[responsivevoice_button voice=”Turkish Female” buttontext=”Makaleyi dinle “]
İbrahim yoldaşın 50. ölüm yıl dönümündeyiz. Önder bir komünist olarak Türkiye devrim tarihine kazınan bu büyük ismin görüşleri, yaşamı, koyduğu hedefler devrimci mücadelemizin yolunu aydınlatmaya devam ediyor. Aydınlanmış bu yoldaki yürüyüşümüzün sorunları, bu yolda aldığımız mesafenin kısalığı her ne kadar kitlelere karşı, devrime karşı bir mahcubiyet nedeni olsa da biz onu bayraklaştırarak sorumluluğumuzu hatırlamaktan, hatırlatmaktan vazgeçmeyeceğiz. Bundan asla vazgeçmemeliyiz.
Seçimlerle beraber daha güçlü bir biçimde dalgalanan reformizm bayrağının kitlelere sunduğu hayallerin bir kez daha suya düşmesi de İbrahim yoldaşın yol göstericiliğine duyulan ihtiyacı hatırlatmaktadır. Elbette bu lekeli bayrakla aramıza çektiğimiz çizgi kesindir, açıktır. Ne var ki sözde kalan bir tavrın kitleler nezdinde bir kıymeti olamaz. İbrahim’in yol göstericiliği reformizme karşı bizi görece uyanık kılmaktaysa da kitleleri devrime seferber etme sorumluluğumuz bakımından çok gerilerde olduğumuzu inkâr edemeyiz. Bu gerilik seçim sürecinde de apaçık görüldü.
Seçim sürecinin bu konuda bize neler anlattığını, bu süreçten neler öğreneceğimizi tartışmamız gerekmektedir. Boykotla karşıladığımız bu seçim sürecinde egemenlerin açmazlarını, bu açmazlardan kaynaklanan zorunlu seçenekleri ele aldık, değerlendirdik. Kitlelerin bu açmazlara, seçeneklere zorunlu olmadığını, bu açmaz ve seçenekler dizisinin merkezine konan seçimlerin gerçek bir değişim üretemeyeceğini savunduk. Buna karşın kendince bir “değişim” ateşi yakmaya çalışanlar oradan buradan aldıkları desteğin güçlü bir çıkışa yeteceğini düşündüler. Ödünç fikirlerle, argümanlarla çıktıkları yolun egemenlerce döşendiğini bile bile yolun sonundaki ışığın kendi ışıkları olduğuna inandılar. Kitlelerdeki değişim isteğinin de aynı ışığa doğru olduğuna inanmaları bunların en büyük gafleti oldu. Elbette bir değişim isteği olmadığını söylemiyoruz. Aksine bu isteği gördük.
KİMİN RÜZGÂRINDA NE DEĞİŞİMİ
Gündemi yoğun bir şekilde seçim tartışmalarının aldığı ve devrimci demokratik hareketin önemli bir kesiminin de bu sürece dahil olduğu dönemde kitlelerdeki seçimin sonuçlarından beklentinin zayıf olduğu bir “değişim rüzgârı”ndan söz ettik. Bu rüzgârın karakterini kendi beklentilerimiz ile değil de objektif bir yaklaşımla incelendiğimizde apaçık şunu görüyorduk: kitleler kendi çıkarlarının gerçekleşebileceği bir değişimi değil, egemenler arasındaki dalaştan kopup gelebilecek küçük kırıntılarla sonuçlanacak bir beklentiye sahipler. Hatta diyebiliriz ki görece ilerici kesimlerin, daha doğrusu “muhalif” denen kesimin en önemli beklentisi mevcut iktidarın yenilmesinden ibaretti, kimin kazandığının neredeyse önemsizleştiği bir beklentiden söz ettiğimiz açıktı. Bu muhalif ve görece ilerici kesimde iktidarın değişmesi yönünde güçlü bir talep vardı ki bu da sürekli kriz koşullarında yaşayan bizimki gibi ülkelerde iktidarların makus talihidir. Bu talebin ekonomideki büyük sıkıntıların ve 20 yıllık aynı yönetimin bıktırıcı saldırılarının doğal bir sonucu olduğunu değerlendirmek mümkün.
Kitlelerdeki bu talebe rağmen boykot taktiğini savunmamız, boykotun kitlelerin çıkarına en uygun devrimci taktik olduğunu ileri sürmemiz kimilerine “çelişik” ya da anlaşılmaz gelmiştir. Bir deneyim olduğu için somut olarak bu sorunda kitlelerle ilişkimizin niteliğini tartışmamız yararlı olacaktır.
