, yeni saldırı dalgalarının ne olacağına yönelik yaklaşımdan kaynaklıdır. Zira her yeni saldırının, her yeni savaşın mağdurları, işçi ve emekçiler, kadınlar ve çocuklar, ezilen uluslar olmaktadır. Bu anlamıyla saldırı dalgasının büyüklüğü veya daha hafif olması durumunu birçok kişi, kurum ve parti, seçilecek kişinin solda mı, sağda mı durduğuna bakarak yorumlamaktadır. Tıpkı Obama seçildiğinde siyahilerin büyük beklentiler içine girmesi gibi. Elbette kendisine devrimci, komünist diyen birçok örgütün bu beklentiyi güçlendiren yönlendirmelerinin de olduğunun altını çizmek gerekmektedir.
Bu seçimleri çok yakından takip eden, finanse eden ve adaylardan çok kafa yoran bir diğer kesim ise, elbette tekelci burjuvazidir. Petrol şirketlerinden silah tekellerine, inşaat alanından ilaç endüstrisine varana kadar hemen hemen bütün emperyalist tekeller bu seçimin sonuçlarını dört gözle beklemektedirler. Özellikle silah, ilaç ve inşaat tekelleri için seçilecek kişinin saldırgan politikaları benimsemesi, yeni işgal ya da savaş alanları açması bulunmaz bir nimet ve destek için oldukça önemlidir. Çünkü her karışıklığın, saldırının birinci derecede kazananı bu kesimler olmaktadırlar.
Bu dönemin önemli tartışmalarından biri de yapılacak seçimlerin adil olup olmayacağı üzerinedir. Bu dönem Trump’un “Ne olacağını göreceğiz. Biliyorsunuz, oylardan (posta yoluyla kullanılan oylar) uzun bir süredir şikayet ediyorum. Bu oylar gerçek bir felaket. Bunlardan kurtulmak istiyoruz. O zaman barışçıl bir devir olur. Yoksa devir olmaz, devam eder. Bu oylar kontrolden çıkmış durumda. Demokratlar bunu herkesten daha iyi biliyor” söylemi hem seçimlerin adil olup olmayacağına yönelik tartışmaları alevlendirdi hem de Trump kaybederse koltuğu bırakır mı tartışmalarına neden oldu.
Amerikan seçimleri öncesi adaylar televizyona çıkarak karşılıklı tartışma yaparlar. Bu yıl yapılan iki tartışma da sorunlu ve burjuva siyasetin gerçek yüzünü gösteren tarzda olmuştur, ilk tartışmada klasik şımarık çocuk pozundaki Trump’ın sürekli rakibinin sözünü kesmesi, saldırgan ve “saygısız” tutumu gündeme damgasını vurmuş ve günlerce tartışılmıştı.
İkinci televizyon tartışmasında bu kez sunucu birbirlerinin sözlerini kesmesinler diye konuşma sırası geçenin mikrofonunu kapattırdı. Büyük, kutsal demokrasinin temsilcilerinin, çocuklar gibi cezalandırılmaları da başka tartışmaları beraberinde getirdi. Bu tartışmalarda vaatlerini anlatan Biden’a Trump’ın, “Bu siyasetçilerde de hep laf, sıfır icraat. Neden yapmadın o zaman? Bunları hayata geçirmek için sekiz yıl vaktiniz vardı” demesi de dikkatlerden kaçmayan önemli bir ayrıntı olarak kaydedildi. Evet seçim öncesi vaatlerde bulunan siyasetçilerin seçim sonrası bu vaatlerini unutması, dün söylediğini bugün inkar etmesi yabancısı olmadığımız, burjuva siyasetin temellerinden biridir. Buradan hareketle, burjuva siyasetçileri daha yakından tanımak için, onların seçim kampanyalarında birbirleri hakkında söylediklerine bakmak yeterli olacaktır. Zira en ince ayrıntısına kadar birbirlerini mat etmek için araştırma yapıp bütün pisliklerini ortaya sermektedirler. Yani o ünlü sözle ifade edersek birbirleri hakkında söyledikleri her şey doğru olmaktadır.
DEMOKRAT BIDEN MI, CUMHURİYETÇİ TRUMP MI?
