[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Yezda, 2. baskısı Dara Yayınları’nda çıkan 182 sayfalık bir romandır. Diyalogdan ziyade romanın kahramanı olan “Yezda”nın anlatımında ilerliyor roman. Onun tanıklığında IŞİD’in Irak ve Suriye topraklarında yayılması, Ezidilerin 73. Ferman olarak tanımladıkları Ezidi katliamı, kadınların alınıp satılması için kurulan köle pazarları, kadın bedeninin savaş ganimeti olarak yağmalanması bir film şeridi gibi gözlerimizin önünden akıyor.
Roman tam bir vahşet uygulamış olan IŞİD’e , “konuşma, duyma, sus ve teslim ol” düsturu demek olan Laleş’e, onunla özdeş Ezidi pasifizmine ve bunu öğreten dine karşı bir isyandır. Ters yüz edilmiş gerçeklik, dinlerin ortak paydasıdır ve bu çarpıtılmış gerçeklik anlayışının binlerce yıl öncesinden gelip bugünün toplumuna çökmesi, onu belirlemesi ürpertici sonuçlar üretir. Yezda, Müslüman olmadığı, hatta Sünni inançtan olmadığı için insanları katletmeyi, kadınları cinsel bir obje olarak görmeyi ve pazarlarda satmayı inancının gereği olarak gören IŞİD gericiliğini merkeze koysa da onun asıl derdi dogmalarıyla hayatı bir mengene gibi sıkıp duran dindir.
Yezda, Ezidilerin kutsal şehri Laleş’te dünyaya gelen ve üst sınıfa mensup on beş yaşında bir genç kadındır. Anne-babası pir soyundan gelir. Babanın dinsel hiyerarşi içindeki konumu ve buna uygun yaşam biçimi, bu üç çocuklu Ezidi aileyi dinsel değerlere göre bir hayata zorlar. Bunda Müslüman- Arap halkın çoğunlukta olduğu bir köyde yaşamalarının da payı vardır. Yezda’nın ailesi Saddam- BAAS rejimi tarafından 1975 yılında, Laleş’teki köylerinden kopartılıp bu köye sürgün edilmişlerdir. Müslüman- Araplarla Ezidiler arasında bir ilişki olmakla birlikte sosyal yaşam, her iki topluluk açısından da dinsel kural ve gelenekler nedeniyle ayrışmıştır.
Yazar bu ayrışmanın boyutunu bir aşk hikâyesiyle okura sunuyor. Yezda’nın ablası Mayan ile Müslümanların şeyhinin oğlu Raşid birbirine âşıktır. Ezidi inancının sadece Ezidiler arası evliliği kabul etmesi başlı başına bir sorundur. İslam dininde de şeytan algısı ve bu algıyla şekillenen bilinç bir MüslümanArapla Ezidinin evliliğine kapalıdır. Bu “imkânsız aşkın” kıskacındaki sevgililer çareyi kaçmakta bulurlar. Aynı gece köydeki Müslümanlar ve Ezidiler sürek avı başlatırlar. Ertesi gün Mayan’la Raşid’in ölü bedenleri bulunur. Birbirine kaçan bu iki sevgili öylesine lanetlenirler ki cenazelerine dini tören yapılması, Müslüman ve Ezidi mezarlıklarında gömülmeleri yasaklanmıştır.
Bu akıl dışı kurallara, bu kuralların biçimlendirdiği yaşama karşı çıkanlar da vardır. Yazar bunu Yezda’nın abisi Musafir ve arkadaşlarında somutlaştırıyor. Musafir “Yaşayan insanların hayatını ölüler kontrol edemez” ya da “Bizi ölülerin koyduğu kurallar değil yaşayanların koyduğu kurallar yönetmelidir” diyor. Yazar “ölülerin kuralları” derken dini, dinsel dogmaları kastediyor. Musafir demokratik, eşitlikçi bir toplum özlemini dile getiriyor. Musafir sadece söylemde değil böyle bir hayat uğruna mücadele edenlere katılmak üzere bir gece kayboluyor.
Roman ilerledikçe IŞİD yaklaşıyor. Musul’da rejimin 50 bin kişilik asker-polis gücü, bin 500 kişilik IŞİD’li karşısında varlık gösteremeyip, kenti IŞİD’e bırakıyor. Aynı son Şengal’in başına geliyor. Yazar, Yezda’nın dilinden peşmergeyi hedefe koyuyor, teslimiyetleriyle bir Ezidi katliamına kapıyı sonuna kadar nasıl açtıklarını anlatıyor.
