[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Dinle “]
“Bir kere açıldık, bir daha kapanmayız.” diyor LGBTİ+ toplulukları-dernekleri. Bu ne anlama geliyor? Bir olgu gün yüzüne çıktıktan sonra onu görmemeyi, yok saymayı seçsen de o “olgu” olarak orada durur artık. Bu, kim tarafından yok sayıldığı önemli olmadan böyledir. Bununla beraber neyin, kim tarafından yok sayıldığı bizim için tabii ki önemlidir. LGBTİ+ların yok sayıldığı, lanetlendiği; ama buna rağmen saldırıya uğradıkları bir gerçek. Bu gerçeklikte dost ve düşman arasına hiç de ince olamayacak bir çizgi çekiyoruz. Bir tarafta devrimden çıkarı olanlar diğer tarafta devrimin düşmanları. Bu nedenle LGBTİ+ların örgütlü-örgütsüz mücadelesini inceleme ve anlama, savunma sorumluluğunu üstlenmek gerekmektedir.
ZAFER KONUŞMASINDAKİ FOBİ VE SONRASI
Erdoğan, cumhurbaşkanlığı seçim sonuçlarının ardından yaptığı gösteride aileyi kutsayarak LGBTİ+ları lanetledi. AKP seçmenini de içine katarak söylüyoruz ki Türkiye’nin yarı feodal toplumsal yapısında bu argümanın “motivasyon” unsuru olarak ele alınması şaşırtıcı değildir. Defalarca kez belirttiğimiz üzere halkın geri yanları vardır: LGBTİ+ların toplum tarafından kabul görmemesi, kadının çalışması ya da çocuk doğurmaması, erkeğin evin ekonomisini karşılayamaması vb. Bu durumda benzer söylemler ya da karşıtı olmayan “susmalar” burjuva-feodal partilerin bilinen, yaygın bir gerçekliğidir. Kutsal aileci her söylem bu düzen partilerinin işlerine gelmektedir. Dolayısıyla bunlar halkın geri yanlarını besleyen temel araçlardandır. Erdoğan da bunu ustaca kullanan ataerkil sömürü düzeninde vasat liderlerdendir ve hiç de mahir olmayan bir kabalıkla LGBTİ+fobiyi köpürtüp içeride “ortak düşman” yaratarak kitleleri konsolide etmenin yol ve yöntemlerini geliştirmektedir.
Sistematik hale getirilmiş saldırı dalgasının son durağı olan bu seneki Onur Haftası eylem ve etkinlikleri gündemde oldukça yer edindi. Film gösterimlerinden çay içme etkinliğine, piknikten onur yürüyüşlerine kadar tüm eylem ve etkinlikler yasaklandı. Yasaklı Onur Haftasına rağmen birçok eylem ve etkinlik alternatif şekillerde hayata geçirildi. Özellikle Onur Yürüyüşlerin- deki polis şiddetinde birçok kişi işkenceye maruz kaldı. Onur Yürüyüşünde gözaltına alınan 5 göçmen halen geri gönderme merkezlerinde tutuluyor. İran vatandaşı olan Elyas ve Lübnanlı göçmenin sınır dışı edildikleri takdirde idam edilme tehlikesi taşıyorlar.