Adeta bir şizofreni andıran tavır ve davranışları, açıklamaları ve politikalarıyla ciddi anlamda tepki toplayan Trump’ın alternatifi Biden olabilir mi? Bizim açımızdan bu sorunun cevabı oldukça nettir aslında. Her ikisi de halk düşmanıdır ve alternatif olamazlar. İkisi de emperyalist tekellerin temsilcisidir ve onların çıkarları için ezilen halklara ve uluslara düşmandır. Alternatif proletaryanın temsilcilerinin kuracağı sosyalizm ve komünizmdir. Ancak özellikle ABD’li bazı devrimci örgütlerin bu konuda kafalarının oldukça karışık olduğunu söylemek gerekiyor. Tıpkı ülkemizdeki birçok örgüt gibi, “Tayyip giderse her şey düzelir” misali, “Trump giderse her şey düzelir” mantığıyla hareket edip, halk kitlelerini yanlış yönlendirerek sisteme kanalize etmeye çalışmaktadırlar. Bu konuda ABD-DKP’nin yani Bob Avakian çizgisinin hali tam bir perişanlık halidir. Açık şekilde Trump’a karşı Biden’a oy verilmesi çağrısı yapılmıştır. Hâlbuki, Biden ve partisine destek verenlerin, Amerikan halkının haklı ve meşru isyanına destek vermesi ve ona öncülük edip sistemi temelden hedef alması gerekmektedir. Seçim çağrısında şiddet içermeyen eylemler çağrısı yapılırken, Trump ile faşizm tehlikesinin altı çizilmektedir. Faşizm tehlikesine karşı kitleleri barışçıl eylemlerde demirleme çağrısı yapmak, seçimlerde Biden kuyrukçuluğunda demirlemek ancak sınıf işbirlikçi bir anlayışın paradoksu ve tutarsızlığı olabilir.
Seçildiği günden beri işçi ve emekçilere yoğun bir şekilde saldırı politikaları uygulayan Trump, dış politikada da aynı saldırganlıkla dünya halklarına kan kusturmaya devam etmektedir. İlk defa bir ABD başkanı hakkında açılan azil soruşturmasıyla da dahil birçok yönden teşhir olan Trump, özellikle bir polisin siyahi George Floyd’u boğazına basarak katletmesinin üzerine haftalarca sokakları işgal eden eylemcilere karşı saldırgan tutumu, pandemi sürecindeki ciddiyetsiz ve manipülatif açıklamaları vb. gibi birçok konu nedeniyle eleştirilerin hedefindedir.
Diğer yandan Biden’ın “demokrat”, “ılımlı” görünümünün altında kan emici emperyalist tutumu gizlenmeye çalışılmaktadır. Uzun yıllardır siyasetin içinde olan Biden, birçok defa yaptığı açıklamaları geri almış, zamanın, sürecin ve gelişmelerin seyrine göre politika belirlemiştir. Örneğin 2003 yılında ABD’nin Irak işgalini destekleyen Biden, daha sonra bu tutumunu değiştirdi. Bunun sebebi elbette o dönem iç kamuoyunda bu işgale karşı gelişen ciddi muhalefet ve tepkilerdir. Yine bugün göçmenlik konusunda gelen göçmen çocuklarını ailelerinden ayıran “kafes” uygulaması denilen insanlık dışı uygulama konusunda Trump’ı eleştiren Biden’ın, Obama’nın yardımcısı olduğu dönemde bu uygulamanın başlatıldığı, bunda onun da imzası olduğunu unutmamak gerekir.
Trump ve Biden işçi ve emekçilere yönelik yeni saldırı yasaları çıkarılması, daha sert güvenlik önlemleri alınması vb. konularda anlaşmakta, esasta buralardan birbirlerine çok sert eleştiriler yapmamaktadırlar. Bu da bize gösteriyor ki, partilerinin isminde Cumhuriyetçi veya Demokrat yazması, adlarının Trump ya da Biden olması bir şeyi değiştirmiyor. Her iki adayın arkasında da en başta da ortaya koymaya çalıştığımız gibi, tekelci sermaye var. Bu anlamıyla ikisi de bunların çıkarlarını korumakla, onları daha fazla kalkındırmakla yükümlüler. İki klik arasındaki çatışmada, olan işçi ve emekçi halka olacaktır. Öyleyse Trump ve Biden’ı tartışmak yerine, proletarya ve ezilen emekçi kesimlerin kurtuluş mücadelesinin nasıl güçlendirileceğini, anti-emperyalist çizgide mücadeleyi tartışmak ve buna yönelik adımlar atmak belirleyici olmak zorundadır.
*Bu yazı Yeni Demokrasi Gazetesi’nin 29 Ekim 2020 tarihli 73. sayısından alınmıştır.