[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Geride kalan dönem, yoğun bir biçimde seçimlerin tartışıldığı, seçim konusunun gündemi fazlasıyla meşgul ettiği bir süreç oldu. İçinde bulunulan ekonomik kriz ise tüm emekçi kesimleri ezmeye devam etmektedir. Bu gerçeklik, mevcut seçimleri tümden tartışılır hale getirmektedir. Bununla birlikte bu seçim döneminde başka önemli bir gerçeklik de gizlenememiştir: Seçime katılım oranı ne kadar yüksek ve kitleler çeşitli, çoğunlukla da gerici siyasal yaklaşımlar tarafından mobilize edilmiş olsa da sistemin kitleleri bir cendereye sokmakta yetersiz kaldığını, bu bağlamda bir çaresizlik yaşadığını söyleyebiliriz.
Birbirinden çok farklı konularda, bazı genel söylemlerle kitlelerin ajite edilmesine dayalı seçim çalışmaları içerisinde halk dindarlık, milliyetçilik, mezhepçilik temelinde ayrıştırılmaya çalışılmış ve ciddi bir kutuplaştırma döngüsüne sokulmak istenmiştir. Genel söylem ve altı boş ajitasyonlarla umutlandırılan insanlar dönem dönem kendileri için gelecek güzel günlere inandırılmış, dönem dönem de tersi rüzgârda, moral bozukluğuna ve boş vermişliğe sürüklenmiştir.
Oldukça geniş bir kitlenin seçim konusunda mobilize edilebiliyor olmasına rağmen, sistem tarafından örgütlenememesi, ekonomik kriz kadar siyasal krizin de belirgin bir göstergesidir. Mevcut durumda geniş kitlelerin sistem tarafından örgütlenememiş olması, devrimciler tarafından örgütlendikleri anlamına da gelmemektedir. Hem devrimci yapıların hem de kendiliğinden oluşumların kitleleri örgütleyemediği gerçeği, işçi sınıfı başta olmak üzere geniş halk yığınlarının adeta kaderine teslim edildiği gerçeğini karşımıza çıkarmaktadır.
Seçimler ekseninde yapılan genel çağrıların ve halkın kutuplaştırılmasının en önemli göstergesi ise dönemsel saf tutmanın arkasında ana saiklerin arka plana atılması yatmaktadır. 2020 ve 2023 yılları arasında anket şirketleri ve çeşitli üniversiteler tarafından yapılan araştırmalarda defalarca toplumun ana sorunu açık ara ekonomi, işsizlik ve hayat pahalılığı olarak açıklanmıştır. Ancak halkın oy verme sürecindeki kutuplaşmasının çok küçük bir kısmını bu gerçek oluşturmaktadır. Bu konuda harcanan yoğun mesai, kitlelerin hangi yöne doğru yönleneceğini de belirleyeceği için egemenler açısından kritik bir noktada durmaktadır.
İşçi sınıfı ve diğer halk kesimlerinin satın alma güçlerinde yaşanan daralma, yaşanan memnuniyetsizlik ve artan öfke, kendisini doğru kanalda ifade edemediği müddetçe egemenlerin nefret söylemleriyle konsolide edilerek kendi içlerinde çatışmalı hale gelmelerine neden olacaktır. Egemenlerin halkı örgütlemesinin yolu da bu kanaldan, ayrıştırıcı nefret söylemlerinden geçmektedir ve sınıf açısından, geniş halk kitleleri açısından asıl tehlike tam da budur.
Başta işçi sınıfı olmak üzere kitlelerin örgütlenmesi, doğru kanallara kanalize edilebilmesi, o kitlelere empoze edilen tüm sahte gündem ve kutuplaşmalardan, nefretle örülen bu pis propaganda ağından sıyrılarak kitlelerin gerçek gündemine yoğunlaşılarak gerçekleştirilebilir. O halde emeğin, çabanın asıl yoğunlaşması gereken yer, tam olarak biçim tartışmasından bağımsız olarak gerçek gündemler ekseninde kitlelerin yoğun şekilde örgütlenmesidir. Bu görevin acilliği, karşımızdaki gerici sistemin devamlılığının dışında, örgütsüz olduğunu belirttiğimiz ama örgütlenmek için yığınla sebebi olan kitlelerin karşı devrim saflarında örgütlenerek onlara yedeklenmesi olasılığından da kaynaklanmaktadır.
Genel seçim gündemleri içerisinde egemenlerin, özelde işçi sınıfının yaşadığı sorunları, seçimlerde vaat soytarılığının meşruluğu vesilesiyle adeta sadaka vaaz ederek geçiştirmeye çalıştıklarını gördük. 2000’li yılların ilk on yılında yoğun bir saldırıyla çıkan Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasası (SSGSS) ile sınıfa mezarda emekliliği dayatanlar, bugün pişkin bir biçimde EYT yasasını müjde verir gibi çıkarttılar; tıpkı SSGSS yasasında yaptıkları gibi EYT yasasında da çalışanları bölerek tepkileri parçalamaya çalıştılar. EYT ile oluşan adaletsizlik, belirli bir kesimin sorunları için pansuman olsa da gerisinde geniş bir memnuniyetsizlik ve öfke bırakmıştır.