Felaket, Yezda’nın köyüne de ulaşır. IŞİD yaklaştıkça köydeki Müslümanlar sevince kesilir, sokaklarda taşkınlık yaparlar. Ezidiler ise çaresizdir. Ezidilerin dini önderi olan Yezda’nın babası, kapısına gelen ve ne yapmaları gerektiğini soran Ezidilere cevap dahi veremez. Bir kısım Ezidi, Şengal’in yolunu tutar. Kutsal Şengal onların koruyucusudur, karşılaştıkları 72 fermanda da sığındıkları yer Şengal olmuştur. Yezda da Şengal yolunu tutanlardandır. Yürüdükçe binlerce Ezidi’nin IŞİD’den kaçıp katar katar Şengal’e tırmandıklarını görürüz.
Savunmasız, örgütsüz, hazırlıksız biçimde Şengal yoluna düşenler açlık ve susuzluktan bir bir ölürler. Sağ kalanlar ise IŞİD’in namlularına, top atışlarına hedef olurlar. IŞİD, Şengal’e de yayılmış, kaçanların peşine düşmüştür. Ezidiler, IŞİD’in önünde çil yavrusu gibi dağılmış, çaresiz bir haldeyken 7 PKK gerillası dağdan gelir. “Biz öncüyüz, yoldaşlarımız geliyor. Şengal topraklarını IŞİD katillerine mezar edeceğiz” derler. Ezidi inancına göre Melek Tavus’a kâinatı yaratması için Tanrı Ezda 7 melek gönderir. Yazar, şafakta güneş yükselirken ortaya çıkan 7 gerillayı bu 7 melekle özdeşleştirir, mitleştirir.
Romanla birlikte IŞİD’in insanlık dışı saldırılarını yeniden yaşar gibi oluruz. IŞİD’in girdiği her yerde gördüğü yerel destek ve çelişkileri olsa da bir arada yaşayan halkın nasıl canavara dönüştüğü başarılı bir biçimde sunulmuştur. Özellikle romanın sonuna doğru biraz sonra kendileri için kurtuluş olan tekne yolculuğunun nasıl kan dondurucu bir kıyıma dönüştüğünü okuruz. Can pazarından çıkmış olmalarına ve bir adım sonrası “kurtuluş” olmasına rağmen dinsel dogmalar yine iş başındadır ve “umuda yolculuk” el birliğiyle “kıyım yolculuğuna” dönüşür.
Yezda yaşadıklarını anlattıkça bir tecavüzcü güruh canlanır gözlerimizin önünde. Ama IŞİD’in ABD’nin Irak işgaline karşı direnen Sünni- Arap halkından beslenmek gibi bir tarihsel arka planı da vardır. Yazar, bunu Ömer isimli anti kahramanı üzerinden anlatır.
Yezda, IŞİD’in elinden kurtulur. Onun kurtuluş yolculuğu yine merkezinde dinin, dinsel dogmaların olduğu bir trajediye dönüşür.
Metin Aktaş’ın (kitabın yazarı) romanında şaşırtıcı sahneler, sürpriz gelişmeler yoktur. Olası bir kurgunun sade, akıcı bir anlatımı söz konusudur. Fakat romanın ortaya çıkması için yoğun bir hazırlık süreci yaşandığını tahmin edebiliriz. Ezidi tarihi, Ezidi kültür ve gelenekleri romanda başarılı bir biçimde sunulmuştur. Belli ki Metin Aktaş çalışkan bir yazardır.
Kitaptaki kısacık biyografisinde yayımlanmış 17 romanı olduğunu ve 1994 yılında Dersim’in yakılan köylerinden çıkıp Elazığ’a yerleştiğini, Elazığ gecekondularında geçimini bakkallıkla sağladığını öğreniyoruz. Ezilen ulus ve ezilen inançlara dönük ilgisi yazdığı kitaplardan ve yaklaşımından anlaşılıyor. Aynı zamanda Metin Aktaş’ta toplumsal kurtuluşçu yaklaşım bir yerlerde kendini gösteriyor veya hissettiriyor. Bu emekçi ve toplumsal gerçekçi yazar takip edilmelidir.