“Kitlelerle ilişki” kavramı birçok biçimi akla getirdiği için ilkin şunun altını çizmeliyiz: bizim de genel olarak devrimci hareketin de kitlelerle güçlü bir ilişkisi yoktur. İşçi sınıfından, kıt kanaat geçinen köylülerden, üretici kesimlerden önemli derecede uzak bir harekettir devrimci hareket. Bu, devrimci hareketin en önemli, onun karakterini olumsuz yönde belirleyen ve gelişim özelliklerini sınırlandıran bir durumdur. Özeleştiri de içeren değerlendirmelerde bu sorunumuza birçok kez dikkat çektiğimiz hatırlanmalı, dahası unutulmamalıdır. Dolayısıyla kitlelerle ilişkimiz kavramından hareketle boykot taktiğimizin güçlü bir kitle ilişkisine dayandığını ileri sürmüyoruz. “Kitlelerle ilişkimiz” kavramından kastımız kitlelerin hareketini doğru değerlendirme, onun kendiliğinden hareketinin sınırlarını öngörme, kitlelerdeki devrim potansiyelini açığa çıkarmada devrimci teorinin olmazsa olmaz rolü gibi konulardaki genel tutumlarımızdır. Kitlelere dair tahlillerimizin temeli bunlardır ve taktiklerimizin belirleyici öğeleri de bunlardır. Kitlelerin eğilimini tahlil edebilmek için esasta gerekli olan da budur. Bu noktada şu sorumluluğumuza dikkat çekmeden de geçmemeliyiz: kitlelerle güçlü olmayan ilişkimiz çözülmesi gereken bir sorundur. Bu sorumluluk taşındığı andan itibaren ve gerekleri yerine getirildikçe kitlelerle ilişkimiz bize daha derin değerlendirmelerin, daha güçlü hamlelerin önünü açacaktır. Temel görevimizin bu olduğunu asla unutmamalıyız. Bu konuda kendimizi daima sorgulamak zorundayız. Bu ilişkideki her ilerleme devrim yoluna girmek, devrimi yaymak anlamına gelir. Kitlelerden kastımızın temelde başta işçi sınıfı olmak üzere kıt kanaat geçinen, çalışan yoksul tüm kesimler olduğunu bir kez daha hatırlatalım.
Dönelim kitlelerdeki seçim sonuçlarından beklentiye.
Bir “büyük” beklentiden söz edildiğini, reformist ve gerici politikaların bu beklentilere endekslendiğini ve “demokrasi şöleni” adı altında türlü baskıların, saldırıların sergilendiği bu alanda kitlelerin çıkarına gelişebilecek bir “çıkış”tan söz edildiğini görüyoruz. Bu çıkış teorisinin zavallıca olduğunu en başından itibaren ileri sürüyoruz.
Bu alabildiğine geri ve kitleleri iktidar olmaya yönlendirme kapasitesi olmayan beklentinin büyük bir kazanım ya da ilerlemek bakımından neredeyse olmazsa olmaz bir çıkış olanağı sunacağı görüşü kendiliğindenciliğin dik âlâsıdır. Seçimlere kitlelerin iktidar yolunda eğitilmesi, kendi tecrübesinden devrimci seçeneğe doğru bir yol bulması ya da zaten çizili bu yola girmesi bakımından biçilen rolü ele aldığımızda Türkiye’deki son seçimlerin bundan tamamen uzak bir içerikle gerçekleştiğini teslim etmeliyiz.
Kitleler kendi kurtuluş olanaklarına değil zorunlu kaldıkları, sıkıştırıldıkları burjuva-feodal egemenlerin dünyasında kendilerine biçilen role göre hareket etmekteler. Bu rolün meşum bir rol olduğunun altı çizilmelidir. Bu teslim olmuş, boyun eğmiş, kaderini kendi ellerine almaktan uzak bir duruşun karşılığıdır.
