[responsivevoice_button voice=”Turkish male” buttontext=”Makaleyi dinle “]
Faşist diktatörlüğün Kürt meselesi özgülünde Kürt düşmanlığındaki konumlanışı seçim öncesi, seçim süreci ve seçim sonrası da aralıksız bir saldırganlık eşliğinde devam etti. Şoven söylemler, terör demagojisi, askeri saldırganlık, HDP’nin seçim tavrı gibi bir dizi mesele, seçim süreci boyunca faşist Cumhur İttifakı’nın söylemlerinde yerini buldu. Kitleler bu söylemler üzerinden saflaştırılmaya çalışıldı. Seçim söylemlerine rengini veren Kürt düşmanlığı seçim süresince de devam etti. Kürt Ulusal Mücadelesinin askeri güçlerine yönelik bu saldırgan tutum Türk devletinin stratejik olarak diz çöktürme politikasına uygun olarak sürdürüldü.
Türk devletinin Kürt Ulusal Mücadelesine dönük saldırganlığı tüm parçalarda sürüyor. Fiili olarak Rojava ve Irak Kürdistanı’na saldıran TC, bunun yanı sıra bölgedeki gerici devletleri de bu saldırgan konsepte angaje ediyor. Bu saldırılara son olarak Irak devleti katıldı. Irak içişleri ve savunma bakanlıklarından bir heyet zırhlı araçlar, özel birlik ve polis eşliğinde 20 Mayıs tarihinde Maxmûr Kampı’nı kuşattı. Irak devleti, kamp yönetimine dört şart sundu: Kampın etrafının tel örgülerle kapatılması ve güvenliğin ordu ile polis tarafından sağlanması, kampın giriş ve çıkışının tek yol üzerinden sağlanması, yolların beton bariyerle kapatılması ve yerel polisin kampa geri dönmesi. Bu şartlar için görüşmeler sürerken kamp etrafında hendekler kazılarak kuşatılmak istendi. Halkın kararlı direnişi sonucu çekilmek zorunda kalan Irak güçleri kampı denetime alma noktasında kararlı olacaklarını dile getirdi.
MAXMÛR’A SALDIRILAR İLK DEĞİL
Maxmûr Kampı’na dönük saldırılar yeni değildir. 1990’lı yıllarda Botan’da yaşayan ve köyleri boşaltılan, evleri yakılarak yerinden edilen halkın oluşturduğu bir kamp olan Maxmûr, kurulduğu günden bu yana saldırıların hedefi oluyor. Burada yaşayan halkın ulusal mücadeleye olan bağlılığı, mücadeleci ve direngen tutumu hem Irak hem de Türk devleti için her zaman bir tehdit oluşturmuştur. Bu tehdide karşı kamp zaman zaman bombalanmakta, kuşatılmakta ve kampa ambargo uygulanmaktadır. Kampa dönük sistematik saldırıda en önemli ayağı ambargo oluşturuyor. Kampın coğrafi konumu gereği Irak Kürdistanı’na ekonomik ve lojistik bağımlılığı söz konusudur. KDP, TC ile kurduğu ilişkiler sonucu buraya ciddi bir ambargo uyguluyor. Gıda, sağlık ve enerji başta olmak üzere temel ihtiyaçlar da dahil yıllara yayılan ambargo ile burada yaşayan halk yerinden edilmek isteniyor. KDP, Rojava’ya dönük ambargonun bir benzerini Maxmûr’da da uygulayarak Türk devletinin bölge politikasında yerel iş birlikçi tutumunu koruyor.
Maxmûr’a dönük saldırılar gelinen aşamada çok daha ciddi ve kapsamlı bir muhteva taşıyor. İran’ın Kürtlerle mücadelede Irak devletine dönük baskıları, TC’nin Fırat ve Dicle şantajıyla da birleşerek Irak devletini harekete geçirmiş ve Maxmûr a yönelmiştir. Maxmûr’un halkın emeği ve mücadelesiyle bir esaret kampı olmaktan çıkarılıp direngen bir alan haline getirilmesi, on binlerce insanın kendi kendini yönetme kabiliyetine kavuşması Irak devleti açısından ciddi bir sorun olarak değerlendiriliyor. Bu bağlamda tel örgülerle, kulelerle çevrilerek denetime alınmak istenmesi anlaşılırdır. Benzer bir girişim daha önce Şengal’de de olmuş hem halkın direnişi hem de o dönemki politik gelişmeler nedeniyle Irak istediği sonucu elde edememişti.