DEVRİMCİ ÖZE DAYANMAK
Yasaklamalara karşı yeterince toplumsal karşı koyuş yaratılamasa da örgütlü LGBTİ+lar tarihsel mücadelelerine sahip çıktılar. Toplumsal karşı koyuşu böylesi süreçlerde örgütlemenin zorluğunu göz ardı etmiyoruz. Ama bunun tek belirleyici unsuru faşizm değildir. Devrimci-demokrat yapıları da içine katarak toplumsal mücadele yürüten tüm kesimlerin beslendikleri özden, mücadelenin gerekliliklerinden yani devrim perspektifinden uzaklaşmaları da belirleyici unsurlardandır ve toplumsal sorunların son kertede belirleyeni de budur. Devrim perspektifinden uzaklaşmak anlaşılmaz değildir; fakat anlaşılabilir olması doğru olduğu anlamına gelmez. En örgütlü toplumsal kesimlerin, doğru ya da yanlış devrim programı olan örgütlerin dahi devrim düşüncesinden uzaklaştıkları bir durumda sürekli ideolojik ve fiziki saldırı altında olan bu kesimin de devrimci nüveler barındıran özelliklerden uzaklaşmasına şaşırmıyoruz. Yılgınlık, örgütsüzlük, popülizm her kesimi olduğu gibi bu kesimi de sarıp sarmalamaktadır. Kendi gücüne güvenme zayıflamış, örgütlülüklere gerek kalmadığı izlenimi oluşmuştur. Bireysel olarak kendini ifade eden aktivistler artıyor ve örgütsüz hareket etmek giderek normalleşiyor. Tabii ki insanlar kendini ifade edebilmeli; ama bu ifade LGBTİ+ların sorunlarını ne denli kapsadığı konusunda berrak bir düşünce oluşturmuyor. Bir çağrıyı barındırmıyor ya da toplumsallaşmıyor. Örneğin cinsiyet uyum ameliyatları. Yüksek ücretler, resmi bir ton prosedür, süreçteki psikolojik şiddet salt dayanışmayla aşılacak sorunlar değildir. Toplumsal mücadeleyle, örgütlenerek aşılabilecek sorunlardır. Yaşam koşullarının zorluğu göz önüne alınınca Türkiye’deki çoğu genç gibi LGBTİ+larda da yurt dışına çıkma isteğinin oluştuğunu buna zorunlu kaldıklarını görüyoruz. Hatta iltica etmenin yanı sıra birçok sanal mecrada iltica güzellemeleri yapılıyor. Avrupa’da Türkiye’ye kıyasla daha yüksek yaşam standartları var. İlticalarda, cinsiyet kimliğini yadsımadan, ait olunan sınıfsal katmanın belirleyici olduğunu düşünüyoruz. “Bireysel kurtuluş” yalanı artık toplumsal mücadele yürüten kesimleri de çok güçlü bir biçimde etkiliyor.
Cinsiyet kimliği açık olan yoksul LGBTİ+ların yaşamla kurdukları bağın “yaşamak” üzere olması korkunç gelse de bu böyledir. Bu nedenle yaşamanın asgari koşullarını yaratma mücadelesi çoğunlukla bireysel, kimi zaman dayanışmayla veriliyor. Toplumsal bir ötekileştirme saldırısı içinde üretime dahil olma imkânı bulmak oldukça zorlaşıyor. Fakat bu gerçeklik yeni bir şey değil. Bu sorunlar yıllardır süregelirken çok kez buna karşı çıkıldı. Burada dikkat çekmemiz gereken nokta şu: LGBTİ+ların mücadele tarihindeki “iş bulma” gibi taleplerin yerini ne aldı ya da bu, mahkûm edilmiş bir pratik mi?
Nitekim bunun mahkûm edildiğine dair bir veriye ulaşamadık. Bu süreçteki LGBTİ+ aktivistlerin çoğu öğrenci ya da LGBTİ+ mücadelesinde aktif rol alan kesim öğrenci oluşumları. Sınıf karakterinin küçük burjuva olması gereği taleplerin de bu yönde değiştiğini görüyoruz. Hatta birçok açıklama ve makalede herhangi bir talep olmaksınız “forum” tarzı tartışmalar ya da iç bilgilendirmeler yapılıyor. Üretilen bu tarzla da ulaşılan kitlelerde bir aydınlanma ya da farkındalık oluşturulamıyor. Anlatmadan anlaşılmayı beklemenin halk kitlelerinde, hatta homofobi barındıran kimi ilerici kesimlerde bir karşılığının olmadığı on yıllardır sürdürülen toplumsal mücadelede kanıtlanmıştır. Bu burjuva öze tekabül eden küçük burjuva kibiridir. Devrimci örgütlerde, kendimizde dahi çok kez denk geldiğimiz bu tutumla olan mücadelemizi devrimci öze sarılarak sürdürmeliyiz.
LGBTİ+ topluluklarının geliştirilmesinde tartışmalar mutlaka önemli bir yerde durmaktadır. Devrimden çıkarı olan bütün kesimlerin devrimcileşmesine katkı sunmalıyız. “Görmedim, duymadım, bilmiyorum”a düşmeden sahiplenmeli, aynı zamanda eleştiri ve özeleştiriyi devrimin bir görevi olarak görmeliyiz. Çünkü halkın ilerici kesimlerinden uzaklaşmanın devrimin aleyhine olduğunu biliyoruz. Devrimin aleyhine en ufak davranış dahi mücadelemizin konusuyken bir toplumsal kesimin devrimle birleşebilir çıkarlarına sırt dönmek asla bağışlanabilir bir hata olarak değerlendirilemez…