Bu talebi boykot politikası ile küçümsediğimiz iddia edilebilir ki aslında karşı karşıya kaldığımız soruların ve hatta eleştirilerin bununla ilgili olduğunu tespit etmek zor değil. Evet bu talebi politika düzleminde küçümsüyoruz. Küçümsemeliyiz de. Stratejik olarak önemsediğimiz, ciddiye aldığımız şeyin kitlelerdeki devrim umudu olduğunu en başından beri ilan etmişken, varlığımızı bu umutla açıklarken söz konusu beklentiyi küçümsemediğimizi nasıl söyleyebiliriz. Ne var ki bu küçümseme stratejik düzlemdeki bir küçümsemedir. Taktik bağlamında kitlelerdeki her türden beklenti ve talep ise bizim için ciddiye alınmaya değerdir. Parlamento için mücadele, parlamento kürsüsünden faydalanma hakkı için mücadele hiçbir zaman komünist hareketin belirleyici bir mücadele biçimi olmamıştır. Bu mücadele kitlelerin deneyimine dayanmak, kitlelerin bilinçlenme süreçlerinde kendi deneyimlerinin önemini bilmek ile ilgilidir. Bu yolla iktidar mücadelesinde önemli politik kazanımların elde edilemeyeceği en başından itibaren komünistler için açık olmuştur.
DALGALARIN KAYNAĞINI BİLMEK
Kitlelerdeki bu talebin niteliği ile devrimci demokratik hareketlerin önemli bir kısmını kapsayan reformist dalgayı ayırt etmek gerekir. Kitlelerdeki devrimci eğilimin politik düzeyde anlaşılır kılınması için devrimci teoriye gereksinim vardır. Bu, kitlelere devrim bilincinin dışardan taşınması anlayışının temelidir. Kitleler kendiliğinden devrimci politikayı geliştiremezler. Bu, devrimci teorinin görevidir. Devrimci teori bütün toplumu, farklı toplumsal sınıfların dolayısıyla farklı çıkarlarını, andaki durumlarını vs. incelemeyi ve değerlendirmeyi gerektirir. Devrimci politika devrimci teoriye ihtiyaç duyar. Devrimci teorinin hem bilimsel hem de tarihsel geniş bir arka plan gerektirdiği açık ve anlaşılır olmalıdır.
Genel olarak seçimlerin ve özel olarak da bu seçimin önemi hakkındaki yorumların temelindeki problem sınıf perspektifinden yoksunluk, devrime inançsızlık veya devrim olanağının küçümsenmesidir. Oysa devrim tüm dünyada ve ülkemizde de objektif bir zorunluluk olarak gündemdedir, günceldir. Seçimlere olandan daha fazla önem vermek bu iddianın zayıflatılmasıdır.
Bu seçimlerin çok önemli olduğu propagandasının egemenlerle birlikte devrimci-demokrat çevrelerde dile gelmesi bu konudaki manipülasyonun yaygınlığına işaret eder. Devrimci-demokrat kesimlerde de gördüğümüz bu propagandanın hemen her seçime ilişkin değerlendirmelerde dile geldiğini, egemenler için önemli olmayan tek bir seçimin bile olmadığını biliyoruz. Bu seçimi bu devrimci demokratlar için önemli kılan elbette sadece egemenlerin propagandasından etkilenmeleri değildir. Bundan daha önemlisi devrim stratejilerinin iyice belirsizleşmesi ve seçim sonrasına yönelik bir stratejinin de olmamasıdır. Bir strateji kapsamında değerlendirmedikçe çok önemli bir seçim tavrından söz etmek proletaryanın bağımsız hareketi anlayışının da gelişmediğini gösterir.
Dipten gelen dalga beklentisinden de söz etmek gerekir. Ekonomik koşulların ağırlaşması, yönetimin pervasızlaşan saldırılarının sonu gelmezliği, yozlaşmaya ve talana dair etrafa yayılan bilgiler, gericiliğin apaçık propagandası ilerici kesimlerde bir beklentiye yol açmış, kitlelerin buna tahammül gösteremeyecek duruma geldiğini düşünmelerine neden olmuştu. Kuşkusuz bu haksız bir görüş değildi. Ancak bu mesele sadece bu yönüyle değerlendirilemez. Kitlelerdeki eğilimin açığa çıkarılması etraflıca bir incelemeyi gerektirir. Aksi halde kendi fikrimizi kitlelerin hareketinin objektif bir parçası olarak, yönlendiricisi gibi değerlendirmiş oluruz. Kitlelerin yoksulluğu, saldırıları, yozlaşmayı, talanı görmediği söylenemez. Bunlar apaçık gerçeklerdir. Kitlelerin hareketinin, eğilimlerinin iktidarı devirecek bir dalgayla sonuçlanacağı beklentisindeki en büyük açmaz kitlelerin örgütsüzlüğünün es geçilmesidir. Kürt yurtsever