2023 yılının ikinci altı ayı için, ağustostan itibaren geçerli olacak asgari ücret, 20 Haziran tarihinde yaklaşık yüzde 34’lük artışla 11 bin 402 TL olarak belirlendi. Son dönemlerde sıklıkla karşılaştığımız bir biçimde, alışık olunmayan, kanun ve yönetmeliklere dahi aykırı bir tarzda belirlenen “asgari” ücret işçi sınıfı ve diğer tüm emekçiler için ağır sömürü şartlarında bir değişim olmayacağını bir kez daha somutlaştırdı. Aksi yönde bir beklentinin de uzun zamandır söz konusu olmadığını özellikle vurgulamamız gerekir. Asgari ücret komisyonunda, dostlar alışverişte görsün misali toplanıldığı ve asgari ücret adına pek de bir şeyin konuşulmadığı, tartışılmadığı da rahatlıkla tahmin edilebilir. Sendika başkanlarının, yetkililerinin neredeyse devlet lehine sürece dahil oldukları, daha önceki gibi görüntüde bile işçi-emekçi lehine konuşmadıkları gerçeği bu tahminin tahminden de öte olduğunu gösteriyor. Bir kez daha örgütsüz geniş kitleler bir avuç örgütlü egemenin karşısında kaderleri hakkında alınacak kararı beklediler.
Asgari Ücret Yönetmeliğine göre ücretin belirlenmesinde komisyon tek yetkili kurum olmasına rağmen, ücretin komisyon dışında, hatta alenen Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından belirlenerek, kimi zaman da bizzat Erdoğan tarafından ilan edilerek kamuoyuyla paylaşıldığına şahit oluyoruz. Milyonlarca emekçiyi doğrudan veya dolaylı olarak ilgilendiren asgari ücretin belirlenmesinden ilan edilmesine dek alışılagelmiş teamüllerin bir kenara bırakılarak siyasi şov malzemesi haline getirilmesi, daha baştan sürecin dramatik yanını gözler önüne sermektedir.
2023 yılının ikinci altı ayını ilgilendiren asgari ücretin belirlenmesinde komisyonun oldukça hızlı bir şekilde hareket etmesi de dikkat çekti. 13 Haziran ve 19 Haziran tarihlerindeki toplantıların ardından bizzat Türk-İş temsilcisi Ramazan Ağar’ın iki toplantıda ücretin konuşulmadığını itiraf etmesinin şaşkınlığı geçmeden, hemen bir gün sonra asgari ücret açıklandı. Komisyonun işlevsizliği kadar sözde işçi tarafının, “ücret konuşmadık”, “500 dolar üzerinden değil, dolar üzerinden değil TL olarak görüşüyoruz” şeklindeki rezil açıklamaları sürece damga vurdu. Burada üzerinde durulması gereken bazı noktalar olduğu aşikâr.
Yeni asgari ücretin ağustos ayında alınmaya başlayacağı gerçeği ekseninde genelde asgari ücret tartışmalarının ve komisyon toplantılarının bir önceki ayda gerçekleşmesi beklenirken bu sefer süreç, hızlandırılmış bir biçimde haziran ayının 3. haftasında, yani neredeyse 1,5 ay önceden hiçbir tartışma olmaksızın belirlenmiştir. Bunun en önemli nedeni belli ki bir önceki Çalışma Bakanı Vedat Bilgin’in asgari ücretin 500 dolar civarında olacağı söylemidir. Keza asgari ücretin ilan edildiği gün olan 20 Haziran tarihinde yeni asgari ücret 482 dolar seviyesinde gerçekleşmiş, asgari ücret konusu şov malzemesi haline getirilmiş ve henüz alınmamış ücret, daha 1,5 ay öncesinden oldubittiye getirilerek konu kapatılmıştır. Bu yazının yazıldığı tarih itibariyle yeni asgari ücret, henüz belirlenmiş ve daha alınmamışken 438 dolar seviyesine gerilemiştir. Neredeyse 50 dolar gerileyen asgari ücret böylece tartışma dışı bırakılmış, TL’deki devam edecek erimeye karşı asgari ücret, erken belirlenerek olası tepkiler törpülenmiş, iktidarın kitleleri manipüle etmesinin koşulları hazırlanmıştır.
