[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Yazıyı dinle “]
Gerileme ve yılgınlık birbirine dayanan, birbirinden beslenen iki olumsuz özellik. İçinden geçtiğimiz koşullar bu iki özelliğin görece yoğunlaştığını, tartışılır düzeyde gündemleştiğini gösteriyor. Her bakımdan bir daralma ve bu daralmanın da nedenlerinden biri olarak yılgınlık söz konusudur. Bu gerçekliği ne derecede iyi görürsek onunla baş etmenin yoluna da aynı derecede kafa yormak gerektiğini hissederiz.
Öncelikle şunu belirtelim: yılgınlık bir küçük burjuva fikridir ve kaynağı küçük burjuvazinin bireyciliğidir. Devrimin sorunlarını toplumsal koşullardan ve sınıfların karşılıklı ilişkilerinden hareketle değil de bireylerin coşkusundan, becerilerinden, birikimlerinden hareketle çözebileceğini düşünmek bir tür bireyciliktir. Komünistler hiç şüphesiz bireylerde somutlaşan coşkudan, beceriden, birikimden habersiz değildirler. Bununla birlikte komünistler coşkunun da becerinin de birikimin de kaynağını sorgularlar, dikkate alırlar. Öyle ya neyin coşkusu ve kim için, ne için coşku sorusu sorulmak zorundadır. Devrimci coşkunun, becerinin, birikimin kaynağı toplumsal pratik olmakla birlikte, özelde ezilenlerin çıkarları ve hareketidir. Dolayısıyla kitlelerle ilişkilendirilemeyen her türden coşku, beceri ve birikim kısa zamanlıdır, onu söndürmeye istekli bir üfürüğe karşı zayıftır.
Coşkuyu, beceriyi, birikimi kitlelerle ilişkili tartışmak uzun süreli, iradeli ve güçlü bir duruşun temelidir.
Çok bilindik bir söz vardır ve tekrarı belki de bunaltıcı olacaktır: buna karşın doğru sözün, Marksist, Leninist, Maoist ilkelerin tekrarı her koşulda yeniden biçimlendirilmesi gerektiğinden zorunludur. Doğru fikirler daima zayıf bir güçle başlarlar. Doğru fikir genellikle ilk seferde bir kişinin fikridir ve gene büyük oranda yeterince sınanmış ve zenginleşmiş değildir. Doğru fikrin gelişmesi için hem zamana hem de çabaya, emeğe ihtiyacı vardır. Mao 10 bin adımlık bir yolculuğun bir adımla başladığını vurgulayan Çin atasözünü hatırlatır sıklıkla. Bugün biz de bu ilkeye, bu doğruya dikkat çekmeliyiz. Hiç kuşku yok ki zayıf bir gücümüz var. Sadece zayıf değil aynı zamanda dağınık ve yetersizlikler dolu bir gücüz. Fikirlerimizi savunamadığımızı, tekrar tekrar öğrenmek zorunda kaldığımızı hissediyoruz.
Çok bilindik doğruların yaşama geçirelememesine tanık olduğumuzda kırılgan bir üzüntü yaşıyoruz. Bunların üzerine bir de devrimci hareketi güçten düşürmek için hiçbir fırsatı kaçırmayan egemen güçlerin saldırıları eklendiğinde bazılarımız için zayıflık daha kırıcı ve yıpratıcı olmaktadır.
BU DURUMDA NASIL DÜŞÜNMELİYİZ?
İlk bakılması gereken nokta devrimimizin temelleridir. Devrimimizin temeli ezilen en yoksul kesimlerin ihtiyaçları, dolayısıyla yoksunluklarıdır. Biz çok zayıf bir güç olsak da kitlelerin yoksunluğu büyük bir gücün yoksunluğudur. Örgütlü olmadığında, kendiliğindenliği içinde bu yoksunluk, esas olarak işçi sınıfında ve diğer tüm emekçi kesimlerde somutlaşan yoksunluk sömürü düzeninde egemenler için bir kaldıraç işlevine sahip olur. Kuşkusuz yer yer bu kendiliğindenlik taşkınlık gösterebilir; ama nihayetinde devrimci bilinçle buluşmadıkça taşkınlık diner ve taşan sular gibi geri çekilir. Bunun tam aksine bu güç örgütlü harekete başladığında dere yataklarının değişmesi gibi, vadilerin alt üst olması gibi, dağların devrilmesi gibi büyük toplumsal dönüşümlerin önünü açar. Kendi zayıflığımızı, güçsüzlüğümüzü tartışırken bu noktaya odaklanmak görevlerimizin, yapacaklarımızın bizi götüreceği yeri görürüz. Bu yaklaşım komünistlerin stratejik düşünmelerinin önemine ve gereğine işaret eder.