hareketinin örgütlü oluşu ve Kürt bölgelerindeki genel tavır bu gerçeğe işaret eder. Oysa buralar dışında kitlelerin örgütsüzlüğü, çeşitli biçimlerde devlet himayesinde olmaları söz konusu beklentinin yanlış olduğunu gösterir. Dipten gelen dalganın beklentisi için şunu söylemeliyiz: bu dalga için koşullar süreklidir ve bu koşullar yer yer ağırlaşır. Ne var ki iktidarı hedefleyecek türden bir dalganın gerçekleşmesi için iradi bir uyarıcı zorunludur. Bu süreçte dipten gelen dalgadan söz edenlerin bu dalgayı sandığa atılacak oyla tanımlamaları genel olarak bir gaflettir. Kitlelerin dağınıklığı ve sisteme mahkûm durumları bu dalgaya şüpheli yaklaşmamızı gerektirir. Türkiye toplumunda çok güçlü ve yaygın gerici örgütlenmeler olduğunu unutmamak gerekir ki bu gerici örgütlenmeler devrimci hareketin yer yer yönelimleri dışında neredeyse her zaman korunmuş, bu süreçte ise özellikle desteklenmiştir. Kitlelerdeki kendiliğinden eğilimlerin, öfkenin iktidarı hedefleyecek bir dalga yaratması bu nedenle güçlü bir olasılık değildir. Bunun için sürekli bir olanak varken sürekli bir olasılık yoktur. Bu nedenle dipten gelen dalgalardan söz edilirken koşulların, kitlelerin örgütlenme biçimlerini ve düzeylerini, devrimci-demokratik hareketin gücünü, devlet olanaklarının niteliğini ve kullanılış biçimlerini vb. dikkate almak gerekir.
Dipten gelen dalgayı karşılayabileceğini uman reformist hareketin yaşadığı ve dolayısıyla yaşattığı hayal kırıklığı ile Millet İttifakında somutlaştırılan moral bozukluğuyla benzerdir, hatta iç içedir. Kitlelere bakış açılarının bir noktada birleştiğini, bu noktada kitlelerden kendilerine destek beklemekle sınırlı bir anlayış içinde olduklarını görüyoruz. Bu devrimsiz değişim, dipten gelen dalganın düzen yüzeyinde soğurulması anlamına gelir. Bunu aşmayan bir pratiğin, bir yaklaşımın dipten gelen dalgalardan söz etmesi bundan hiçbir şey anlamadığını gösterir sadece…
Devrim süreçleri seçimlerle, belli bir iktidar gücünün varlığı ya da geriletilmesiyle açıklanabilir süreçler olmamıştır hiçbir zaman. Bu süreçler tamamen kitlelerin hareketinin iktidara yöneltilmesi, bu amaçla örgütlenmesi süreçleridir. Seçim süreçleri de dahil olmak üzere iktidardaki güçlerin geriletilmesi de ancak kitlelerin belli bir devrim stratejisi, bir savaş stratejisi içinde örgütlenmelerine hizmet ettiği oranda devrimcidir. Dipten gelen dalgaların oluşmasından ileri derecede yüzeye vurmalarına kadar her şey ancak belli bir devrim, belli bir savaş stratejisi ile ele alındıklarında kitlelerin çıkarlarının gerçekleşmesine hizmet edebilirler. Bu dalgaların kaynağını bilmek tam da bu kaynakların çıkarları doğrultusunda örgütlenme zorunluluğunu, kitlelere dayanarak, onların öznesi oldukları bir mücadeleye zorunluluğu anlamakla ilgilidir.
CİDDİ BİR GÜVEN SORUNU
Hak, hukuk, adalet sloganı ile seçim sürecine sarılan egemen sınıf kliklerinden muhalif kanadın olası barış eğilimini kendisi için bir çıkış fırsatı olarak değerlendirmek isteyen yurtsever hareketin de bu süreçte ciddi bir uyarı aldığını söylemeliyiz. Elbette bu uyarı temel politikaların değişmesini yol açmayacaktır. Ne var ki bu temel politikaların kitlelerin çıkarlarıyla uyumlu görünmesinin bir koşulu da uygun ve doğru kadroların sürece yön vermesidir. Beklentilerini fazlasıyla egemen sınıf güçlerine ve egemen devletlerin politikalarına bağlayan kadroların yaratacağı coşku kitlelerin coşkusu olamaz. Kuşkusuz yurtsever Kürt halkı örgütlü davranmak konusunda hem tecrübeli hem de bugün pek ender rastlanan düzeyde vefalı bir halktır. Ne var ki başka güçlerin inisiyatifine dayanan politikalarla, beklentilerle yaratılan şimdiki sürecin ciddi bir hoşnutsuzluğa neden olduğunu, bunun da seçim sonuçlarından görüldüğünü söylemek gerek. Bizim için bu şaşırtıcı değildir. Hatta bu, görevimizin devrimci mücadeleyi yükseltmek olduğu hakkındaki genel yaklaşımımızla uyumludur.