“Yeni Rota” Savrulmalara Açık
Yüksek enflasyon ve düşük faiz politikası tartışmaları ekseninde gerçekleşen 2023 seçimlerinin ardından ekonomideki çıkmazlardan ötürü egemenler “özel ve özgün politikalardan” vazgeçerek ortodoks, bilinen, tahmin edilebilen, kurallı ekonomi politikalara geçiş yaptılar. Bu geçişin mimarlarının “Türk” olmakla birlikte dışarıdan getirtilen, yabancı tekellerin, büyük fon şirketlerinin tedrisatından geçmiş, bunların güvenine mazhar olmuş ekonomistler olması ekonomideki çıkmazların neden olduğu güvensizliğe işaret eder. Türkiye halkının canını pek çok kez yakmış ve bu nedenle yakından bilip mesafeli olduğu IMF’nin sıkı maliye, sıkı para ve sıkı gelirler politikalarına karşı heterodoks adını verdiği politikaları savunmuş ve uygulamış olan iktidar söz konusu mimarlar eşliğinde “IMF’siz” biçimde ama onun rotasında hareket etmeyi tercih etmiş görünmektedir. Kuşkusuz bu tercihin iktidara sağladığı avantajlar söz konusudur. IMF’yle yapılacak bir anlaşmada “özel çıkarlar” korunamayacaktı, oysa şimdi yeni bakanın ve merkez bankası başkanının gerek bağlı oldukları cumhurbaşkanlığının kurumlarınca gerekse de esasen kendilerinin belirlemediği bürokratlarca elleri kolları bağlanabilecektir. İktidarı elinde tutan kliklerin çıkarlarını korumaya alan, bunların avantajlı olmalarını sağlayacak uygulamalar, elbette önceki döneme kıyasla gerilemiş olarak bunlar tarafından dikkate alınacaktır. Örneğin faizin yüzde 15’e çıkarılmasına dair değerlendirmelerde bu çıkarların korunduğu tespitleri yapılmaktadır. Zira faizin yükseltildiği bu oran geçişin olabildiğince tedrici gerçekleşeceğini, önceki politikalardan beslenenlerin de bu sayede korunduğunu göstermektedir. Bununla birlikte “yeni ekonomi” rotasıyla işçi ve emekçi kesimleri oldukça zor bir dönemin beklediği açıktır. Önümüzdeki yerel seçimlere kadar popülist siyasi yaklaşımlarla maliye ve para politikalarında sıkılaştırmanın eş anlı olarak uygulanacağını, iktidarın gevşek bir ip üzerinde yürüyeceğini söyleyebiliriz. Bu gevşek ipin iktidara popülizm için fırsatlar sunduğunu ama aynı zamanda ekonomi bakımından da ciddi savrulmalara neden olacağını belirtelim. Bu bakımdan oldukça ilginç bir döneme tanıklık edeceğiz.
Ekonomide kurtarıcı olarak sunulan Mehmet Şimşek’in enflasyonla mücadele kapsamında faiz artırma, maliye politikalarında daralmaya gitme ve geçmiş dönemlerden sınanmış ücret ve gelirlerde sıkılaştırmayı içeren bir gelirler politikası izleyeceği beklenmektedir. Zaten bu kendisi tarafından “rasyonel zemine dönmek zorunluluğu”na dikkat çekilerek alenen ilan edilmişti. Buna rağmen bu konuda atılacak adımları şüpheli hale getiren bir olgu var: 2024 yerel seçimleri. Bu yüzden özellikle halk için “kemer sıkmak” anlamına gelen politikaların, bilinen ve tercih edilen diğer adıyla “acı reçetenin” temkinli olarak uygulanacağı tahmin edilebilir. Doğal olarak bu tahmin, popülist ücret politikası kapsamında ocak asgari ücretinin de şov malzemesi yapılacağına işaret eder.