Benzer bir durum, asgari ücret meselesinde de yaşanmıştır. 2022 yılında asgari ücrete yapılan iki zamma ek olarak 2023 Temmuz’unda da yine bir zam yapılacağı söylentisi yayıldı. Bunun bilinçli bir şekilde işçilerde beklenti yaratıp onları edilgenleştirmek, ertelemeci davranmaya zorlamak, hükümete yedeklemek için yayıldığı açıktı. Böylece işçi sınıfında umulan beklenti oluşturulmuştur. Şimdiye kadarki sonuç ise enflasyon nedeniyle özelde asgari ücretin, genelde ise tüm ücretlerin erimesi olmuştur. Emek kesiminin büyük çoğunluğunda bu konuda bir yılgınlık ve boş vermişlik meydana gelmiştir. Kamu işçilerini ilgilendiren Kamu Çerçeve Protokolünün ise aylarca sürdürülüp seçimlere entegre edilmesi de bu alanda gözlenen çaresizliğin bir diğer yansımasıdır.
2022 yılının başında, ekonomik krizin etkisiyle hareketlenen işçilerin çeşitli iş kollarında arka arkaya yaptıkları eylem ve direnişlerin ardından asgari ücrette zam beklentisi ve 2023 seçim gündemiyle sınıf hareketliliğinin göreli olarak azaldığı bir süreç yaşadık. Ancak krizin oluşturduğu ağır yük artık devredilemez bir noktadadır. Seçim öncesi genişletici maliye politikası adı altında uygulanan seçim ekonomisi ve etkisi oldukça sınırlı popülist politikaların artık sonuna gelinmiş durumda. Açıktır ki önümüzdeki dönem işçi sınıfı ve tüm emek kesimleri için oldukça zor geçecektir. Ekonomik krize ek olarak yaşanagelen ve seçimlerden sonra da artarak devam edeceği aşikâr olan siyasal krizin yaratacağı tahribatı kitlelerin yaşamaması, ancak zinde bir mücadele ile sağlanabilir.
İşçi sınıfında, egemen sınıfların dayattığı gündeme rağmen yaşanan hareketlenmeler, seçimlerden sonra çok daha fazlasının yaşanacağı konusunda gösterge niteliğindedir. Yalnız burada dikkat edilmesi gereken en önemli konu, işçi sınıfının kendiliğinden hareketlenmesi konusunda bir beklentinin ciddi yanılgı olacağıdır. Yerinde, zamanında, hızlı ve doğru politik yaklaşımların eksikliği, geçmişte olduğu gibi yine kendiliğinden hareketlerin başladığı gibi bitmesine şahit olunmasını getirecektir. İşçi sınıfının örgütlenmesi, dahası kitlelerin örgütlenmesi kolay ve yalnızca genel çağrılarla gerçekleştirilebilecek bir konu değildir. Tüm sınıf mücadeleleri tarihi bunun sayısız örnekleriyle doludur. Gerçek olan ise işçi sınıfı başta olmak üzere kitlelerin örgütlenmesindeki tüm zorluklara rağmen örgütlenme konusunda ciddi bir açıklığa sahip olduklarıdır.
Örgütlenme konusunda devrimci yapıların ve sendikaların da ciddi eksikliklerinin, hatalarının olduğu açıktır. Karşı devrim cephesinin büyük olanaklarla ve muazzam bir çabayla kendi saflarında örgütlemeye çalıştığı işçi sınıfını, evet daha az olanakla örgütlemek zordur; ama diğer yandan kendi gündemi, yaşadığı sorunlar ve bunların çözümü konusundaki avantajlarla işçi sınıfını örgütlemek, sisteme yedeklenmesine nazaran daha da kolaydır.
Seçimlerden sonra ve seçimlere rağmen doğru politikalarla; ama büyük bir çaba ve enerjiyle işçi sınıfının örgütlenmesi konusunda oldukça elverişli koşulların olduğu ve bu koşulların daha olgunlaşacağı tespiti lalettayin bir tespit değildir. Ancak bu koşulların, işçi sınıfında beklentiyle bezeli öfkenin doğru anda örgütlenmediği müddetçe hedefini şaşıran bir hal alacağı da açıktır. Başlıkta da belirttiğimiz gibi aslında işçi sınıfı için somut koşullar örgütlenme çağrısı yapıyor. Bu çağrıyı duymamız ve harekete geçmemiz gerekiyor.