Boykot taktiğinin yurtsever Kürt hareketinin çıkarlarıyla, politikalarıyla uyumlu olmadığı açıktır. Bu farklılığı Kürt ulusal sorununun halkımız lehine çözümüyle çelişkili göstermek eğilimi dün güçlüydü, bundan sonra da güçlü olacaktır. Politikalarımız, politikalarımızın farklılığından ileri gelen eleştirilerimizin Kürt ulusal sorununa dair devrimci çözüm anlayışımızı savunmaya bir an olsun engel olmamasına dikkat etmeliyiz. Kürt ulusu bir kez daha kimlere, hangi kesimlere ve hangi politikalara güvenmesi gerektiğini görmüş, buna uygun davranmış ve güvensizliğini hissettirmiştir. Bunun devrimci bir eğilim içerdiğini bilmeliyiz. Bu eğilimi açığa çıkarmak ve açıklamak görevlerimizden biridir.
Millet İttifakı adayına verilen destek nihayet halkın hoşnutsuzluğuna neden olmaya devam edecektir. Bir kişiye değil bir çözüm olasılığına destek verildiği ortadadır. Bu olasılığın sadece mücadele yoluyla inşa olduğunu halkımız büyük ölçüde bilmektedir. Dolayısıyla kendi yollarının mücadele edenlerle birleşeceğinden biz eminiz…
KURTULUŞ EGEMENLERE KARŞI KİTLELERİN ÇIKARINDADIR
Önümüzdeki kısa süreç seçim tartışmalarının daha dar bir alana sıkışmış olarak görece artacağı bir süreç olacak. Daha doğrusu kendini bu süreç karşısında sorumlu kabul etmiş, hatta sorumlu ilan etmiş birçok devrimci demokrat hareket için kafa karışıklığının biraz daha artacağı bir süreç ile karşı karşıyayız. İyi bir rastlantı ki bu süreç bizim için İbrahim yoldaşı bayraklaştırma sürecidir. Onun 50. ölüm yıl dönümünde biz kendimizi bu süreçten değil onun çizdiği devrim güzergâhından sorumlu görüyoruz, görmeliyiz. İki egemen klik etrafında bir araya gelenlerin temelde egemenler için büyük zaferlere ya da büyük hayal kırıklılarına doğru yol aldıkları bu süreçte devrimi kavramak ve yaymak sorumluluğunu tartışmalı, yetersizliklerimizi pratik içinde aşmanın yollarını aramalıyız.
İbrahim yoldaşın bizi ama özellikle vurgulamalıyız ki kitleleri çıkardığı yol egemenlerin yaşamı, toplumu sıkıştırdığı tüm alanlardan kurtuluşu içermektedir. Seçimlere karşı ilan ettiğimiz “İki gerici kanattan birine destek olmayacağız, devrimin örgütlenmesi yoluna, bu süreçte boykota çağıracağız.” tavrı önemini korumaktadır. Bu tavrın mayıs ayında ölümsüzleşen komünist önderin yol göstericiliğinde yürümenin bir sonucu olduğunu özellikle vurgulamalıyız. Kitleler kendi çıkarlarıyla açıklanan, açıklanabilir tavırlara, politikalara ihtiyaç duymaktalar. Kitleler kendilerine dayatılan, egemenlerin bilindik sömürü ve talan düzenine onay vermeyi içeren politikalara sadece boyun eğerler; ama bunları asla sonuna kadar benimsemezler. Bizim güç aldığımız nokta burasıdır. Objektif olarak çıkarları çelişen güçlerin uzlaşmazlıkları devrimin olanaklarını içerir. Boykot ile buna işaret ettik. Devrimci demokratik hareketin büyüyebileceği kaynak bu olanaklardadır.
Etrafımızı bir kez daha hayal kırıklığının sardığı bu koşullarda bu hayal kırıklığının nedenlerini çözümleyerek devrim umudunun nedenlerine, kaynaklarına, bu anlamda İbrahim’in ışıklı yoluna yoğunlaşmak gerekmektedir. İbrahim bize yolu göstermeye devam ediyor. Onun gösterdiği istikamette kitlelerle ilişkimizi doğru kitle çizgisi ile düzeltme yoluyla yürümekte ısrarcı olalım. Faşist diktatörlüğü ve tüm ham hayal satıcılarını bu ısrarla yenebiliriz…