Her birimiz birçok kez burjuvaların stratejik düşünmelerini övdüğüne tanıklık etmişizdir. En olmadı gelişmiş devletlerin 50-100 yıllık planlar yaptıkları hakkında kimi zaman efsaneler de anlatılır ve bunlar genellikle etkileyicidir. Elbette başarılar elde etmiş burjuvaların ve burjuva devletlerin stratejik düşündükleri bir gerçekliktir. Hatta bunların ancak bu sayede ayakta kalabildikleri, güçlenebildikleri de reddedilemezdir. Bununla birlikte burjuvazinin stratejik düşünmesinin sınırları vardır. Bir sınıf olarak burjuvazi ölmekte olan, hatta Lenin’in söylemiyle geberen (can çekişen) bir sistemden beslenmektedir. O bu sistem içinde olabildiğince stratejik davranabilir; buna rağmen onun en gelişkin stratejisi bile ezilenlerin yoksunluğuna dayanan bir strateji karşısında daha baştan mağluptur. Marks işçi sınıfının ideolojisini bir bilim düzeyinde ürettiğinde çok yalın bir gerçekliğe dayanır: ezilen son sınıf olarak işçi sınıfının kurtuluşu tüm insanlığın kurtuluşu olacaktır. Bu, işçi sınıfının çıkarlarından kaynaklanan bir ideolojinin gerçeklikle “tam” uyumlu olmasının da, dolayısıyla da bilimsel olmak zorunda olmasının da nedenidir. O zamana kadar gerçekliğin bir tür çarpıtması olarak kavramlaştırılan ideoloji ilk kez, işçi sınıfı ideolojisi olarak bilimsel bir nitelik kazanır.
Stratejik düşünmenin işçi sınıfı hareketi bakımından buradan gelen bir üstünlüğü vardır, dolayısıyla bu kaçınılmaz bir üstünlüktür.
Kaçınılmazlık her ne kadar bir olgunun kendiliğinden rotasını verse de toplumsal meselelerde, sınıflar çatışmasında bu tam olarak böyle değildir. Eğer bilinç seviyesine çıkarılmazsa doğru fikirler çürüyen, geberen ya da can çekişen sistem içinde gelişmeden kalabilirler. Kaçınılmazlık burada fikrin gelişim zemini olarak anlaşılmalıdır. Yılgınlık halinde bakmamız gereken noktanın devrimimizin temelleri olduğunu belirttiğimizde de aslında kaçınılmaz olanın kaynaklarına dikkat çektik. Bu, kaçınılmaz olanın bilince çıkarılması pratiğinin olmazsa olmazlığıdır. Özne, -burada özneden kastımız işçi sınıfı hareketinin tüm öncü, ileri unsurları, dolayısıyla komünistlerdir- bu pratiğin öznesidir. Görevi kendiliğinden hareketteki kaçınılmazı keşfetmek ve bunu bütün bir sınıfın hareketine mal etmektir. Stratejik düşünmenin ilk adımı da budur. Bir sınıfın çıkarları açısından bakmak ve o sınıfın ihtiyaçlarını, eğilimlerini, hareketini bu çıkarlarla birleştiren bir rota oluşturmak… Mao yoldaşın Halk Savaşı stratejisinin temel unsuru da budur. O, köylülere dayanan bir ordu inşa etmenin hem mümkün olduğunu hem de işçi sınıfının çıkarlarıyla uyumlu olduğunu kendiliğinden olanın içinden çıkardı. Hatta bunun bir zorunluluk olduğunu gördü. Bu olmadan kazanmak olanaksızdı. Çürümüş, çağın gerisinde kalmış bir toplumsal düzen sürgit devam edecekti. Emperyalizm ve feodalizmden türemiş hilkat garibesi bir sistemin yıkıcı dinamikleri, çok geniş bir kitleye dayanmakla birlikte yenilmeye mahkûm biçimde aynı çürümüşlükten etkilenmeye devam edecekti. Her türden gericiliğin egemenliği atında, bunlar tarafından eğitilerek imparatora, toprak ağasına, tarikat şefine vb. bağlı kalacaktı. Kuşkusuz yer yer