Enflasyona Ezdirilen Ücret Politikası
Asgari ücret konusundaki popülist söylemler enflasyonun çok altında bir ücret belirlendiği gerçeğini değiştirmemektedir. Yüksek enflasyon dönemlerinde anlık ücret seviyesi emekçi kesim tarafından yeterince algılanamasa da, asgari ücrete zam ve kısa bir süre dünden daha fazla ücret alınacağı hissi ile hareket edilse de ücretlerin gerçek hali kısa bir süre içerisinde anlaşılabilmekte, alım gücündeki sert düşüş emekçileri çarşı-pazarda, aylık fatura ödemelerinde yakalamaktadır. Keza sadece 10 gün içerisinde 50 dolar eriyen asgari ücret, Türkiye’nin büyük bir kısmında bir ev kirasına dahi yetmemektedir.
Asgari ücret konusunda değinilmesi gereken bir diğer sorun, asgari ücretin, adından tamamen uzaklaşmış bir gerçekliğe sahip olmasıdır. Asgari, yani en düşük ücret, ülke sınırları içerisinde bir işçiye verilebilecek en düşük ücreti tanımlamaktadır. Ancak Türkiye özgülünde çalışanların çoka yakın büyük bir kısmı (resmi verilere göre yüzde 60’ın üstünde) asgari ücret seviyesinde ücret aldığı için aslında en düşük ücretin, ülkedeki ortalama ücret olduğu ortaya çıkmaktadır. Dahası asgari ücretin altında ücret alan kayıt dışı işçilerin, çalışma izni olmayan, geçici-koruma statüsündeki göçmen işçilerin ve asgari ücretin biraz üstünde ücret alanların eklenmesiyle neredeyse sabit ücretli çalışanların (küçük bir azınlık dışında) tamamı, bu ücret seviyesine mahkûm durumdadır.
Yüksek enflasyonun da sabit ücretli kesimlerin aleyhine olduğu, bilinen bir gerçekliktir. Enflasyon sabit ücretlinin satın alma gücünü azaltırken ücret artışları geriye dönük bu aşınmayı telafi etmeyi çalışır. Ancak ücret artışlarının, enflasyon dönemlerinde her zaman geriden geleceği ve geçmiş dönemi ikame etmeye çalışacağı açıktır. Fiyat artışlarındaki süreklilik ise bu göreli yoksullaşmayı derinleştirmeye devam etmektedir. 2023’ün ikinci altı ayı için yapılan yüzde 34 düzeyindeki asgari ücret zammı da bu süreçteki enflasyonun yani ilk altı aydaki enflasyonist aşınmayı kapatmaya dönük bir hamledir. Ancak buradaki ilk sorun, ilk altı ayda enflasyonun resmi rakamların üstünde seyretmesiyken ikincisi önümüzdeki altı ayda yaşanacak fiyat artışlarına karşı emekçi kesimin tamamen savunmasız kalmasıdır.
Nihayetinde sabit ücretli çalışanların ezici bir çoğunluğunu oluşturan asgari ücretliler adına komisyonda söz hakkı olan Türk-İş’in adeta işçi değil de patron ve devlet tarafını temsil eder gibi hareket etmesi, asgari ücret toplantısında ücret dışında her şeyi konuştuğu ve emek kesimi lehine hiçbir şeyi söylemediğinin anlaşılması, işçi adına sözde protesto açıklaması yapan DİSK’in, kapalı bir salonda basın açıklamasıyla süreci geçiştirmesi ve ülkenin sözde en büyük ikinci işçi sendikaları konfederasyonu olan Hak-İş’in üç maymunu oynaması zaten bu sürecin anlaşılması açısından en önemli göstergelerdir. Açıktır ki işçi sınıfının, öz gücüne dayanarak ayağa kalkmaktan başka bir çıkar yolu yoktur. Adı ister patron isterse sendika olsun, işçi sınıfının kendi denetimi, kendi inisiyatifi olmaksızın verdiği her rıza, yoksullaşma ve sefaletten başka hiçbir şey getirmemektedir.