KÜRT DÜŞMANLIĞINDA BİRLEŞEN TÜRK, ARAP VE FARS EGEMEN SINIFLARI GERÇEKLİĞİ
Bölgenin gerici devletlerinin kendi aralarındaki politik çelişkiler, dönem dönem Kürt Ulusal Mücadelesinde olanak ve kazanımlar sağlasa da son kertede egemen sınıfların kendi çıkarlarının öne çıktığını görüyoruz. Tüm parçalardaki Kürtlerin özgürce ayrılma hakkının gasp edildiği, ulusal kolektif haklarının yok sayıldığı bunun da tüm egemen ulus devletlerinin tam uyumuyla sürdürüldüğü koşullarda buna karşı her hamle saldırganlıkla yanıt bulmaktadır. Maxmûr, Şengal ve Rojava’daki Kürtlerin kazanımları tam da bu saiklerle boğulmaya, yok edilmeye çalışılıyor. Gelinen aşamada bu saldırıların daha geniş bir ölçek kazanacağını öngörmek gerekir. Irak, İran ve Türk egemen sınıflarının tarihsel iş birliği ve Kürtlere dönük katliamlardaki ortak yönleri bu ihtimali doğrular niteliktedir. Enfal’de, Halepçe’de, Efrin’de Kürtler büyük katliamlar karşısında kendi kaderlerine terk edilmiş, verilen sahte sözler bir kenara bırakılarak Kürde ölüm dayatılmıştır. Bu dayatmalara karşın Kürt Ulusal Mücadelesinin güçlü dersler çıkarmaması devamındaki süreçlerde de benzer durumların yaşanabileceğini bir kez daha bize göstermiştir.
Kürt Ulusal Mücadelesinin seyrinin kalıcı kazanımlara meylettiği her dönem aynı zamanda bu mücadele karşısında ortak hareket eden bir karşı duruşu da beraberinde getirmiştir. Türk, Arap ve Fars egemen sınıflarının politikaları tam da bu anlayışla şekillenmektedir. Kürt kazanımlarını boğma, kuşatma ve aralıksız saldırılarla Kürt güçlerini dağıtma konusunda değişmeyen bu tutuma karşı Kürt Ulusal Mücadelesinin dağınık bir yapıda olması bu politikanın uygulanması için elverişli koşulları yaratmaktadır.
Bölgenin gerici devletlerinin Kürt Ulusal Mücadelesine dönük saldırganlığı karşısında Kürde yine direnmek düştü. Maxmûr halkı emeğiyle, dişiyle ve tırnağıyla çölün ortasında kurduğu yaşam alanlarını terk etmek yerine bir kez daha direnmeyi seçti. Botan’daki sürgünün bir benzerini yaşamamak adına Maxmûr’u terk etmeyen irade ve direniş ruhu Kürtlerin kazanımlarını korumada belirleyiciliğin direnişte olduğunu bir kez daha göstermiştir. Gücünü bir halkın meşru mücadelesinden alan bir direnme çizgisinin etkinliği kuşkusuz bölge gericilerinin meşum planlarını ters yüz etmeye de muktedirdir.
Kürt Ulusal Mücadelesine dönük faşist saldırganlık seçimler sonrası daha da azgınlaşarak sürecektir. Seçim sürecindeki şoven söylemler önümüzdeki süreçte de Türk hâkim sınıflarının politik argümanlarında yerini alacaktır. Bunun yanı sıra tüm parçalardaki Kürt kazanımları ve Kürt güçlerini boğmaya dönük hamleler, işgal saldırıları Türk hâkim sınıflarının ajandasındadır. İşçi ve emekçiler, ağır ekonomik krizin etkili olacağı önümüzdeki süreçte bu şoven saldırganlığa karşı saflaştırılmaya çalışılacaktır. Böylelikle faşist diktatörlük kitlelerin bilincini bulandıracak, bu saldırganlığa “terör umacısıyla” meşruiyet alanı oluşturmanın adımlarını atacaktır. Buna karşı en geniş kitleleri gerçek gündemleri etrafında örgütleyecek bir ajitasyon-propagandayı hayata geçirmeliyiz. Kürt ulusunun meşru direnişini sahiplenmeli, dayanışma ve mücadeleyi büyütmeliyiz.