isyanlar olacaktı ve Çin’de de olmuştur. Ne var ki güçlü olanı yıkmak için daha güçlü olmak, daha üstün olmak gerekirdi. Stratejinin toplumsal gelişmedeki konumu burada devreye girer. Mao yoldaş işçi sınıfının önderliğini köylülerin büyük gücüyle birleştirmenin yolunu buldu ve bu yolu yürüdü. Ondan önce hiç kimse böyle düşünmemişti. Kuşkusuz hem işçi sınıfının devrime önderlik etmesi savunulmuştur hem de köylülerin devrimde oynayacakları rol. Fakat bunların nasıl birleşeceği, nasıl hareket edeceği hakkında yeterli bilgi yoktu. Bu bilgiyi Mao yoldaş üretti. Bunu üretirken tümüyle toplumsal hareketin nesnel şartlarına dayandı. Çok büyük yenilgiler almış, sıklıkla yerinde saymış, birçok kez sağa sola savrulmuş komünist partisini azametli bir uzun süreli savaş ile iktidara taşımayı başarmıştır. Bu başarının gizi içerdiği stratejik düşüncedir. Başarının şartların biri ve en önemlisi budur.
Burjuvalarda, hatta burjuva devletlerde strateji üretmenin önemli bir özellik olduğu sıklıkla konu edilir. Buna rağmen, yukarıda belirttiğimiz gibi onların stratejileri içinde oldukları gebermekte olan düzenle sınırlıdır. Oysa komünistlerin çıkarlarını savundukları işçi sınıfından ötürü stratejileri bunun çok ötesindedir. İşçi sınıfının çıkarlarına sarıldığımızda, buna uygun bir çalışma içine girdiğimizde, ezilen tüm emekçi, yoksul kesimlerin gücünü ve kurtuluşa zorunlu yoksunluklarını incelediğimizde sonuç olarak yenmeye, zafere muktedir bir güce dayandığımızı görürüz.
En zayıf anımızda bile, yılgınlarla çevrili olduğumuzda bile, en ciddi daralmalarda da stratejik üstünlüğün işçi sınıfının çıkarları bakımından komünistlerde olduğunu bilelim. Yukarıda ifade ettiğimiz gibi bunu bilmek yetmez. Bu bilginin kendiliğindenliğin içinde somutlaştırılması, yoksunluğun somut olarak açığa çıkarılıp örgütlenmesi gerekir.
Strateji ve taktik konularında önemli derecede zayıf olduğumuzu yılgınlıkları sık yaşamamızdan, gerilemeye, kopmaya neredeyse amade olmamızdan anlayabiliyoruz. Burjuvazideki strateji ve taktik düzeyin halihazırda birçok insanımızdan daha ileride olduğunu görüyoruz. Bu alt edilebilir bir üstünlüktür. Onların üstünlüğü bizim gerçeklikle kurduğumuz bağın henüz zayıf olmasından kaynaklıdır. Çünkü gerçeklik bizden yanadır. Devrimimizin kaynağı devasa bir güçtür. Bu gücün stratejik kavrayışımızla birleştirilmesi halinde burjuvazinin tüm şatafatlı gücünün küçüldüğünü göreceğiz. Büyük proleter devrimlerdeki gerçeklik tam da böyleydi. O devrimlerde burjuvalar çaresizce yenilgiye mahkûm olduklarını gördüler.
Yılgınlık ve gerileme mevcut durumumuzda anlaşılırdır; ama bunlarla mücadele etmekten vazgeçmek anlayışla karşılanamaz. Geçici yılgınlıklar, gerilemeler zaaflarımıza, eksiklerimize yönelmemize neden olmalıdır. Elimizdeki bayrak, taşıdığımız silüet buna hakkımız olmadığının göstergeleri olmalıdır. Coşku, beceri ve birikim mutlaka ama mutlaka devrimimizin temelinden beslenmelidir. Görevimiz devrimimizin temellerinden beslenmek, bunlara dayanmak ve düşmanı alt edecek gücün coşkusunu, becerisini, birikimini kazanmaktır. Lenin yoldaşın işaret ettiği strateji ve taktik ustalığa bu yolla ulaşabiliriz…